Bulantı
Gökhan Bacık 01 Ocak 1970
Liberal doktor ameliyathaneye girerken kendisi gibi liberal asistanının göz işaretini fark etti. “Demek ki ameliyat masasında bir sosyalist var” diye düşündü.
Birden içi kabardı. “Davasına hizmet etmek” için önünde yeni bir fırsat vardı. Hiç bocalamadan sosyalist hastayı ameliyatta öldürdü.
Ameliyathaneden çıkarken içinde “davasına hizmet etmenin huzuru ve metafizik gerginliği” vardı. Üstelik daha geçen hafta bir sosyalist doktor, üç liberal hastayı öldürmüştü. Hatta rivayetlere göre başka bir hastanede bir sosyalist hemşire, bir liberal hastanın kalıcı felç olmasına yol açmıştı. Bütün bunlar olurken sosyalist doktor davasına katkıda elbette bulunacaktı!
Mahalledeki sağlık ocağında çalışan ateist bir aile hekimi de düzenli olarak kendisine muayeneye gelen gebe dindar kadınların çocuklarına kalıcı zarar verecek ilaçlar kullandırıyordu.
Bunlardan birisi geçenlerde “davama hizmet etmenin hazzını tarif edemem” demiş. Yanındaki çömezlere “mesleğimiz davamıza hizmet için en büyük aracımızdır” diye seslenmiş.
Nitekim, gazetelere yansıyan haberlere göre dindar doktorlar da aldıkları bir fetva ile davalarına zarar vereceğini düşündükleri liberal, sosyalist yahut ateist hastaları “devre dışı bırakacak” ilaçlar veriyormuş. Hatta bu haberlere göre geçen ay dindar bir doktor nöbetinde acile gelen bir seküler hastanın tedavisini bilerek geciktirerek ölümüne yol açmış.
Bu doktor, yanındakilere “bir cihattayız arkadaşlar. Harp hiledir. Davamız için bu hileyi yapacağız” demiş. Sonra onlara “davası için meslek hayatı boyunca değişik zararlı düşüncelere mensup elliden fazla kişiyi öldüren” doktorun hikayesini anlattı. Dinleyenler hep birlikte huşu içinde bu “kahraman doktorun” hayatından etkilendiler.
Ne farkı var?
Yukarıdaki tüyler ürpertici hikaye çok şükür gerçek değil. Ancak “böyle bir ülkede yaşamak” ister miydiniz?
Doktorların ideolojileri uğruna zararlı gördükleri hastaları öldürdüğü yahut sakat bıraktığı bir ülke...
Her açıdan bu tüyler ürpertici ve insanın içini bulandıran bir ülke olarak görünüyor.
Ama Türkiye tam böyle bir ülke değil mi?
Hakimler, “hukukun ilkelerini hiçe sayarak” politik olarak zararlı gördükleri düşüncelere sahip insanları hapse atmıyor mu?
Savcılar dünyanın hiçbir demokratik ve hukuk devletinde suç olmayacak işler için Türkiye’de insanları eskiden beri mahkeme-mahpushane kapılarında süründürmüyor mu?
Belediyeler bütün kurallara uyduğu halde ihaleleri “sevmedikleri adamlara” vermiyor. “Ben nasıl belediyemin kasasından bir komüniste para kazandırırım” diye bir de övünülmüyor mu?
Doktora, doçentlik sınavında yahut asistan alırken, akademisyen hocalar adayların “bu neci acaba? Hangisi bizim fikre yakın” diye sormuyor mu?
“Bismillah” diyerek açtığı Kur’an’da “Müslümanlar ancak kardeştir” ayetini çok iyi bilen hocalar, vaizler konuşmalarında siyasi tavır almıyor mu?
Peki bütün bunların “bir doktorun farklı ideolojiden olduğu için hastasını öldürmesinden” farkı nedir?
Farkı şudur: Kan akmıyor!
Ama siz öyle sanın! Aslında öyle bir kan akıyor ki...
Cizre’ye bakın, Kürt sorununa bakın, trafik kazalarına bakın, ülkenin her mahallesine gelen şehit cenazelerine bakın... Aslında kan oluk oluk akıyor.
Bu kan hakimin, savcının, belediyede çalışan memurun, akademisyenin, imamın velhasıl hepimizin “mesleğine ideolojik olarak ihanet etmesinden dolayı” akıyor.