“Ona görev vermem”
Murat Belge 01 Ocak 1970
Tayyip Erdoğan, muhtar arkadaşlarıyla sık sık toplanıyor. Allah bozmasın, aralarında güzel bir uyum var. O onlara siyasi görüşlerini anlatıyor; onlar da, Cumhurbaşkanı huzurunda şerefyab olduklarını hissederek herhalde, uslu uslu dinliyorlar.
Daha önce de değindiğim, popülist- faşizan bir taban örgütlenmesinin bir cephesi.
Erdoğan bu yakınlardaki muhtar sohbetlerinden birinde CHP’ye hükümet kurma imkânı vermemesinin esbab-ı mucibesini açıklamış: “Bu makama hakaret edenlere görev mi vereceğim, yaaa!” yollu bir açıklama.
Cumhurbaşkanları kendilerini eleştirenlere görev vermez diye bir kural yok dünyada. Padişahlar, örneğin Umman Sultanı Kâbus, böyle davranabilir de, “cumhurbaşkanı” sıfatı taşıyanlara böyle bir hak verilmemiştir.
7 Haziran’da en yüksek oy oranını yakalayan, dolayısıyla en fazla milletvekili çıkaran parti CHP olabilirdi –1 Kasım’da olabilir. Ne olurdu ve ne olacak bu durumda? “Bu makama hakaret ettiler” diye Tayyip Erdoğan hükümet kurma görevini CHP’ye vermeyecek mi?
Tayyip Erdoğan’ın birkaç gün önce dile getirdiği düşünce tarzı ve mantığa göre, vermeyecek!
Nitekim vermedi.
8 Haziran’dan başlayarak bir “koalisyon komedisi” oynandı. Davutoğlu vakit geçirdi de geçirdi; top çevirdi de çevirdi. Böylece, Tayyip Erdoğan’la kararlaştırdıkları üzere, sonuç almama hedefine ulaştı. Kırk gün bekledikten sonra, kırk dört, kırk beş gün de bekleyebilir, ondan sonra “Kurulmuyor. Kuramadım” diyebilirdi. Böyle de yapmadı, iki üç gün kala ilan etti. Yani, bu verili sürenin bitmesine –teknik anlamda– süre vardı. Süre olduğu halde, Cumhurbaşkanı CHP’nin başkanına, “Bir de siz deneyin” demedi. Bana öyle geliyor ki zamanlama işi de bu jesti içine almak üzere planlandı. “Vakit kalmadı” gibi nesnel bir gerekçe değil; “Ben vermedim” gibi öznel bir uygulama. “Ben!” “Niye vermedin?” “Çünkü bana saygısızlık ettiler!”
Vahşi Batı’da haydutlar öldürdükleri adam için tabancalarına çentik atarlardı. Tayyip Erdoğan bozduğu kurallar için atabilirdi –ama tabancasında yer kalmadı.
Dünyanın her yerinde, yani “demokrasi” olan (az ya da çok) her yerinde, devletin temsilcisi olan cumhurbaşkanlarının “tarafsız” olması beklenir. Aslında monarşilerde bile aynı şey beklenir. Kraliçe Victoria herhalde Gladstone’dan hiç hazzetmezdi ama Gladstone yanılmıyorsam beş kere başbakan oldu.
Tayyip Erdoğan ise “tarafsız” olmayacağını daha cumhurbaşkanı olmadan ilân etti. Bundan daha fazla sadık kaldığı bir sözü de yok.
Ama bu son davranışını alışılmış “Partizan cumhurbaşkanı” çerçevesinde dahi düşünmek mümkün değil.
Çünkü doğrudan doğruya kendisi adına hareket ediyor. CHP ona laf etmiş. O da CHP’ye görev vermeyerek bu edepsizliği cezalandırıyor: “Bize hakaret edenlere görev mi verilir?”
E, “tarafsız” olmasını talep edebilirsin de, adam kendine taraf oluyorsa, buna ne diyebilirsin?
Bunu muhtarlara söylüyor. Muhtemelen oradaki muhtarların birçoğu da ona hak veriyor. Çünkü onların siyasi kültürü, demokrasi anlayışı da buralarda bir yerlerde. “Tabii canım, ne yapsın adam?” diyorlardır, “Kendisine hakaret eden kişiyi çağırıp ‘Haydi, seni başbakan yaptım’ diyebilir mi adamcağız? Her şeyin bir haddi var.”
Dolayısıyla Tayyip Erdoğan ve birçok muhtar dostunun siyaset anlayışlarının böyle uyuştuğunu tahmin ediyorum. Sokakta kavga eden adamların “Bana ha? Bana ha?” diye bağırışmasını yadırgamayız. Memleketi yönetme konumunda olanların böyle davranmaması gerektiğini öğrenmeye başlamıştık.
Ama şimdi, Tayyip Erdoğan sayesinde, öğrendiklerimizi unutmaya yöneldik. “Cumhurbaşkanı da insan değil mi? Adam kızar tabii.”
Bu da böyle bir demokratikleşme.