Bıçak kemiğe dayanınca
Yavuz Baydar 01 Ocak 1970
“Çarpıcı ve ses getirecek bir manşetle çıktığımız günlerde, açıkçası korkuyla bekliyoruz. Polis mi gelecek, SPK'dan birisi mi, yoksa Maliyeci mi?”
Bu sözler, İpek-Koza arama operasyonlarının başladığı günCHP Medya Komisyonu'nun ziyaret ettiği gazetelerden birinin yöneticisi tarafından dile getirilmiş.
Bıçak kemiğe dayandı.
Kaza 'ben geliyorum' demez ama faşizm 'ben geliyorum' der.
Diyor.
Ahmet Altan'ın önceki gün BUGÜN TV'de tane tane anlattığı gibi:
“Yarın, Doğan’a da, Sözcü’ye de, Taraf’a da, Birgün’e de, Cumhuriyet’e de gidecekler. Sürüden ayrılmamak ve bir bütün olarak davranmak gerekiyor... Bütün muhalefet partilerinin liderleri Koza İpek’in önünde olmalıydı. Sadece medya tehlikede değil. Onlara da saldıracaklar! Azınlığa düşen ve gelecek seçimleri kaybedecek bir iktidar var karşımızda...”
'Biz paralel değiliz, biz Kürt değiliz, biz solcu değiliz, ulusalcı değiliz, bize bir şey olmaz abi' günleri geride kaldı artık.
Şunu net olarak çerçeve içine alın:
Medyaya baskılar her gün katlanarak gidiyorsa, bu şu veya bu medyagrubunun aidiyeti, kimliği, meşrebi nedeniyle değil, sadece ve sadece iktidarın zorbalığı yüzünden oluyor.
Tek dert var:
Bağımsız ve özgür kalmış medyayı bitirmek.
Hakikati anlatan haberleri, itiraz ihtiva eden köşeleri susturmak.
Bu kadar basit.
Medya nasıl boğulur?
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun milletvekilleri Barış Yarkadaş, Utku Çakırözer ve Eren Erdem'le hiç gecikmeden komisyon kurması, vahim gidişata dair farkındalık ve birlik yaratılması yolunda çok önemli bir adım.
Bakın, ziyaret ettikleri meslektaşlarımızın anlattıklarından ortaya çıkan 'Bir medya nasıl boğulur' tespitlerine:
* Devlet suçları 'devlet sırrı' diye koruma altına alınıyor. Evrensel habercilik kuralları çerçevesinde doğru ve yansız kaleme alınan manşetler devletin en tepesinden teşekkür yerine açık tehdit ve dava ile karşılanıyor.
* Mülkiyeti dahi tartışmalı bazı medya organlarında, özel görev verilmiş bazı tetikçi kalemler meslektaşlarını hedef gösteriyor. Tehdit ediyor, savcı ve polis marifetiyle korku salmaya çalışıyor. Adalet bu rezalete kayıtsız kalıyor.
* Hükümet özgür ve muhalif medyaya keyfi akreditasyon dayatıyor. Basın toplantısı ve gezi gibi etkinliklere davet etmiyor. Medya birimleri yazılı sorulara yanıt vermiyor. Halkın anayasal haber alma hakkı engelleniyor.
* Muhalif kalemler ve medya kuruluşları bitmek bilmeyen, ağır tazminat hatta hapis cezası istenilen davalarla korkutulmaya çalışılıyor.
* Hükümete tam bağımlı savcı ve hâkimler tekzip (yanıt hakkı) müessesesini özgür medyayı susturma amaçlı kullanıyor. Muhalefet liderlerinin hükümeti hedef alan açıklamaları bile medyaya tekzip ettiriliyor.
* Anayasa medya kuruluşlarına el konulmasını açıkça yasaklarken terörle mücadele yasası kullanılarak matbaalar basılıyor.
* Kamu bankaları, şirketleri hatta düşük de olsa kamu payı taşıyan özel şirketler Ankara'nın açık talimatı ile özgür medyaya reklam ambargosu uyguluyor. Devletin büyük ihale müteahhitleri de aynı yasağa uyuyor.
Vesaire, vesaire.
Kapıdaki canavar renk körüdür
Aydınların son bildirisinde belirtildiği üzere, 'Faşizm' adlı filmin vizyona sokulmasına ramak kalmış vaziyette. CHP Komisyonu, tüm medyayı -tabii iktidar uşağı olanları dışarıda tutarak- gelişmeleri ortak zeminde 'izlemeye almaya' çağırıyor.
Yıllardır birbirine husumet beslemiş, yan gözle bakmış, bir kısmı hâlâ diğerinden intikam alma peşinde koşturan gazeteci camiası kapımızdaki canavarın renk körü olduğunu, önüne çıkan her şeyi ayrım gözetmeden yutacağını anlayıp, meslek onuru adına bakalım yan yana saf tutacak mı?
Demokrasi ve hukukun herkese lazım olduğu acaba kafalara yazıldı mı?
Kavgada önceliğin meslek içi didişmede değil, ülkenin geleceğiniyangından kurtarmak olduğunda fikir birliği var mı?
Bakalım, göreceğiz.