En büyük `uzlaşma` Türkiye Cumhuriyeti'dir
UFUK SÖYLEMEZ 01 Nisan 2008
TÜRKİYE'NİN kurucu ruhu ve değerleri ağır bir saldırı altında...Uzun bir süredir aralıksız vurguladığımız bu gerçek, bakmasını bilen gözlere her gün yeni bir uyarıcı kanıtını sunuyor. Her yeni kanıt, dış eksenli bir planın yerli işbirlikçileri tarafından yürütülen organize ve sistematik bir operasyonun en büyük uzlaşmamızın çökertilmesi yolunda önemli mesafe alındığını gösteriyor.
Kutsal antla mühürlendi
Şimdi en büyük uzlaşmayla neyi kast ettiğimiz sorulabilir. Kurucu ruha ve değerlere sahici ve samimi bir sadakatle bağlı olan herkes için bu sorunun cevabı çok basittir ve tektir: Adını, tüm bölgeyi yeniden haritalandırmak için habis bir projeyi yürütenlerin haçlı atalarına neredeyse bin yıl önce Türkiye olarak tescil ettirdiğimiz bu topraklarda yaşayan Türk Milleti olarak bizim en büyük uzlaşmamız, 29 Ekim 1923'te yedi düvele varlığını sonsuza kadar koruyacağımıza yemin ettiğimiz ulus-devletimiz, Türkiye Cumhuriyeti'dir. En büyük uzlaşma, üzerinde inşa edildiği temeller, her türlü yıkıcı saldırıya karşı korunmuş, bu doğrultudaki teşebbüslere karşı her türlü anayasal ve yasal tedbirin alındığı uzlaşma demektir. O adeta kutsal bir antla mühürlenmiştir. Çünkü onun temellerinin sarsılması ve yıkılması en büyük uzlaşmamızın bozulmasından, yani Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsız varlığının son bulmasından başka bir anlama gelmeyecektir.
AKP'ye açılan davanın anlamı
YARGITAY Cumhuriyet Başsavcısı'nın, başvurusu kabul edildiği takdirde, nihai kararı Yüce Yargı'nın vereceği davasını, işte bu doğrultuda yapılmış anayasal, dolayısıyla sonuna kadar meşru bir girişim olarak değerlendirmek zorundayız. Amacı en büyük uzlaşmamızın kurucu temellerini korumaktır ve yürütülen görevin bir gereği ve yükümlülüğüdür. En büyük uzlaşmamızı koruma görevini ve yükümlülüğü yerine getirmek adına nihai kararı da, dava kabul edildiği takdirde, Yüce Yargı verecektir.
Ancak Yargıtay Başsavcısı'nın en büyük uzlaşmamızı korumak adına Yüce Mahkeme'ye yapmış olduğu dava açma başvurusundan bu yana şahit olduklarımız, sadece hukukun üstünlüğü açısından çok vahim manzaraları ortaya çıkarmış değildir. Aynı zamanda en büyük uzlaşmamızı, yani Türkiye Cumhuriyeti'ni, çökertmek için operasyonun yerli işbirlikçilerinin ne kadar pervasızlaştıklarını gösteren ibret verici gelişmelerle doludur.
Bu gelişmelerden biri, ne kadar iyi niyetli olursa olsun ve iyi niyetli olduğu iddia edilirse edilsin, özellikle önemlidir. Söz konusu girişim, TÜSİAD ve TOBB öncülüğünde siyasi kutuplaşmayı önlemek için tarafların sağduyuya, bu çerçevede bir geri adım atıp uzlaşmaya davet edilmesidir. Bu çeşitli açılardan talihsiz bir teşebbüstür; ama en talihsiz yönü en büyük uzlaşmaya yönelik anayasal bir görevin yerine getirilmesinin sağduyuya ve uzlaşmaya aykırı olduğu imasını içermesidir; veya böyle anlaşılmaya çok elverişli olmasıdır.
Cumhuriyeti savunmasız kılmak ne zaman "sağduyu" oldu?
SAĞDUYU, yetkin sözlüklerde "doğru, sağlıklı yargılar verme yetisi" olarak tanımlanan bir muhakeme gücünü ifade etmektedir. Uzlaşma, herhangi bir anlaşmazlıkta tarafların bir müzakere süreci sonunda karşılıklı tavizlerle önceki pozisyonlarına göre bir geri çekilme sayılabilecek bir ortak tavır veya pozisyon üstünde anlaşmaları demektir.
Şimdi bu tanımları aklımızda tutarak meseleye bakalım: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın AKP hakkında bir kapatma davası açılması için Anayasa Mahkemesi'ne başvurduğu günden beri şahit olduğumuz olayların bir gerilime yol açtığı doğrudur. Ancak bu gerilimin nedeni, Anayasa Mahkemesi'nin dava açılma talebini, kabul edip etmeyeceği dahi belli değilken -muhtemelen hafta başında belli olacaktır- medyanın yürütülen dış merkezli operasyonun bir parçası olan unsurlarıyla, iktidardaki zihniyetin hakimiyeti altındaki kısımlarının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı'na karşı hala devam eden ve hukukun üstünlüğünü yerle bir etmekle kalmayıp, her biri aynı zamanda ağır suç teşkil eden ithamlarda bulunmalarıdır. Dahası bununla yetinmeyip, tam bir hafta sonra aralarında İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu ve Doğu Perinçek gibi isimlerin bulunduğu oniki kişinin sabaha karşı apar topar evlerinden alınarak sorguya alınmalarını Yargıtay Başsavcısının açtığı davayla irtibatlandırmalarıdır.
Asıl sağduyu "uzlaşmamıza" sahip çıkmaktır
Yİne iktidardaki zihniyetin temsilcilerinin, kendileri hakkında, en büyük uzlaşmamız olan Cumhuriyetimizin temel niteliklerini sarsma gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi'nde 17 klasör belge eşliğinde 162 sayfalık bir iddianameyle yapılan dava açılma başvurusunun kamuoyuna mal olmasından itibaren sergiledikleri tavırlardır. Bunların en önemlisi, AKP'nin kapatılmasını önlemek için, Anayasamızın en büyük uzlaşmamızın temellerini korumaya yönelik mekanizmalarını ortadan kaldırmayı dahi göze alabilecekleri doğrultusunda verdikleri güçlü sinyallerdir.
Açıkçası, bu sinyaller doğrultusunda harekete geçildiği takdirde, ulus-devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin en ayırt edici vasfı haline gelmiş olan laikliğin yerle bir olması; dolayısıyla, emperyalizmin gönüllü oyuncağı, gözü dönmüş tarikatçı ve dinci yapılanmaları karşısında en büyük uzlaşmamızın temellerinin savunmasız bırakılarak, Türk Milleti'nin üzerinde istenen her oyunun oynanabildiği şekilsiz bir ümmet yığını haline gelmesiyle noktalanacak süreçlerin önünün açılması mukadder hale gelecektir. Bu, gözleri nefretle kararmış olanların Türkiye'nin geleceğini karartmasına izin vermek demektir ve Türkiye Cumhuriyeti'ne ihanetle eşanlamlıdır.
O zaman, haklı olarak şu soruyu sormamız gerekiyor: Sağduyu, doğru, sağlıklı yargılar verme yetisi ise, sağduyu çağrısının muhatabı neden, en büyük uzlaşmamız olan Cumhuriyetimizin temellerini korumak için, sırf görevinin ve yükümlülüğünün gereklerini yerine getiriyor diye Yargıtay Başsavcısı'na yapılan hukuk dışı saldırılara göğüslerini siper edenler olsun? Yine, dava açıldığı takdirde kendisine yapılan ithamlardan güçlü bir savunmayla aklanmaya çalışacak yerde, kendisini kurtarmak için, Anayasa'yı tebdil, tağyir ve ilga gibi yorumlanması kaçınılmaz olan Anayasa değişikliğine gideceğinin sinyallerini veren iktidar partisi sağduyu çağrısının yegane muhatabı olması gerekirken, neden ana muhalefet partileri de sağduyuya davet edilsin? Hem muhalefet partilerine bir adım geri atın ne demek oluyor? Bu, en büyük uzlaşmamızı korumak için Yüce Meclis'te Türk Milleti huzurunda içtiğiniz anda boş verin, onu yerle bir edecek bu girişimi görmezlikten gelin demek değil midir? Bunun neresi sağduyu? Uzlaşma ne zamandan beri en büyük uzlaşmamız olan Cumhuriyetimizin temellerini yıkmak için kendi pozisyonunu terk etmek oldu? Bunun hayat hakkın önemli değil, yeter ki uzlaş demekten ne farkı var? Sözün özü, sağduyu ne zamandan beri bile bile lades demek oldu?
Türkiye ağır saldırı altında
Türkİye çok ama çok ağır bir saldırı altında... Öyle ki, sağduyu adına sağduyuyu yerle bir eden tutumlar sergilenebiliyor; tıpkı uzlaşma adına en büyük uzlaşmamız olan Cumhuriyetimizin temellerinin yerle bir edilmesinde uzlaşın şeklinde yorumlanmaya elverişli sözde sağduyu ve uzlaşma çağrısında olduğu gibi. Yazık! Gerçekten çok yazık! Sağduyumuzu bu kadar kaybetmemeliydik.