Batı dünyasında, bilhassa Fichte ve Hegel’in üzerinde ısrarla durduğu ve Avrupalı pek çok sosyal bilimcinin benimsediği, zaman zaman da kitleleri harekete geçiren ırkçılık toplum birimleri arasında tercih konusu olmuştur. Irkçıların kanaatlerine göre ırkların arasında sadece fizikî değil, yetenek ve zekâ bakımından da büyük farklar vardır. Bir milletin bünyesi içinde ırkın ağırlığını korumak gayesini güden ırkçılar, tarih ve bütün medeniyetlerin beyaz ırka mensup Ari (Aryen) ırkının eseri olduğuna inanmaktadırlar. Diğer ırklar Ari Irk’ın yarattığı medeniyetlerin asalaklarıdırlar.
Irkçılığın en şiddetli savunucusu Comte de Gobineau’nun görüşünce, siyah ırk zekâ bakımından en aşağı ırktır, geri zekâlılık seviyesini aşamamıştır. Kırmızı ırk olan Amerika yerlileri de onların seviyesindedir. Sarı ırk’a mensup olanların da fikrî yetenekleri sınırlıdır. Sarı ırk mensuplarının siyah ve kırmızılardan farklı olarak zayıf ve her konuda sıradan da olsa, bazı arzuları vardır. Faydacılık tutkusu, düzene saygı, tek kelimeyle pratik düşünce bu ırkın karakterini özetler. Onun kanaatince zekâ ve yetenek bakımından en üstün ırk Avrupalıların mensup olduğu Aryen (Ari) ırkıdır. Nasıl güzeli eksiksiz anlatmak mümkün değilse, bu ırkın özelliklerinin tamamını anlatmak da mümkün değildir. Onuru, bu ırkın başarılarının dinamiğini oluşturur. Son derece güçlü ve canlı bir zekâya sahiptir… Ne yazık ki bu üstün ırk zamanla diğer ırklarla karışmıştır. Eski Yunanlılar ve Romalılar Sami ırkla, Romalı kanı taşıyan Fransızlar, İtalyanlar ve İspanyollar siyah ırkla, İngilizler de tarih öncesi devirlerde Sarı ırkla karışmışlardır. Cermen ırkı, beyaz ırkın en az karışmış temsilcisidir. Damarlarında Aryen kanı azalmış milletler başarısızlığa mahkûmdurlar.
Fransız Gobineau, Aryen denilen üstün ırkın varlığına ve bu üstün ırkın en saf çocuğunun Almanlar olduğuna dair fikirleriyle Almanya’da büyük ilgi görmüş, onların fikir dünyasını çok etkilemiştir. Gobineau dernekleri kurulmuş, Alman ırkına yüce bir ırkın ahfadı oldukları anlatılmaya çalışılmış, bunda da küçümsenmeyecek başarılar elde edilmiştir. Irkçı nasyonal sosyalizm de bu ortamda yeşermiştir.
Hindistan’ın eski dili olan Sanskritçe ile Avrupa dillerinin benzeyişleri, bunların belli bir kökten geldikleri kanaatini uyandırmıştır. Bu kök birliğini kabul etmek bilim insanlarını, bu dili konuşan bir kavmin varlığını da kabule zorlamıştır. Bu Aryen ırkının vatanının da “Aryana Vaej” adlı bir yer olduğu belirtilmiştir. İranlıların eski dinî kitapları olan Avesta’nın Vendida bölümünde “Aryana Vaeja” geçmektedir. Gobineau’nun görüşleri de buradan kaynaklanmaktadır.
Fakat bütün araştırmalara rağmen Aryen diye bir ırk veya kavmin varlığına rastlanamamıştır. Finot bunu hayalet olarak vasıflandırmakta, Hartman ise “Aryen, bilginler tarafından icad edilmiştir” demektedir.
Aryen diye bir ırk olsa bile, üstün ırk görüşü gerçeklerle hiç bağdaşmamaktadır. Üstünlük, egemen olmak, bazı milletleri hükümranlık altına almak, bilimde başarılar elde etmek, insanın tabiatla mücadelesinde kolaylıklar sağlayan icadlar yapmak ise, bu ırkçı görüş tarihî yanılgılarla doludur. Gaston Richard üstün ırk nazariyesinin ilmî temelden mahrum olduğunu şöyle belirtiyor: “Eğer üstün ırktan maksat başkalarını hâkimiyeti altına almak kudretine mâlik olan ırk ise, böyle bir ırkın mevcudiyeti çok şüphelidir. Tarih bize ispat ediyor ki, dünyanın bir kısmında hâkim olan bir ırk diğer kısmında mahkûm olabilir. Ruslar Sibirya’da ve Avrupa’nın Batı kuzeyinde bir çok Türk ve Fin kavimlerini Slav hâkimiyeti altına almaya muvaffak oldular; fakat buna mukabil Makedonya’da Slavlar üzerinde Türkler, Tuna havalisinde Macarlar hâkimdir.”
Bu konuda gözden kaçırmamak gereken bir husus da tarihin değişik dönemlerinde, pek çok milleti egemenliği altına almış bir milletin, bir süre sonra bir başka milletin egemenliğine girmesidir. Cengiz Han’la gür bir şekilde tarih sahnesine çıkan Moğollar, oğulları ve torunları dönemlerinde, sayısız millete hâkim oldular; sonra da bu hâkimiyetlerini kaybedip, başka bir milletin hâkimiyetine girdiler. Moğollar üstün ırktan olmasalardı, bu hâkimiyeti kuramazlardı; üstün ırk özelliklerini yitirdiklerinden dolayı hâkimiyet altına girdikleri mi ileri sürülecek? Moğollar “Aryen” kanı taşımadıklarına göre, bu durumda üstün ırkın akıbeti ne olacak?
Eğer hâkimiyet kurmak, kurulan hâkimiyetler zaman ve yer bakımından ele alınıp, değerlendirilerek belli yargıya varılıyorsa, bu üstünlük ne Aryenlere, ne Avrupa’nın diğer milletlerinin doğduğu ırklara, ne de dünyanın eski ve yeni kıtalarında yaşayan herhangi bir ırka veya millete aittir. Şayet ölçü bu ise, tartışmasız bir şekilde üstünlük Türk milletinin inhisarındadır. Ondan sonra ancak diğer milletler sıralanabilirler. İlmî keşiflerde bulunmak, icatlar yapmak esas alınırsa, bugünkü Cermen ırkının eşyaya şekil verirken kullandığı cetvel ve gönyenin birimleri bile Cermen’in değil, Araplarındır. Tarihten haberdâr olanlar medeniyetin devamlı göç ettiğini çağa göre, nerede ortam bulursa, orada dölünü verdiğini bilirler. Çin’in, Hindistan’ın, Eski Mısır’ın, Sümer’lerin, Yunan’ın, İslâm âleminin medeniyetleri olmasaydı, Aryen ırkına mal edilen bugünkü Batı medeniyetinin yerinde yeller eserdi.
Kendilerini Aryen Irkı’ndan sayan Almanlara göre bu ırkın en belirgin özelliği uzun-kafalı “dolichocephale” olmasıdır. Bütün dâhilerin bu ırktan geldiğini ispatlamak için mezarları açtılar. Fakat Alman olduğundan şüphe edilmeyen Kant ve benzeri pek çok dâhinin kafa ölçüleri uzun-kafalı çıkmadığı gibi, Afrika zencilerini de genellikle uzun-kafalı olduğu anlaşıldı.
Batı’nın fikir dünyası Avrupalı olmayan milletlerin medenileşemeyeceklerine dair işaret, ima ve hükümlerle doludur. Bu yanlış hüküm, son yüzyılların verdiği gururdan ileriye gelmektedir. Yakın devirdeki başarılarından doğan gururla Aryen ırkından olduklarına ve bütün medeniyetleri bu ırkın geliştirdiğine, dolayısıyla üstün ırk olduklarına inanıyorlarsa, aynı ırkın özelliklerini taşıyan Kuzey Hindistan’daki Kâfîrilerin ilkel hayatı ırklarının üstünlüklerini gölgelemez mi? “Son yüzyıllarda Kâfîrilerin hayatı ilkelleşmiştir. Bu üstün ırk özelliğimizi gölgelemez” deniyorsa, aynı ölçüyü günümüzde perişan olmuş, ama ardlarında çil çil medeniyetler bırakmış milletlere niçin uygulamıyorlar?
Eski Çin medeniyetini inkâr mümkün değildir; bugün bile Hindiçini yarımadasının içlerindeki dağlar arasında dağınık bir şekilde yaşayan aynı ırktan vahşilere rastlamak kabildir. Bir ırkın bir kısmı üstün bir medeniyet ortaya çıkarıyor, aynı zamanda diğer bir kısmı ise ilkel bir hayat yaşıyor. Irk biricik faktör olsaydı, böyle bir şeye rastlanabilir miydi?
Irkçılık, her ideolojik düşünce gibi insanı realiteden koparmaktadır. Fanon’a göre (Dünyanın Lânetlileri adlı eserinde) bazı Fransız doktorları Cezayirli Berberilerin sinir sistemleri itibariyle beyazdan farklı olduğunu, onlarda beynin eksik teşekkül ettiğini söyleyecek kadar ileri gidiyorlardı. Batı fikir tarihinden haberdâr olanlar, bu konuda Franzsı doktorların yalnız olmadıklarını bilirler.
Dünyaya bilimsel bir gözle bakılınca, milletlerin medeniyet bakımından farklılıklar arz ettikleri görülür. Bu farklılıkların ırk temellerinden çok, tabiat faktörlerinden, iktisadî ve siyasî şartlardan, çağın bilimlerine sahip olup olmamaktan ve benzeri unsurların yanı sıra milletlerin özelliklerinden doğduğu tespit edilebilir. Ayrıca tarihe yöneldiğimiz zaman insanlığı etkileyen, çağın damgasını taşıyan üstün medeniyetin devamlı göç halinde olduğunu müşahede ederiz. İnsanlığa yön verici medeniyet, nerede kendine uygun bir ortam bulursa, orada yerleşir ve ürünlerini vermeye başlar. Milattan önce Doğu, insanlığa yön veren medeniyetin yatağı idi; oralarda gökler dile geldi. Doğu sadece güneşin doğduğu yer değildi; her türlü ışığın geldiği yerdi. Bugün üstünlükleri iddia edilen ırklar, o zaman barbardılar. Hatta üstün ırkın çocukları oldukları ileri sürülen Cermenlere, Romalıların medenîleşmekten yoksunlar gerekçesiyle vatandaşlık vermediklerini unutmamak gerekir.
Günümüzde geri kalmış olan Doğulu milletler, dört yüzyıl öncesine kadar çağımızda medeniliklerinden şüphe edilmeyen milletlerden çok daha ileriydiler. Dokuzuncu yüzyıldaki Arap milleti ile aynı yüzyılda bir Batılı milleti mukayeseye imkân yoktur. Sarı ırktan olduklarından dolayı, ırkçı görüşün sahiplerince hiçbir önem taşımayan Japon milleti yüzyılımızda bilim ve teknikte büyük hamleler yapmaktadır. Bu hamleler Japon insanına kendine güven duygusu kazandıracak, arkasından kendisine has felsefesini, sanatını, zevklerini, bugünkü ile mukayese edilemeyecek kültürünü getirecektir.
Medeniyetin tekellerinde olduğunu ileriye süren Batılıların arasında yetişen Oswald Spengler kaleme aldığı “Batının Çöküşü” kitabında, medeniyetin tekrar Uzak-Doğu’ya yöneleceğini uzun uzun anlatarak, hem medeniyetin kaynağına, hem de geleceğine dikkati çekmektedir. Zamanımızdaki Batı medeniyeti tarafsız bir idrakle değerlendirilirse, dünyanın değişik kültür bölgelerinde günışığına çıkmış figürlerin dokunarak oluştuğu müşahede edilir. Amerikalı ünlü sosyologlar Murdock ve Linton hayatlarında yer alan eşyaların, zevkle yediklerinin, şıklık arzusuyla giydiklerinin, hatta medeniyetlerinin temel taşını oluşturan sayılarının, alfabelerinin, dua edişlerinin hangi milletlerden geldiklerini belirtmektedirler. Dünyanın her yerinde yayılmış irili ufaklı milletlerin ehlileştirdikleri hayvanları, elde ettikleri ürünleri, icatları hayatlarına katan Amerikalılar, kökünü kazıdıkları Kızılderililer’den de çok şeyin kendilerine intikal ettiğinin altını çizmektedirler. Linton, sabahleyin yatağından kalkan Amerikalının üzerinden attığı yorganı nereden aldıklarını, ipeğinin nereden bulunduğunu, caddede gazete satın almak için uzattığı bozuk paranın icat yerlerini eğlenceli bir tarzda anlatmaktadır. Amerikalının hayatına kattığı bu şeyler, toplumda yama gibi durmamakta, belirle bir armoni içersinde bütünün parçaları halinde bulunmaktadır. İnsanlığın hemen hemen tamamının az veya çok pay sahibi olduğu medeniyeti, bu çağda en ileri seviyede ilme, kültüre, ekonominin itici gücü olan yer altı zenginliklerine sahip olduklarından dolayı Batılılar geliştirmişlerdir. Aynı şartlara sahip olunabilseydi, dünyanın bir başka yerinde de onların medeniyet düzeyine erişmek mümkün olurdu.
Mehmed NİYAZİ
Millet ve Türk Milliyetçiliği, sh: 122-127