Darbe değişir, yafta değişmez!
Abdülhamit Bilici 01 Ocak 1970
Sağcı, solcu, İslamcı, milliyetçi, Kürt, Alevi aydınlar Temmuz 1998'de “İslam ve laiklik” konusunu tartışmak için Abant'ta buluştuğunda, yaptıkları işin bir terör faaliyeti olduğunu bilmiyorlardı.
Prof. Mustafa Erdoğan'dan Prof. Mehmet Aydın, Ali Bulaç, Fehmi Koru, Hayrettin Karaman, Sami Selçuk, Halit Refiğ ve Mehmet Ali Kılıçbay'a pek çok isim, konuyu 3 gün boyunca konuşarak görüşlerini 10 maddelik bildiriyle kamuoyuna duyurmuştu. Onursal başkanlığını Fethullah Gülen'in yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın öncülüğünde ülkenin temel meselelerinin konuşulduğu bir platforma dönüşecek olan Abant bildirisinde şöyle maddeler vardı:
“Devlet, hukuk devleti çerçevesi içerisinde dini inanışlar ve felsefi kanaatler konusunda tarafsız olmalıdır… Devlet, tüm din, inanç ve dini yorumların önündeki engelleri kaldırır… Türkiye'nin sıkıntılarının aşılması için özgürlükçü demokrasinin kökleşmesi önündeki engellerin kaldırılması sağlanmalıdır.”
Buna itiraz eden biri çıkar mı? “Çıkmaz” demeyin, çünkü çıktı. 28 Şubat'ın anormal şartlarında Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce Hizmet Hareketi ve Gülen aleyhine açılan soruşturmayı yürüten Savcı Nuh Mete Yüksel, iddianamesine bubildiriyi de koydu ve bulduğu suç unsurunu şöyle yazdı: “Görüldüğü gibi sanık Gülen'in onursal başkanlığını yaptığı bu toplantıda laiklik ve devlet kavramları erozyona tabi tutulmuş, hak ve özgürlüklerin tanımı ve sayımında laikliğin kısıtlayıcı bir ilke olarak yer almaması gerekir denilerek, yasalarımızda yer alan laikliği koruyucu düzenlemelere karşı çıkılmıştır.”
Lütfen gülmeyin. Hocaefendi'nin ‘silahsız terör örgütü' kurmakla suçlandığı iddianamede, şöyle suç unsurları da vardı: “Evlerde namazlardan sonra sürekli ya Nur Risaleleri, Fethullah Gülen'in kitapları okunur. Ya da kasetler dinlenir veya izlenir. Akşam ve yatsı namazları bunun için en uygun vakitlerdir.” O günlerde bulunan bir itirafçıya dayanılarak yer verilen şu kısım da cemaati dış güçlere bağlama çabasının ne bitmez bir uğraş olduğunu gösteriyor: “Bir şekilde Gülen'in, Amerika'dan destek aldığı ispatlanabilirse cemaat dağılır.” Peki bu davadan ne çıktı? Hiç. Mart 2007'de Hocaefendi beraat etti. Haziran 2008'de ise Yargıtay Genel Kurulu beraat kararını oybirliğiyle onayladı. Yani terör, suç örgütü iftiraları iflas etti. Abant toplantısının da suç olmadığı anlaşıldı.
Peki bitti mi? Hayır. Yine darbe dönemlerini aratmayan, hukukun rafa kalktığı bir dönemdeyiz. DGM'nin yerinde Anayasal Düzene Karşı Suçlar Bürosu; 28 Şubat'ın savcısı Nuh Mete Yüksel'in yerinde başkaları var. Dün olduğu gibi bugün de birileri cebinde çakı bile taşımayan, Türkiye ve 160 ülkede eğitim, kültür ve hayır işleri yapan insanlardan terör örgütü üretme peşinde. Adaletten de dinden de nasipsiz birileri, daha önce aynı suçlamalardan beraat etmiş insanlar hakkında Fethullahçı Terör Örgütü diye iftira atıp, Sümeyye suikastı gibi yalanlardan suç uydurmaya, dış bağlantı bulmaya çalışıyor. Hidayet Karaca, bir TV dizisi; Ekrem Dumanlı 2 yazıdan dolayı terörist diye yaftalanıyor.
Ülke içinde ve dışında hangi ciddi insana anlatsak gülmesine ve hukukun düşürüldüğü duruma acımasına neden olan saçmalıklar. Bunlar, 28 Şubatçılardan da beter. Hiç değilse onlar, kreşleri polisle basmıyordu. Hem de her gün birkaç insanımız şehit düşerken ve terör ülkeyi yaşanmaz hale getirirken.
Normal bir mahkemeye çıktığında çöken tüm iddialar gibi, ülke normale döndüğünde Hocaefendi'nin vatanseverliği yine tescillenecek. Masum insanlara terörist iftirası atanların, hangi kirli pazarlıklar sonucu, hangi çıkar uğruna ve hangi kirleri örtmek için bunu yaptığı da ortaya çıkacak. O gün gözü açılıp gerçekleri gören milletimiz de bunları yapanların yüzüne tükürecek ve müfteriler adalete hesap verecek.
Dikkat ederseniz, İslam ülkelerinden Batılı devletlere tüm dünya, Hizmet'e atılan bu korkunç iftirayı, müfterilerin yüzüne çarpıyor. Erdoğan ve AKP'yi ele geçiren “oligarşik yapı”, 2 yıldır tüm gücüyle Hizmet'in terör örgütü olduğu propagandasını yapıyor. Ama Fas'tan Endonezya'ya, Fransa'dan Almanya, Bosna, Rusya, Arnavutluk ve Nijerya'ya hiçbir devlet ciddiye almıyor. Aksine Hizmet'in barışçı sicili, birbirinden farklı onlarca devletçe tescillenmiş oluyor. Wall Street Journal gibi önemli bir gazete, terörist iftirası attıkları Gülen'in ‘Terör ve aşırılıkla nasıl mücadele edilir?' konulu yazısını yayımlıyor.
Sonuçta, demokrasiyi hiçe sayıp kendinden farklı düşünenleri yok etmeye çalışan, vatandaşlarını yabancılara jurnalleyenlerin sicili kararıyor. Olan, enerji kaybeden ülkemize oluyor. Unutmayalım, kendi vatandaşını “virüs, sıçan, çete, terörist” diye suçlamak, ne Hitler'e ne Kaddafi'ye ne Esed'e ne Saddam'a itibar sağladı