Harbî delikanlı mı?
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Sistem herhalde şöyle çalışıyor:
Danışmanlar Beyefendi'nin huzuruna, Saray'ın mutantan odalarından birinde kahvaltı masası düzeninde çıkıyor "beyin fırtınası" adıyla tilkilerin kuyruk boylarını birlikte ölçmeye başlıyorlar. Bu tür toplantıların verimli geçmesi için şeytanım avukatlığını üstlenen biri mutlaka söze giriyor. "Olmaz efendim, dürüstlüğe sığmaz" diye söze başlıyor. "Sizin seçmen nazarında çok önemsediğiniz bir ‘harbî delikanlı' imajınız var. Seçim hükümetine girecek bakanları siz seçerseniz, buna 'kısa günün kârı peşinde koşan esnaf kurnazlığı' derler. Olur mu hiç, elinizi partilerin içine sokup karıştırmış olacaksınız. Seçmene nasıl anlatırız?" Beyefendi önündeki kâğıtlara harıl harıl notlar alıyor. Sonrası bildiğiniz gibi, Cumhurbaşkanı muhtarları topluyor, prompterdan okuduğu hazır metinden bir ara ayrılıyor, cebindeki notları çıkartıyor, "Yapmaya çalıştığınız kurnazlığın, milletimiz farkında değil mi sanıyorsunuz?" diyor. Ekliyor: "Delikanlıca hükümette yer alın. Bu milletin karşısında dürüst ve harbî olun."
"Koalisyon hükümeti kurulmasını basbayağı engellediniz, oyalama taktiği izlediniz, Kılıçdaroğlu'na görev vermediniz; şu entrika sizi çok yaraladı efendim, düzeltmek lâzım." notuna bakıyor: "Hükümet kurulmuş da ben mi engel olmuşum?.." "Beştepe'nin adresini bilmeyenlere, koalisyona hayır diyenlere, bu makama hakaret edenlere ben hangi görevi verecektim?" Ve konuşma bu minval üzre devam ediyor. Velhasıl bu beyin fırtınaları çok amaçok işe yarıyor.
İki seneyi aşkın zamandır Türkiye böyle yönetiliyor. Fotoğrafmakinesinde görüntüyü tersine çeviren camera obscura gibi, Erdoğan olan biten her şeyi önümüze ters çevirerek koyuyor. Gölge kamusuyla, ihale düzeneğiyle, devletleşen sivil toplumu, fetva eminleri ve biat veren kadrolarla devletin kurumları ve anayasal nizamı dışında ortaya paralel bir örgütlenme çıkıyor. Savcılar bu yapıyı deşifre edip soruşturma açınca, ortalığı öyle bir "paralel devlet" gürültüsü alıyor ki, her şey tepetaklak oluyor. Hırsızlığın, yolsuzluğun peşine düşen savcılar soluğu yurtdışında alıyor.
Bu memlekette ne delikanlılığından, ne harbîliğinden bahsediyorsunuz?
Medya kuruluşlarını "kapısına kilit vurmakla", STK'ları "kapatmakla", yazarları "cezaevine koymakla" tehdit ederken kimi hedef gösterdiğini biliyor musunuz? Delikanlı-harbî adam "bazı kişiler", "birtakım yazarlar", "malum çevreler", "sözde aydınlar" diye belirsizliğin arkasına sığınarak meydan okumaz. Mertçe adamın yüzüne söyler. İki yıldır ezberlediğimiz "bazı", "birtakım", "sözde", "malûm" kalıbıyla başlayan cümlelerde harbîlik nerede? Koskoca cumhurbaşkanısın, neden çekiniyorsun? Kimi kastediyorsan harbî-delikanlı gibi isim isim söylesene? Neden karanlığa kurşun sıkıp, lafı gürültüye getiriyorsun?
Tepelerde politika bu tarz içi kof bir efeliğe dökülünce, ellerindeki bezlerle sağa sola dökülüp saçılanları silmeye çalışan köşe yazarlarının neden bu kadar çaresiz ve zavallı duruma düştükleri daha iyi anlaşılıyor. Adam beyefendisine hizmet ediyor, başka görevi yok ki. Ne yapsın?
İbrahim Karagül'ün, Orgeneral Çetin Doğan'ın Balyoz Darbe Planı'ndan cümle cümle aşırarak tekrarladığı "dış düşmanlar-içerdeki işbirlikçiler-aydın terörü-kurtuluş savaşı-millî mücadele" tekerlemelerini ve hedef gösterdiği kitleyi bütünüyle aynı kalıplar ve matematiksel düzen içinde, bütün darbelerde bulabilirsiniz. Tek bir farkla. Çetin Doğan'ın listesi isim isim, grup grup sınırları belirli bir listeydi; bunlarınki ha bire genişlemeye, duruma göre yeniden tanımlanmaya müsait. Tehdit algısı ve düşman tanımı iktidarın ihtiyaçlarına göre her an değişebilir. Aynı kalıbın içine bugün Aydın Doğan, yarın başka bir gazete patronu girebilir. Bir dinî cemaat ya da tarikat dış düşmanların iç uzantısına dönüşebilir. Öyle ki Karagül bana "deli" dediği yazısında "makul ve anlaşılabilir bir dille tartışmayacağız" diye, "bazı" sermaye gruplarını, "bazı" cemaatleri hedef gösterip yok etmekten bahsediyor. Tek ölçü var: Erdoğan'a biat etmeyen herkes düşmanımız. Mesele eğer harbî delikanlılıksa Çetin Doğan bunlardan yüz kat daha delikanlıydı be.
"Çizmeleri giymek" metaforu, tam da bu "harbî delikanlılık" faslına dairdi. Bu kadar çamur, bu kadar belden aşağı tekme... Başka çaremiz var mı?