Tarihi yazan ve resmeden adam
Mehmet Nuri YARDIM 01 Ocak 1970
Önce bir tanıyanın gözüyle Ziya Nur Aksun’un fizikî portresine bakalım: “Ziya Nur Aksun, uzunca boylu, çok hafif kilolu kumral saçlı beyaz tenli, zeki bakışlı, azıcık ablağa çalan yüzünde belli belirsiz bir gülümseme eksik olmazdı. Devamlı takım elbise, kolalı gömlek giyer, kravat takardı. Geç saatlerde kahveden ayrılır, son vapurla Kadıköy'e geçer; sabah ezanına kadar tarih okur veya yazar, bazı geceler resim yapardı, Sabah namazını kılıp, yatar; öğleye doğru matbaasına gelirdi, akşama kadar orada çalıştıktan sonra kahvenin yolunu tutardı.”
Milletimizin ruhunu yoran, ufkunu daraltan, zevklerini tahrip eden televole kültürü, kızıl bir ateş çemberi gibi sarmış dört bir yanı. Gerçek ilim adamları, hakiki münevverler, sınırlı bir çevrede bir kaç dostla kalıvermiş. Bir Ziya Nur Aksun'u bu toplumda kaç kişi tanıyor, kitapseverlerin kaçta kaçı onun mükemmel bir tarihçi, büyük bir mütefekkir ve tarihimizi resmeden iyi bir ressam olduğunu biliyor? Çok az, minik bir oran ne yazıkki. Halbuki, Ziya Nur seviyesinde bir adam Batıda yaşasaydı, kendisine verilecek çeşitli ödüllerle, televizyonlarda hakkında yapılacak muhtelif programlarla genç nesillere bu âbide şahsiyet mutlaka tanıtılır, örnek bir kültür ve sanat adamı olarak takdim edilirdi. Bugün bir kaç yayınevi devâsâ eserlerini basmasa, Mehmed Niyazi Bey gibi hakikatli bir kaç aydın, "Deliler ve Dâhiler" isimli hâtıratında kendisinden bahsetmese, yaşarken unutuluverecek. Vah bize, eyvah cümlemize... Peki ömrünü Türk milletinin istikbaline adamış böyle bir ışık adam, niçin nisyana terk edilir. Böyle nankörce bir nisyan, haklı bir isyana sebebiyet vermez mi?
Bu sitem, bu serzeniş, bu tenkit hâlleri uzun uzun devam edebilir ve etmeli, lâkin biz yine de sanatkârımızın dünyasına yönelelim en iyisi. Ziya Nur Aksun, 1930 yılının 29 Mayıs'ında Konya'da doğdu. Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Erken yaşlarından itibaren tarihe, özellikle Osmanlı tarihine büyük ilgi duydu. Çeşitli gazete ve dergilerde bu konuda yayınlanmış makaleleri yayınlandı. "Dündar Taşer'in Büyük Türkiyesi", dipnotlu ve ilaveli Şehbenderzâde Ahmet Hilmi'nin "İslâm Tarihi" isimli eserleri yazdı. Ayrıca çok değerli ve gerçek bilgilere dayalı "Osmanlı Tarihi"ni örneği bugün için çok az olan müellif-yayıncılardan Erol Kılınç yayına hazırladı ve Ötüken Neşriyatı arasında 1995 yılında dört cilt hâlinde yayınladı. Ömer Ziya Belviranlı'nın himmetiyle üstadın rafine eseri "Gayr-ı Resmî Tarihimiz" 1997'de basıldı. Bütün "Osmanlı Pâdişahları"nın tarihî şahsiyetleri ve hususiyetleri ile hayat hikâyelerinin tek tek ele alındığı eserin sunuş yazısı Prof. Dr. Sadettin Ökten'e ait. Kitabın sonunda, Ziya Bey'in hayrü'l-halefi ve fikir âleminin tâkipçisi Mehmed Niyazi Bey'in tamamlayıcı bir değerlendirmesi bulunuyor.
Ziya Nur, henüz 46 yaşında iken vücudunun sağ yanına inen çok ağır bir felç (hemipleji) yüzünden konuşma, yazma ve okuma kabiliyetini tamamen kaybetti. Sağ elini hiç kullanamaz hâle geldi. Bu sıkıntılı ve kasvetli günlerinin tek ışığı resim oldu. Fırça, tuval, renkler ve hayaller üstadın çevresiyle iletişim kurabileceği tek yol, bulabileceği tek teselli ve kendisine hayat bağı oldu. Böylesine erken bir yaşta, en verimli çağında hayattan birdenbire kopuvermenin şokuna dayanma gücünü, ancak sanatta buldu. Resim onun için, istediğini, düşündüğünü ifade edememenin ruhunda meydana getirdiği gerilimi atabilmesini sağlayan bir tedavi aracı oldu.
Küçük yaşlardan itibaren resme karşı ilgisi, kabiliyeti olan ve amatörce resim yapan, yağlıboya tabloları da bulunan Ziya Nur, hastalıktan sonra daha önce yazı ve diğer çalışmalar için hiç kullanmadığı sol eliyle resim yapmaya başladı. Hastalanmadan önce ortaya koyduğu resimlerde daha koyu tonları tercih eden sanatçının hastalıktan sonra paletinin daha bir aydınlandığı, tablolarında sıcak renklerin, sarının çeşitli tonlarıyla kırmızıların ağır bastığı gözleniyor.
Çok süratli çalışan, bol bol peyzaj, natürmort yapan Ziya Nur, cami, medrese, vb. dinî, tarihî yapıları resmetmekten büyük zevk almakta, belki de bu çalışmalarla muhteşem bir mâziyi, aydınlık bir geleceğe bağlamayı düşleyerek teselli bulmaktadır. Genellikle karton üzerine yaptığı yağlı boya resimlerde tarihten gelen bir derinlik, sanatın büyüleyici te'siri ve fikrin ihtişâmı görülüyor. Aksun, adetâ eserlerinde resme bir üçüncü boyut katmaktadır.
"FETİH DEVİRLERİNDEN GELEN ADAM"
Değerli yazar Beşir Ayvazoğlu, "Defterimde Kırk Suret" isimli nefis eserinde Ziya Nur Aksun'u "Fetih Devirlerinden Kopup Gelmiş Bir Adam" olarak anlatır. Ziya Nur'un, geleneklerine bağlı bir aile çevresinde derin İslamî hassasiyetle yetişen bir Anadolu çocuğu olduğunu vurgulayan Ayvazoğlu, onun henüz ilkokul yıllarından itibaren, tarihi gerçeklerin yazılmadığını anladığını vurgular. Lisede "tarihçi" lakabıyla çağrılan Ziya Nur, aynı senelerde tasavvufa da yakın bir ilgi göstermektedir. Liseden sonra hukuk tahsilini yapan yazar, Ankara'daki öğrencilik yıllarında Bediüzzaman'la tanışır, eserlerini okur ve yayar. Daha sonra bütün mesaisini Osmanlı tarihine yöneltir. Lise yıllarında başlayan bu samimi merak, onu mazimizi en iyi yorumlayan tarihçilerin öncüsü yapar.
Ziya Nur sıkı bir Marmaratör'dür. 60'lı yılların irfan ocağı Beyazıt'taki Marmara Kıraathanesi'ne devam edenlere verilen bir lakaptır bu. Mekân, Türk entelektüellerinin demirlediği bir liman, münevverlerin sığındığı bir çatıdır. Tartışmalar, konuşmalar, diyaloglar, nutuklar, nükteler ve sohbetler, sohbetler... Marmaratörleri daha yakından tanıyabilmek için Mehmed Niyazi'nin "Deliler ve Dâhiler" ile Ahmet Güner Elgin'in "Marmara Kitâbeleri"nden okumak gerek. Bütün canlılıklarıyla bu kahvenin gerçek kahramanlarının hikâyelerini Ötüken'den çıkan bu iki mühim eserde görmek mümkün.
Ve önce yüreğinden vurulur Ziya Nur. Çünkü en yakın dostu Dündar Taşer, şüpheli bir trafik kazasına kurban gitmiştir. Bu ölümle iyice sarsılan tarihçimize 1976'da sağ tarafına inen ağır felç, onu Marmaratörler'den ve bu kahve sohbetlerinden ayırır.
Ziya Nur 27 yıldan beri yazmaktan, okumaktan ve sohbet etmekten uzak, iç âleminde yalnızlığın huzurunu yaşıyor. Sadece zaman zaman kendisini ziyarete gelen dostlarıyla birlikte olunca çok mutlu oluyor. Bu dostlar arasında tabii ki eski Marmaratörler ve en kıdemlilerinden Mehmed Niyazi Özdemir Bey var. Ziya Nur'a "Sebeb-i feyzim" der. Gerçekten aralarında büyük bir yakınlık mevcut. Bir ağabey-kardeş gibidirler âdeta. Geçen yıl bayramda Dursun Gürlek Bey'le birlikte üstadı ziyaret etmek için yola koyulduk. Akadlar'daki evden içeri girdiğimizde bir sürprizle karşılaşmıştık. Çünkü içeride Mehmed Niyazi, Cemal Aydın ve diğer dostları da vardı. Uzun uzun sohbetler edildi. Durulmuş, arınmış ve süzülmüş nur yüzlü Ziya Nur, hep tebessüm etti, misafirleriyle kalp diliyle konuştu. Onun sadece kadim dostu değil, ruhunun ikizi ve sözcüsü olarak da gördüğüm Mehmed Niyazi Bey yakın tarihimizin gerçeklerini anlattı. Doğru bildiklerimizin ne kadar da yanlış olduğunu anladık, hatalı bellediklerimizin sâhisini öğrendik. Hepimiz dikkatle, ibretle ve hayretle bu feyizli konuşmayı can kulağıyla dinledik.
Yüreği ve kafasıyla, ilmi ve inancıyla, sesi ve nefesiyle, kalemi ve fırçasıyla bizden olan, Türk milletinin asil bir evlâdı Ziya Nur İstanbul'un bir köşesinde her şeye rağmen direniyor ve yaşıyor. Onu tanıyanlara ne mutlu, haberdar olup da ziyaret etmeyenler ne kadar ziyanda. Ziya Nur, içimizde alabora edilen tarihi yeniden sevdiren, geçmişi şuurla anlatan ve değerlerimizi aşılayan bir kalem üstadıdır. Bir vefâ nümunesi olan kızı Belma Aksun, tarihi yaşayan ve yaşatan dev adama kendisini adamış, hizmetinden ayrılmıyor. Ve Ziya Bey, bir zamanlar beyninden kaleme, oradan kâğıda akan bilgileri şimdi önce fırçasına sonra da tuvale ve tablolarına akıtıyor. Dünün tarihçisi, şimdi resmiyle dünün mirasını, yarının nesillerine hazırlıyor. Şarkın efsâne ismine, doğru tarihin kâtibine selâmlar olsun. Ömürlerine bereket diliyorum Ziya Nur Aksun üstadın ve başta Mehmed Niyazi Bey olmak üzere bütün dostlarının.
KALEMDEN FIRÇAYA UZANAN YOL
Yukarıda biyografisinden kısaca bahsettiğimiz Ziya Nur Aksun’un derli toplu bir şekilde hayat hikâyesini sunmak araştırmacılara büyük kolaylık sağlayacaktır. İşte kutlu bir ömrün çileli yıllarına sığan idealist bir mütefekkir ve sanatkârın geçmişinden kısa notlar:
Ziya Nur Aksun, 29 Mayıs 1930’da Konya’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimi Konya’da yaptı. 1955 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Ziya Nur, eserlerinden ziyade sohbetleriyle tanındı. Osmanlı ve İslam tarihi hakkında geniş bilgisi sayesinde, günlük siyasetimizin muhtelif gelişmelerini sağlam bir tarih muhakemesiyle değerlendirdi. Osmanlı-Türk devlet telakkisi hakkındaki ilginç tesbitleri, çevresinde toplanan her zümreden münevverleri ve gençleri etkiledi. Onun Dündar Taşer (1925-1972) ve Erol Güngör (1938-1983) ile memleket meseleleri ve milli düşünce etrafında yaptığı konuşmalar, uzun zaman devam eden sohbetler, Dündar Taşer’in vefatından sonra kendisi tarafından derlendi ve 1974 yılında Z. N. Rumuzu ve “Dündar Taşer’in Büyük Türkiyesi“ adı ile yayınlandı. Eser gençler ve Türk okuyucusu nezdinde büyük bir alaka ile okundu ve 6. baskısı yapıldı. Ziya Nur, Filibeli Şehbenderzâde Ahmet Hilmi’nin “İslam Tarihi”ni sadeleştirdi, notlar ve geniş açıklamalarla kitabın hacminden daha fazla ilaveler yaptı ve Filibeli hakkında geniş bir tedkike dayanan biyografi ile birlikte neşretti. Bu eser, İslam Tarihi’ni yeni ve orijinal bakışıyla aşılamamıştır. Usul bakımından tamamiyle benzerlerinden farklı olduğu gibi, İslam Tarihi’nde Türkler’in -Selçuklu ve Osmanlılar’ın- ve Moğollar´ın oynadıkları rolleri de yetkinlikle değerlendiren önemli bir eserdir. Eserde sünni ve şii tarikatler, dini-siyasi cereyanlar bugünkü nesillerin sorularına cevap verecek bir bilgi özeti ve muhakeme tarzıyla ortaya konmuştur. Adı geçen eserin ilk baskısı 1974’de, ikinci baskısı ise 1982’de yapıldı. Ziya Nur Bey’in bu iki eserinden başka, “Diriliş” dergisinde yine Z.N. rumuzuyla yazılmış makaleleri vardır. Fakat onun en büyük eseri, muhakkak ki müsveddeleri 3000 sahifeyi geçen “Osmanlı Tarihi”dir. Maalesef bu eser Birinci Cihan Harbi yıllarına kadar yazılmış olmasına rağmen, henüz bitmemiştir. 1965’lerden 1976 yılına kadar 7000 cilde yakın Osmanlı tarihi kaynaklarını inceleyen Ziya Nur, eserini biran önce yayınlamasını isteyen dostlarına, bu eserin bu haliyle neşredilmesini istemediğini söylemiştir. O, her şeyden önce tarih yazmağa başladığı zamanki görüşlerinde mühim değişiklikler meydana geldiğini, bu itibarla yazdıklarını yeniden elden geçirmesi icap ettiğini, ayrıca böyle bir tarihin baş tarafına Osmanlı devlet telakkisiyle ilgili 150-200 sayfalık geniş bir önsöz yazmaya kararlı olduğunu, hatta bunu notlar halinde tesbit ettiğini söylemişti. Maalesef, 1976 yılında geçirdiği bir felç sonunda Ziya Nur konuşma ve yazma kabiliyetini önemli ölçüde kaybetti. O zamandan beri konuşma yeteneğini ilerletme yolunda bazı gayretler göstermeşse de henüz tatmin edici bir seviyede değildir. Ziya Nur Bey, tarihçiliğinin yanı sıra çağdaş Avrupa düşünce ve siyasetini yakından izleyen, güzel sanatlarda, özellikle de resimde kabiliyetli, şiir ve musikimize hayran bir mütefekkirdir.