« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

14 Eyl

2015

KAYGUSUZ ABDAL (ö. 848/1444 [?])

Nihat Azamat 01 Ocak 1970

Alevî-Bektaşî edebiyatının kurucusu olarak kabul edilen mutasavvıf şair.

XIV. yüzyılın ikinci yarısında doğdu. Hayatına dair kaynaklarda bilgi yoktur. Hakkında bilinenler, ölümünden muhtemelen bir buçuk asır sonra kaleme alınan anonim menâkıbnâmesiyle eserlerindeki bazı ip uçlarından hareket ederek yapılan yorumlara dayanmaktadır. Menâkıbnâmeye göre Alâiye (Alanya) sancağı beyinin oğlu olup adı Gaybî’dir. İyi bir tahsil gören, döneminde geçerli bütün ilimleri öğrenen Gaybî aynı zamanda pehlivandı; ata binmede, ok atmada, kılıç kullanmada eşi yoktu. Ava çıkar, av hayvanları elinden kurtulamazdı. Bir av sırasında vurduğu bir geyiğin peşine takılan Gaybî, geyiğin gidip Elmalı’da Abdal Mûsâ’nın dergâhına girdiğini görür. Dervişlere geyiği sorar, onlar da görmediklerini söylerler. Konuşmaları duyan Abdal Mûsâ onu huzuruna çağırtır. Gaybî şeyhin huzuruna çıkınca bir geyik vurduğunu, geyiğin kaçıp buraya geldiğini belirtir. Abdal Mûsâ, “Attığın oku tanır mısın?” deyince “evet” cevabını verir, bunun üzerine şeyh kolunu yukarıya kaldırır. Gaybî, attığı okun Abdal Mûsâ’nın koltuğuna saplanmış olduğunu görür ve şeyhin müridi olmaya karar verir. Durumu öğrenen babası, Teke beyinin de yardımıyla Abdal Mûsâ’nın üzerine yürür. Abdal Mûsâ müridleriyle ona karşı çıkar ve gösterdiği kerametler sayesinde Teke beyini öldürür. Bundan sonra babasının da rızasını alarak Abdal Mûsâ’ya intisap eden Gaybî’ye şeyhi Kaygusuz mahlasını verir. Kırk yıl şeyhine hizmet eden Kaygusuz ondan icâzet alır ve ardından hacca gitmek için izin ister. Abdal Mûsâ’nın yanına verdiği kırk abdalla birlikte önce Mısır’a gider. Mısır sultanının huzuruna çıkan ve bazı kerametler gösteren Kaygusuz için sultan Nil kenarında Kasrü’l-ayn adlı bir dergâh inşa ettirir. Kaygusuz bir süre sonra hacca gider; hac dönüşü Şam, Halep, Kilis, Antep, Bağdat, Hille, Kûfe, Necef ve Kerbelâ’yı dolaşarak Hz. Ali ve Ehl-i beyt imamlarının kabirlerini ziyaret edip tekrar Bağdat’a gelir. Oradan Medâin, Sâmerrâ, Musul, Nusaybin yoluyla Abdal Mûsâ âsitânesine döner. Menâkıbnâme, Kaygusuz ve yanındaki kırk abdalın Abdal Mûsâ tarafından karşılanması, Kaygusuz’un cûşa gelerek şeyhine kavuşmasının sevincini anlatan bir şiir söylemesiyle sona ermektedir. Eserde Kaygusuz’un hayatının diğer dönemlerine dair bilgi bulunmamaktadır.

“Minbernâme”sindeki, “Âşık olsam adım tembel Alâyî / Eğer sûfî ise derler mürâyî” beytindeki Alâyî kelimesinden hareketle Kaygusuz Abdal’ın asıl adının Alâeddin olduğu ileri sürülmüştür (Güzel, Kaygusuz Abdal, s. 74). Ancak Alâî şairin Alâiyeli olduğunu gösteren bir nisbeden ibarettir. Öte yandan babasının adının Hüseyin b. Mahmûd, dedesinin adının Alâeddin b. Yûsuf olduğu şeklindeki bilgi de bir tahminden öteye geçmemektedir. Menâkıbnâmesiyle Abdal Mûsâ Velâyetnâmesi’nden ve şiirlerinden, onun Bektaşîliğin bir tarikat olarak örgütlenmesinden önce Anadolu’da Hacı Bektaş kültünün yerleşmesi ve yaygınlaşmasında birinci derecede etkili olan Abdal Mûsâ’nın müridi olduğu, kendisine Kaygusuz mahlasının mürşidi tarafından verildiği, XIV-XV. yüzyıllarda Anadolu’da yaygın bulunan Abdallar zümresine mensup olması dolayısıyla şiirlerinde Kaygusuz Abdal mahlasını kullandığı anlaşılmaktadır. Dilgüşâ adlı eserindeki, “Bu derviş dahi Muhammed Mustafâ’nın sekiz yüz yılında geldi” (s. 47) ifadesine dayanılarak Kaygusuz’un 1398 yılında doğduğu ileri sürülmüştür (Dağlı, s. 25-28). Doğru kabul edildiği takdirde Abdal Mûsâ’ya intisabı mümkün olmadığından bu tarihi onun Mısır’a geliş tarihi olarak yorumlayan Rıza Nur, menâkıbnâmede yer alan, Abdal Mûsâ’ya on sekiz yaşında intisap ederek kırk yıl hizmetten sonra Mısır’a gittiği şeklindeki bilgiden hareketle Kaygusuz’un Mısır’a geldiğinde elli sekiz yaşında bulunduğunu ileri sürer ve kırk yıl şeyhe hizmetin geleneksel bir ifade olduğunu göz ardı ederek 742 (1341) yılını doğum tarihi olarak kabul eder. Ancak onun bu tarihten sonra doğduğunu söylemek mümkündür.

Kahire Kaygusuz Sultan (Kasrü’l-ayn) Bektaşî Dergâhı’nın son şeyhi Ahmed Sırrı Baba, Kaygusuz’un Mısır’a ilk defa 791 (1389) yılında el-Melikü’s-Sâlih Hâccî döneminde geldiğini, 796’da (1394) hacca gittiğini, Necef ve Kerbelâ’yı ziyaret ederek 799’da (1397) Kahire’ye döndüğünü, 806’dan (1403-1404) itibaren kendisi için inşa edilen Kasrü’l-ayn Dergâhı’nda irşad faaliyetinde bulunduğunu ve 848’de (1444) vefat ettiğini kaydeder (er-Risâletü’l-Ahmediyye, s. 6). Yazılı bir kaynağa dayanmayan bu bilgiler, Mısır Bektaşîleri arasındaki şifahî rivayetleri yansıtması bakımından önemlidir ve kabul edilebilir tarihleri içermektedir. Nitekim menâkıbnâmede dergâhın inşası için verilen tarihle (807/1404) burada verilen tarih (806/1403) arasındaki yakınlık dikkat çekmektedir. Ahmed Sırrı Baba’nın ölüm tarihi olarak verdiği 1444 yılı birçok araştırmacı tarafından kabul görmüştür. Yine onun kaydettiği bilgiye göre Kaygusuz Abdal, vasiyeti üzerine Mukattam dağı eteğindeki mağaraların bulunduğu bölgeye defnedilmiştir. Rıza Nur, halkın Abdal kelimesini Abdullah’a dönüştürüp Kaygusuz’a Abdullah el-Megarevî dediğini, kendisinin de Mısır Bektaşîleri’nce Kaygusuz’un mezarı olarak kabul edilen Kasrü’l-ayn Dergâhı’ndaki mezarı birkaç defa ziyaret ettiğini belirtir. M. Fuad Köprülü, Evliya Çelebi’nin Kasrü’l-ayn Dergâhı’ndan bahsederken Kaygusuz Abdal’ı zikretmemesine ve Kaygusuz Baba Tekkesi olarak bir başka tekkeyi anlatmasına temas edip Kasrü’l-ayn ile Kaygusuz Abdal arasında ilgi bulunmadığını, bu tekkenin XVII. yüzyılın ikinci yarısında Bektaşîler’in eline geçmiş olabileceğini söyler. Ancak menâkıbnâme müellifinin 807 (1404) tarihli kitâbesini verdiği bu tekkeyi ayrıntılı biçimde tasvir etmesi bu görüşü tartışılır kılmaktadır. Öte yandan Kaygusuz’un Elmalı’ya bağlı Tekke köyünde bulunan Abdal Mûsâ Türbesi’nde gömülü bulunduğuna dair yaygın bir kanaat varsa da bu kanaati doğrulayacak kanıt bulunmamaktadır. Nitekim buradaki türbenin Abdal Mûsâ’ya ait olduğunu zikreden Evliya Çelebi Kaygusuz Abdal’ın mezarından bahsetmemektedir.

Kaygusuz Abdal’ın şiirlerinde adı geçen Murad Han’ın II. Murad, İshak Bey’in II. Murad devrinde Üsküp sancak beyi olan Semendire fâtihi Gazi İshak Bey, İbn Fenâî’nin de aynı dönemde şeyhülislâmlık yapan Molla Fenârî olduğu ve yine bu şiirlerde yer alan Bursa, Edirne, Sofya, Manastır, Filibe gibi yer adlarından onun Anadolu’dan Rumeli’ye geldiği ve bir süre Rumeli’de yaşadığı şeklindeki yorum genel olarak kabul görmüştür. Vasfi Mahir Kocatürk, XV. yüzyılda Vize’ye bağlı Saray kasabasından Sarayî mahlasını taşıyan ikinci bir Kaygusuz Abdal’ın bulunduğunu ve Rumeli’ye ait yer isimleriyle yukarıda anılan XV. yüzyılda yaşamış tarihî şahsiyetlerin adlarının geçtiği şiirlerin bu şaire ait olduğunu söyler.

Yûnus Emre’nin ilk takipçilerinden olan Kaygusuz Abdal, genellikle antolojilerde yer alan hece vezniyle yazılmış şathiye türü şiirleriyle tanınmıştır. Fakat onun heceyle olan şiirlerinin bütün şiirlerinin ancak beşte birini teşkil ettiği, diğerlerinin aruzla yazılmış olduğu tesbit edilmiştir. Aruzla olan şiirlerinde tasavvuf esaslarını anlatan Kaygusuz Abdal’ın halk edebiyatının koşma nazım türüyle kaleme aldığı, konuları bakımından ilâhi, nutuk, şathiye vb. şeklinde sınıflandırılabilecek şiirleri arasında en orijinalleri son iki grubu oluşturanlardır. Kaygusuz’un bu şiirlerinde hayata bağlılık ve mutluluk özlemi ön plandadır. Zengin çağrışımlar ve hayal dünyası şairi anlamı geri plana iten, neredeyse anlamsız, gerçek üstücü ve modern denilebilecek bir şiir dünyasına götürür. Kaygusuz Abdal’ın şiirlerinde bir tasavvuf şairinde rastlanması pek mümkün olmayan dünya ve eş-ya tasvirleri dikkat çeker. Karı dırdırından usanmak, bitten, pireden, sinekten yakınmak, kaba sofulardan kaçmak, iyi yemekler yemek, kırlarda, akarsu kıyılarında, bağlarda gezinmek, içki içmek, hayatın her türlü imkânından yararlanmayı arzu etmek işlediği başlıca konulardır (Eyuboğlu, s. 132). Şiirlerinde ince alaylarla okuyucunun dikkatini çekmek istediği görülmektedir. Şairin yemek kültürüyle ilgili şiirleri Orhan Şaik Gökyay tarafından yayımlanmıştır (bk. bibl.). Kaygusuz’un şiirleri atasözleri ve deyimlerle dolu olup Arapça ve Farsça tamlamalardan uzaktır. Bu özellik kısa, yer yer devrik cümlelerle kurulu mensur eserlerinde de görülür. Onun mensur eserleri de şiirleri kadar güzel ve Türk dili açısından önemlidir.

Bayramî Melâmîleri’nden Sârbân Ahmed’in mensuplarından Vizeli Alâeddin (ö. 970/1563) şiirlerinde Kaygusuz mahlasını kullanmıştır. Bu iki şairin şiirlerinin birbirine karışması ihtimali bulunduğunu söyleyen Abdülbaki Gölpınarlı ilkinin Kaygusuz Abdal, ikincisinin Kaygusuz mahlasını kullandığını ve şiirlerinin muhtevalarının farklı olduğunu belirtir. Olanlar Şeyhi İbrâhim Efendi de, “Kaygusuz Abdal’da hal galib idi, pîrimiz Kaygusuz ise hâle galipti, onun için ekser kelimâtı remiz ve şer‘a muhaliftir” diyerek (Gaybî, vr. 8b) bu iki şair arasındaki neşve farkına dikkat çeker. İbrâhim Efendi “ekser kelimâtı” ifadesiyle Kaygusuz Abdal’ın şathiyelerini kastetmiş olmalıdır. Kaygusuz Abdal’ın şiirlerinin büyük bir kısmıyla bazı mensur eserlerini ihtiva eden 901 (1495) tarihli bir nüshanın bulunması (Staatsbibliothek Marburg, MS, Or., Oct, nr. 4044, bk. Flemming, I, 326), Kaygusuz Abdal’ın şiirlerinin Kaygusuz Alâeddin’in şiirleriyle karışmış olabileceği endişesini büyük ölçüde ortadan kaldırmaktadır.

Bektaşîliğin teşekkülünden önce yaşamasına ve eserlerin de Hacı Bektâş-ı Velî’ye ve Bektaşîliğe atıfta bulunmamasına rağmen mürşidi Abdal Mûsâ ile birlikte Rum Abdalları ve Kalenderîler zümresine mensup olmaları, bu zümrelerin XVI. yüzyılda ortaya çıkmasından sonra giderek Bektaşîliğin içinde erimeleri sebebiyle Kaygusuz Abdal bu tarihten itibaren Bektaşîliğin önemli şahsiyetlerinden biri olmuş, Ehl-i beyt’e bağlılığı, tevellâ ve teberrâ sahibi olduğunu gösteren şiirlerinden dolayı Alevî-Bektaşî edebiyatının kurucusu sayılmıştır.

Abdülbaki Gölpınarlı Bektaşîler’de tennûre giyinmiş, eğninde haydarî, boynunda teslim taşı, belinde kemer bulunan, niyaz durumunda, saçları ortadan ayrılmış ve omuzlarına sarkmış, sakalı tıraşlı, bıyıkları uzun bir resmin Kaygusuz’un resmi olarak kabul edildiğini ve her Bektaşî tekkesinde bu resmin olduğunu kaydeder. Topkapı Sarayı Müzesi’nde, XVIII. yüzyılda eski bir minyatür örnek alınarak Levnî tarafından yapılmış minyatürde Kaygusuz’un başında horasanî taç, elinde nefîr bulunduğu ve tıraşlı olduğu görülmektedir.

Kaygusuz Abdal’ın Kahire’de kurduğu tekkenin Bektaşîler’in dört halife makamından biri olması (diğerleri Hacıbektaş, Necef, Kerbelâ), Kaygusuz’un Bektaşîler arasında şeyhi Abdal Mûsâ’dan daha üstün bir dereceye sahip bulunduğunu göstermektedir. Bektaşîler’ce lengeri dört kapıya (şeriat, tarikat, mârifet, hakikat), kubbesi on iki imama işaret olmak üzere dört ve on iki dilimli beyaz keçeden yapılan tacı ilk olarak Kaygusuz Abdal’ın kullandığı kabul edilir. Bu taca haydarî, hüseynî veya kalenderî taç adı verilir (Gölpınarlı, TDl., XIX/207 [1968], s. 396). Bektaşî dergâhlarında meydandaki on iki posttan biri Kaygusuz’u temsil eden nakib postudur (Ahmed Rifat, s. 291). Bektaşîler’de taç tercümanı olarak okunan kıtada yukarıda tasvir edilen tacın Kaygusuz’un icadı olduğu vurgulanmaktadır (a.g.e., s. 291).

Eserleri. 1. Budalanâme. “Bu kitaba delîl-i büdelâ ve defter-i âşık ve siyer-i sâdık derler” ifadesiyle başlayan eserin adı yazma nüshalarının çoğunda Budalanâme şeklinde kaydedilmiştir. Akl-ı maâşın gözünün dünyada ve âhirette kör olduğunu, onunla Allah’ın bilinemeyeceğini söyleyerek esere başlayan Kaygusuz Abdal yerle gök arasında iki direkli bir şehir (insan) bulunduğunu, bu şehre girmeyen kişinin Allah’ın sırrından bir şey anlayamayacağını belirttikten sonra bu ilmin akl-ı meâd ile bilineceğini, bu ilme “mantıku’t-tayr” denildiğini, onu ancak Süleyman’ın, Attâr’ın ve gönül gözü açık âriflerin bileceğini vurgulayarak çeşitli tasavvufî konuları anlatmaya başlar. Eser, Mevlânâ Müzesi (nr. 2467/9) ve İstanbul Üniversitesi kütüphanelerindeki nüshalarına dayanılarak Abdurrahman Güzel tarafından Kaygusuz Abdal’ın Mensur Eserleri (Ankara 1983) adlı kitabın içinde (s. 49-74) yayımlanmıştır. Budalanâme’yi Ahmed Saîd Süleyman Arapça’ya çevirmiştir (bk. bibl.). 2. Kitâb-ı Miglâte. “İsabet kaydeden ok” anlamına gelen miglâte kelimesi bazı nüshalarda “birini yanıltmak için söylenen söz” mânasında “maslata” şeklinde kaydedilmiştir. Bir dervişin rüyaları üzerine kurulan eser Budalanâme’nin sonunda anlatılan rüya ile başlar. Derviş rüyasındaki şeyhin şeytan olduğunu anlayınca ondan kaçar. Bir başka rüyasında aşk pazarına girer, buranın sultanının Hz. Peygamber olduğunu görür. Allah’ın bu cihanı yaratmak istediğinde önce Hz. Muhammed’in nurunu ve ruhunu, onun nurundan da Hz. Ali’nin nurunu ve ruhunu yarattığını, ikisinin nurunu bir kandile koyduğunu, bütün âlemlerin bu nurun yanmasıyla vücut bulduğunu ileri sürer. Derviş Hz. Ali’ye mürid olur. Bütün peygamberlerin ve evliyanın Hz. Ali’ye muhabbet ettiğini söyler ve diğer bütün peygamberlerle ilgili rüyalarını anlatır. Eser Kaygusuz Abdal’ın Mensur Eserleri adlı kitabın içinde yer almaktadır (s. 75-82). 3. Vücudnâme. Mü’minûn sûresinin insanın ana rahmine düşmesinden bahseden 12-14. âyetleriyle başlayan eserde yedi gezegenin, on iki burcun, insanın zâhirî ve bâtınî duygularının, ruhun, nefsin, dört büyük meleğin, nâsût, melekût, ceberût ve lâhût âlemlerinin, on sekiz bin âlemin hakikatleri kısa tanımlarla anlatılmış, âdem (insan) adlı bu şehri bilmek isteyenin insân-ı kâmile başvurması gerektiği belirtilmiştir. Bu eser de yukarıda adı geçen kitabın içinde yayımlanmıştır (s. 135-152). 4. Dilgüşâ. Mesnevi tarzında 168 beyitlik bir şiirle başlayıp mensur olarak devam eden eserde yer yer Farsça metinlere de rastlanmaktadır. Tasavvuftaki devir görüşünün ve vahdet-i vücûdun anlatıldığı kitabın sonunda Kaygusuz nefsi bilme konusunda birkaç söz söylediğini, âlim ve velî olmadığını, ibadet ve keramet bilmediğini ifade eder (nşr. Abdurrahman Güzel, Ankara 1987). 5. Saraynâme. Kaygusuz, manzum ve mensur karışık bir girişten sonra bu cihanın bir saray olduğunu söyler ve cihanı sembolik ifadelerle tasvir eder (nşr. Abdurrahman Güzel, Ankara 1989). 6. Divan. Kaygusuz Abdal’ın mürettep bir divanı yoktur. Çeşitli eserleri ihtiva eden Marburg nüshasında (MS, Or., Oct., nr. 4044) 130’un üzerinde şiiri bulunmaktadır (Flemming, I, 326-331). Türkiye kütüphanelerinde yer alan Kaygusuz Abdal’a ait yazmalardaki (Güzel, Kaygusuz Abdal Bibliyografyası, s. 5) şiirler bu nüshadakilerle karşılaştırılmadığından şiirlerinin kesin sayısını söylemek mümkün değildir. Menâkıbnâmesinin içinde yer alan seksen dokuz beyitlik “Dolabnâme” (s. 124-127), yetmiş beyitlik “Gevhernâme” (s. 118-123), elli sekiz beyitlik “Minbernâme” (s. 136-140) ve on beş kıtadan oluşan “Salatnâme” (s. 136-140) adlı manzumeleriyle iki terciibend, iki terkibibend ve iki müstezadın da divan içinde değerlendirilmesiyle oldukça hacimli bir divan elde edilmektedir. 7. Gülistan. Marburg nüshasının sonunda 3700 beyit olduğu kaydedilen eserin baş tarafı eksik olup 2140 beyit ihtiva etmektedir (vr. 140a-210b). Ankara Millî Kütüphane’deki yazmalardan (nr. 167, 645, 824/1) ikincisinde 1560, üçüncüsünde 2204 beyit bulunmaktadır. Bu durumda eserin tam bir nüshasına ulaşılamadığı anlaşılmaktadır. Ahadiyyet mertebesinin anlatılmasıyla başlayıp eserin girişinde devir görüşü işlenmekte, daha sonra çeşitli tasavvufî konulara temas edilmektedir. 8. Mesneviler. Kaygusuz’un eserlerini içeren mecmualarda (a.g.e., s. 74-76) tasavvufa dair üç hacimli mesnevisi yer almaktadır. Bunlardan 1017 beyitlik ilk mesnevi münâcâtla başlar, vahdete dair konulardan sonra Attâr’ın Mantıku’t-tayr’ına temas edilir. Bir mürşide bağlanmanın gereği vurgulanır, nefsin hakikati anlatılır. Darı çöreği, ayran, bal, kaygana, arpa ekmeği, yahni, burma, hurma ve yemek adlarının geçtiği bölüm dikkat çekmektedir. Daha sonra şair tekrar vahdet-i vücûda dair meselelere döner. “Küçük mesnevi” adıyla kaydedilen ikinci mesnevi 338, üçüncü mesnevisi ise 367 beyitten meydana gelir.

Sadece bir nüshası bulunan (İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 1102) Risâle-i Kaygusuz Abdal adlı tercüme eserin Kaygusuz Abdal’a ait olduğu kesin değildir. Abdurrahman Güzel, muhteva ve şekil bakımından Kaygusuz’un eserlerine benzediği gerekçesiyle bu risâleyi de Kaygusuz Abdal’ın Mensur Eserleri adlı kitabı içinde yayımlamıştır (s. 155-169).

Ziyaret -> Toplam : 125,25 M - Bugn : 6454

ulkucudunya@ulkucudunya.com