« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

24 Nis

2007

HÜZÜNLÜ BİR DAVA DİLEKÇESİ

Alper AKSOY 24 Nisan 2007

MİLLETİN MHP’YE İTİMAT DUYGUSU

18 Nisan’a kadar Ülkücü Hareket’in Türk Milleti indinde özel bir kredisi vardı... Bu özel kredi daha yetmişli yıllarda bile %20 oy potansiyeline işaret ediyordu. Ediyordu ama niye oya dönüşmemişti?.. Dönüşmemişti çünkü “MHP’ye evladımı verdim ama oyumu veremiyorum çünkü boşa gitmesinden korkuyorum!”du bunun sebebi... Boşa gitmenin ne anlama geldiğini bilmek için 70’li yılların “Kara Oğlan” rüzgarını ve bunun melanetlerini görmek ve yaşamak gerekir.

Türk Milleti MHP’ye oyunu vermediği dönemlerde bile MHP’ye sonsuz bir güven ve engin bir muhabbet beslemiştir... Türkiye’de solun beceriksizliği, militarist şirreti, İslam’a karşı soğuk ve hatta “laiklik” kisvesi altında “Haçlı” tavırlarını bu millletin halis sağduyusu doğru etüd etmiş sola karşı cepheyi küçültmemek için “evladını verdiği MHP’ye” oyunu verememiştir.

Hatta Türk Milleti, milli ve manevi değerlerin şiddetli saldırılara maruz kaldığı dönemlerde “Bak! Kafamı bozma, oylarımızı MHP’de toplayıp hepinizin tozunu bir gecede atarız!” gibisinden şer odaklarına karşı MHP’yi bir tehdit unsuru olarak kullanmıştır... Tabi bu davranışın altında MHP’ye karşı engin bir itimat duygusu yatmaktaydı.

KALPTEN KALBE GİDEN YOLLAR
Ne yollardı o yollar ama... Kars’taki bir ülkücü Trabzonda bir ülküdaşıyla karşılaşsa sevgiyle kucaklarlardı birbirlerini.Ne özge duyguydu ülküdaşlık, ne özge duyguydu gönüldaşlık!.. Bakışlarımızdan, gözlerimizin ışıklarından anlardık kim olduğumuzu. 76’da atandığım Adıyaman Besni Öğretmen Lisesi’ne gidiyordum... Bindiğim bir otobüste kara yağız delikanlı her fırsatta projektör gibi otobüsü tarıyordu. Biliyordum canı sıkılmıştı, bir ülkdaş arıyordu konuşmak için... Neden sonra geldi yanıbaşıma oturdu:

-Siz ülküdaşımız olmalısınız mutlaka, dedi.

Nedense tedbirim tuttu o an -belki de ilk defa Güneydoğuya gidiyor olmamdandı- “Hayir değilim” deyiverdim birden. Biraz daha konuştuktan sonra bana sondaj yapan bir solcu militan olmadığını anladim ve kendimi tanıtıp sarıldık birbirimize.

İlk Güneydoğu seyahatim için bindiğim otobüste tesadüfen taniştiğimiz bu kara yağız delikanlı Adıyaman Ülkü Ocakları başkanı Remzi Aslangöz’dü... Bu tanışmamdan bir yıl sonra Adıyaman’da iki ülküdaşı ile beraber şehitlik mertebesine erdi ve salını omuzlamak acısını yaşamıştım.

Gücümüz ve birlikteliğimiz kalpten kalbe giden yollardan geçiyordu; aynı anda aynı şeylere sevinmek ve aynı şeylere üzülmek... Tunceli ilköğretmen okulunda başkaldıran Bozkurtların sevincini Balıkesir’de yaşamak, Adapazında sürgün bir öğretmenin göç hüznünü yüreğinizde duymak, İmamoğlu’nun cenazesinde tek yumruk olmak... Vücudun kılçal damarları ne işi yapıyorsa kalbi yollarımız da aynı fonksiyonu görüyordu.Onun için zindeydi bedenimiz, onun için dinamiktik.

Şimdi ayaklarımız şiş,belimizde kulunç var; değil koşmak yürümekte bile zorlaniyoruz, çünkü kılcal damarlarımız tıkalı, kalpten kalbe giden yollarımız kapalı.

OCAK İDEALİZMİ ve MUTLULUK
“Partililerimizin “bindirme kıtaları” yoktu, hatta partililer attıkları her adımda “Ocak idealizmi”ni hesap ederlerdi... “Kalbi yollarımızın açık olduğu yıllarda kollektif olarak yaşardık ülkü idealizmini. Ülkücülüğümüz büyük bir kitleye tutunma aksesuarı değildi, kalbi yollardan beyne giden yüce bir şuurdu. Ülkücüler için ne güzeldi o günler bre!.. Dört Otobüs dolusu vekilimiz yoktu, hepsini toplasan bir taksinin arka koltuğuna sığar, ön koltuk da boş kalırdı. Anlı şanlı makamlarımız, kırmızı plakalarımız, para babalarımız yoktu. Amma bir ülkü erlerimiz vardı gardaşım, yürekleri volkan gibi yanardı ülkü ateşiyle... Omuzu düşük “Reis”lerimiz yoktu, hilesiz hurdasız, ideal eri “başkanlar”ımız vardı bizim, ocak mensubu gardaşlarını nasıl şefkatle basarlardı bağırlarına?.. Partililerimizin “bindirme kıtaları” yoktu, hatta partililer attıkları her adımda “Ocak idealizmi”ni hesap ederlerdi...

Ocaklarımızda her yıl kongrelerimiz yapılır, başkanlarımızı parti merkezi -yani Başbuğ bile- atamaz ve ülkücü gençlik kendisi seçerdi... Beceremeyen görev süresi dolmadan ayrılır, beceren de kazık çakmazdı teşkilata... Yaş ortalamaları da şimdiki gibi kırkı bırak, otuzbeşi geç, otuzu da atla, yirmibeşi geçmezdi bre!..

Cepte paramız da ne kadar kıttı... Birinci paketi olan masaya atar ardından biraz nazlanarak da olsa beyaz Maltepe çıkardı salınarak. Üç vekille iki bakanlık almıştık anasına satim, dünyalar bizimdi ve mutluluğun en güzel ışıkları gözlerimizde parlardı... Hele Muharrem Başkan gazete manşetlerinde “Bizim istihbarat teşkilatımız devletinkinden daha güçlüdür” diyorsa yak bir Birinci daha!..

Kazara 128 vekilimiz olsaydı Başbakanlık zaten bizimdi, Meclis Başkanlığı çantada keklik, Çankaya namlunun ucundaki turnaydı... Paramız yoktu, anlı şanlı makamlarımız, kırmızı plakalarımız yoktu ama “ülkücü” olarak bükülmez bileğimiz, yıkılmaz onurumuz vardı bre!... Başımız ne kadar dikti çünkü milletimizin güvenini kazanmıştık, yumruğumuz ne kadar sertti çünkü kirli hiçbir işimiz, alaveremiz dalaveremiz yoktu; işte bunun için pervasız, işte bunun korkusuzduk!..
***
“Kimileri kaybettiği oylarına, kimileri kırmızı plakalarına, kimileri bürokrasi deki makamlarına, kimileri Meclis’teki koltuklarına yanıyor ah - mak - ça... “

Ve gün döndü devran değişti...
Bir yel esti bağrımıza gardaşım; gün yeli mi desem, sam yeli mi desem, ne desem!..

Kimileri kaybettiği oylarına, kimileri kırmızı plakalarına, kimileri bürokrasi deki makamlarına, kimileri Meclis’teki koltuklarına yanıyor ah-mak-ça...

Bunların hiçbirisi vallahi de, billahi de umurumda değil!.. Ah benim neler kaybettiğimi bir bilse onlar, bir anlatabilsem onlara ülkücüden ülkücüye giden bir yol vardı kalblerimizde, ne oldu?..Ocak idealizmi ne oldu?.. Bu idealizmin verdiği mutluluk, ne oldu?..

Milletimin huzuruna “sözüne güvenilir ülkü erleri” olarak çıktığımız günler de geride kaldı... Üzerimize çevrilen gözlerde “Vallahi sıtkımı sıyırdım senden” mısralarını okuyoruz... Sanki “Bre ülkücüler, bre MHP’liler, ne umutlarımız vardı sizin için, hepinizi çelik leventler sanıyorduk, mantar çıktınız bre, mantar!..” sözleri çınlıyor kulaklarımızda... “Ülkücüler de sözüne güvenilmez kadrolardır” imajını kim sürdü bu temiz yüzüme, şimdi bunu nasıl sileceğim ben, kimbilir kaç yılımı alacak bu uğraş?..

Makamlarınızı mevkilerinizi, plakalarınızı, paralarınızı, oy sandıklarınızı alın başınıza çalın!.. Hepinizden davacıyım!..Bana tertemiz ideallerimi geri verin bre, namerde boyun bükmeyen dik başımı geri verin, sütten ak alnımı geri verin, “sözüne güvenilir” imajımı geri verin, cebimde beş parasız Birinci paketi ile ocaklarda yaşadığım mutluluğu geri verin, şehit ülküdaşlarımın kanlarını geri verin, kara zindanlarda harcanmış gencecik yıllarımı geri verin, kaybettirdiğiniz ülküdaş sevgisini geri verin, kalbten kalbe giden yollarımı geri verin, ocak idealizmimi geri verin!..

Halim Kaya

26 Kas 2024

Süleyman Eryiğit’in yazdıklarından daha önce hiçbir yazısını okumadım. Mümtaz Turhan, Sabri F. Ülgener, Ömer Lütfü Barkan, Mehmet Genç gibi hocaları okuyup Osmanlının geri kalışının sebepleriyle ilgilenmeye başladığımdan ve özellikle de Mehmet Genç’in iki ciltlik “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” adlı kitabını okuduktan sonra “Osmanlı ve Kapitalizm” konusu daha dikkatimi çekmeye başladı.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

26 Kas 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 126,29 M - Bugn : 125715

ulkucudunya@ulkucudunya.com