Tayyip Erdoğan’ın eşref saati
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
AK Parti, 1 Kasım seçimlerine, bünyesinde filizlenmeye başlayan büyük bir çatlakla gidiyor. Herkes, Cumhurbaşkanı’yla Başbakan arasında ihtilâf olduğunun farkındaydı ama hiç değilse“Tayyip Erdoğan, iktidarı kısmen de olsa Ahmet Davutoğlu’yla paylaşır” diye düşünüyordu. Fakat hayır… Erdoğan, MKYK üyelerinin tümünü kendisi belirlemek istedi. Zira o MKYK, milletvekili aday listesinin hazırlanmasında da birinci derecede etkili olacak. Davutoğlu, sarayın iradesine karşı çıkmaya yeltendi ama nafile. Binali Yıldırım kozu devreye sokuldu. Binali Yıldırım’ın aday olmak için kısa sürede 900 imzaya ulaşmasından anlaşılıyor ki, partinin tek hâkimi Tayyip Erdoğan. O istediği için delegeler Yıldırım’ı destekliyor. Gazeteler, Davutoğlu’nun boyun eğdiğini, Erdoğan’ın da Yıldırım’ı Genel Başkan adaylığından çektiğini yazıyor. Milletvekili adaylarının tespitinde de gene Ak Saray’ın belirleyici olacağını tahmin etmek kolay.
Şu yaman çelişkiye bir bakın… Bir yandan Davutoğlu, “İstikrar için AK Parti” mesajını veriyor; bir yandan partinin içinde istikrar yok. Keyfiliğin hüküm sürdüğü, kuralların devre dışı kaldığı, siyasi geleneklerin gözardı edildiği yerde istikrardan söz edilebilir mi? Partinin Genel Başkanı ve Başbakan olarak önümüzde sadece bir “suret” duruyor; ipler Erdoğan’ın elinde.
Yıldırım Akbulut’tan özür dilemeliyiz. “Özal’ın emanetçisi” diye kendisiyle bir hayli dalga geçilmişti. Ama Davutoğlu’nun yanında o zemzemle yıkanmış bir Başbakan görünümünde.
1 Kasım’da istikrar istiyorsak, “tek adam” keyfiliğine son vermeliyiz. Adı üstünde keyfilik, hukuka bağlı olmayan, günlük esintilere göre şekillenen davranışları ifade eder. İstikrar için kurallara bağlılık, hukuka saygı, dolayısıyla öngörülebilirlik esastır. Bugünkü yönetimde ise Türkiye, Tayyip Erdoğan’ın eşref saatine göre şekilleniyor.
Kem küm dili
Yalan söyledikleri kekelemelerinden belli… aHaber’de Murat Akgün, Cizre’de fırınların ekmek yapmaya devam ettiğini belirten Başbakan Ahmet Davutoğlu’na soruyor: “Sokağa çıkma yasağı olduğuna göre güvenlik güçleri ev ev dolaşıp ekmek mi dağıtıyor, nasıl oluyor?”
Ve işte Davutoğlu’nun tam cevabı: “Fırınlar açılıyor. Fırınlar koruma a-a-altında. Çok güvenlik birimleri de ekmek. Yani ihtiyaç. Hiçbir anlamda gıda eksikliği yaşanmaması için gerekli yaşanmaması için gerekli tedbirler alınıyor. Metre metre dediğim gibi yavaş ilerlemek lâzım, bu anlamda sivil kayıp olmadı.”
Murat Akgün, her gazetecinin aklına gelen ilk soruyu sormuştu. Zira Başbakan, sokağa çıkma yasağının günlük yaşantıyı etkilemediğini fırın örneğiyle veriyordu. İyi de bu ekmekler evlere nasıl ulaşıyor? İnsanlar hastaneye bile gidemiyorlar. Ölüleri dahi gömemiyorlar. Elektriksiz, susuz, evlerinin en güvenli bölgelerine sığınmış, korku içinde yaşıyorlar. Sorunun cevabını Başbakan’ın bilmediği “kem küm” açıklamasıyla ortaya çıktı. Daha önce de Efkan Ala’nın kem kümüne şahit olmuştuk. Onun iddiası da paralel polislerin usulsüz dinlemeler yapmasıyla ilgiliydi.
Kendisine sordular: “Polislerin paralel yapı mensubu olduğunu nasıl tespit ediyorsunuz?”
Efkan Ala cevap verdi: “Şimdi bakın kendi öncüllerinizi ortaya koyduğunuz işin içinden, yani bu soru şimdi paralel yapı olduğunu nasıl anlıyorsunuz. Suçu, organize bir suç işlenmiş mi?
Bir dinlenmemesi gerek bir yer dinlenmiş mi? Dinlenmiş yasal olmayan bir şekilde. O kişiyi kaç kişi dinlemiş onu? Kaç kişi dinlemiş. Onların hepsi tespit ediliyor. Tespit edildiği zaman biraz önce söylediğim araçları kim almış. Bunlar tespit edildiğinde kim almışsa yasal olarak kim o meselenin içerisindeyse, altına imza atmışsa onlar gönderiliyor. Bir de hani şey vardır, memleket kimin ne olduğunu biliyor. Bir suç işlenmiş, devlet, bu suçu işleyenlerin üzerinden bir soruşturma yürütüyor. Yoksa suç işlememiş olanlara yönelik tabanda, efendim, işte insanlara bir zamanlar bir şeyin içerisinde olmuşlar, onlara yönelik bir şey yok. Bir çaba, bir soruşturma yok.”
Kusura bakmayın beyler, “kem küm” dilini bilmediğimiz için sizi anlamakta zorlanıyoruz.