« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

01 Nis

2008

İkibin yıllık savaşta uzlaşma olmaz

Yiğit BULUT 01 Nisan 2008

Son iki gün içinde, "en sağından en soluna" bütün yayın organlarında yer alan analizleri bir kez daha inceledim. Vardığım sonuç net; üzerinde yol aldığımız bir "gemi" ve bu geminin dümenini ele geçirip "çatışan iki taraf" var; laikler ve laik olmayanlar... Veya daha değişik ifadesiyle "yerleşik sistemden yana olanlar veya karşı olanlar..." Peki "durum" bu kadar basit mi? Bu savaşı kim kazanacak?

Sevgili dostlar, son yaşananları gördükten ve arkada dönen çarkı biraz anlamaya çalıştıktan sonra, çok açık söyleyeyim; "Türk toprakları" üzerindeki "çatışmanın" laik, anti-laik kadar "kesin köşeli", "iyi tanımlanmış" ve en önemlisi bu kadar basit olmadığını, yaşadıklarımızın Cumhuriyet tarihinden hatta Osmanlı'dan önce başlayan bir "savaşın" uzantıları olduğunu düşünüyorum. Nasıl mı? İstanbul'un Roma İmparatorluğu'nun belli bir dönem iki başkentinden biri olmasından yola çıkarak; Roma (yazıda küresel güçleri temsil ediyor) ile İstanbul coğrafyası arasındaki iktidar savaşını, 2003 sonrası oluşan eldeki yeni bilgileri de ekleyerek, yeniden sorgulamak istiyorum.

Roma (Avrupa) İstanbul (Anadolu) coğrafyası arasındaki iktidar mücadelesi M.S 330'da başladı ve Osmanlı'nın gerekli ekonomik değişimi sağlayıp Avrupa ile birlikte atağa kalkamadığı 1700'lerin başına kadar sürdü. Mücadele Roma tarafından kazanıldı ve İstanbul coğrafyası Avrupa tarafından "devşirilir" hale geldi. Bugün yaşadığımız AB süreci de hâlâ bu anlayışın maalesef bir parçası. 1900'lerden sonra bu sürece, Avrupa'nın idealleri uğruna, Müslüman coğrafyasına tezleriyle hakim olabileceği düşünülen İstanbul'un dönüştürülmesi ve özellikle Alman çıkarları uğruna kullanılması eklendi. Almanya diğerlerinden ayrışarak Osmanlı üstünde kesin bir avantaj elde etti. Alman İmparatoru II. Wilhelm'in Müslüman olduğu haberleri eşliğinde, Ortadoğu'ya hakim olma yolunda, İstanbul coğrafyası kullanıldı.

2. Dünya Savaşı'nda ve öncesinde de durum farklı değildi. Rus tehlikesine karşı dine dayalı sivil unsurlar ABD ve Almanya tarafından harekete geçirildi. Bu süreç, Almanya'nın Ortadoğu petrollerine dokunmadan Orta Asya petrol bölgelerine ulaşması şartıyla İngiltere ve Fransa tarafından da desteklendi. Savaş sonrası Türkiye'nin NATO'ya katılım sürecinde dahi Türkiye, kurulacak bir Ortadoğu komutanlığı mantığı ile yapıya zoraki alındı. 1980 sonrası da aynı mantığı gördük. "Ilımlı İslam devleti" mantığı altında Ortadoğu ve Orta Asya'da hakim olmak isteyen Roma'nın yine bu coğrafya üzerindeki oyunları sürece hakimdi. Devletin resmi organlarında "Kemalist laiklikten Osmanlı sekülarizmine" başlıklı raporlar yayınladı. Yeni bir sentez pompalandı.

1999 ekonomik krizi sonrası ve özellikle 2003 döneminden hemen sonra aynı mantığın ortama hakim olduğunu gördük. Ortadoğu'ya "model" ve "ağabey" olacak bir Türkiye modeli. Arap ülkelerine sevimli görünmesi gereken Türkiye'de, TBMM'den ABD'ye izin veren tezkere geçmedi. Tezkerenin geçmeyişi Ortadoğu'da alkışlandı. 80 yıl sonra Arap krallar Türkiye'ye geldi, Dolmabahçe Sarayı'nda kabul gördü. Yukarıda tarif ettiğimiz yapı, dünya genelinde oluşan ekonomik yeni düzenin etkisiyle dönüştürülmek istenen Türkiye'de "aşırı liberalleşme" ve "devletin etki alanları dışına itilmesi" gibi kavramların öne çıktığı bir dinamiği zorladı. Daha doğrusu ekonomik dönüşüm ve AB üyeliği gibi halen hayata geçmediği için "sanal" diyebileceğimiz tezler ortaya atılarak Roma-İstanbul iktidar savaşında karşı taraf önemli avantaj sağladı.

Sonuç: Roma-İstanbul çizgisindeki iktidar savaşını sorgularken Roma'yı sadece Avrupa olarak düşünmeyin. M.S 300'lerden itibaren kavramsal olarak başlayan çatışmanın tarafları ve son olarak küreselleşen dünya düzeninde bütün unsurlar "Roma" kavramı altında toplanabilir. Bu noktada bize düşen; küreselleşme gerçeğini de kabul ederek ve hatta gerektiğinde kullanarak, "ekonomik, finansal, üretime dayanan" bütün dinamiklerin elimizden çıktığı bir yapı içinde, çağlar sürmüş bu savaşı, "o satıldı, bu satıldı" algılamasından daha derin noktadan kavramaya çalışmak, sorgulamak...

Son söz: Gördüğümüz kutuplaşmalar, "laik, anti-laik", "ulusalcı-Avrupacı", "liberal-tutucu" gibi bütün kutuplaşmalar "yukarıda" anlatmaya çalıştığım "savaşın" görünen ve algılatılan uzantıları... İşin özü "bu toprakların" sahiplerine bırakılmadan "kontrol" edilmesi... Bu gerçeğe inanan herkesi "birbirimizi bölmeden" birlik olmaya ve "gerçek düşmanı" algılamaya davet ediyorum... Düşmanla uzlaşmaya değil!

Ziyaret -> Toplam : 125,23 M - Bugn : 114732

ulkucudunya@ulkucudunya.com