Suriye'nin kuzeyinde işler gittikçe daha kötüye gidiyor
Ümit Özdağ 01 Ocak 1970
Türkiye içinde PKK'nın terör eylemleri, bir ayaklanmayı tetikleme amaçlı devam ederken, Suriye Rusya'nın ani ve sert müdahalesi ile büyük ve büyük güçlerin savaş alanı dönüştü. Erdoğan ve Davutoğlu, AKP'nin Suriye politikasını devam ettirmek için vazgeçilmez olan Halep ile Türkiye'nin bağlantısını bir yandan İŞİD diğer yandan PKK/PYD'nin keseceğini görünce ABD ile görüşerek, güvenli bölge diye nitelendirilen Cerablus-Azez arasındaki bölgeden Suriye'ye müdahale kararı aldılar. TSK'ya bu konuda hazırlık yapma emri verildi. Muhtemelen 1 Kasım seçimleri yaklaşırken yapılacak bir müdahale ile seçimleri kazanmanın alt yapısı da oluşturulmak isteniyordu.
ABD'de Rusya'yı Ukrayna-Kırım savaşı ve ilhakından sonra başlayan Doğu Avrupa'da kuşatma politikasını İncirlik üzerinden sürdürme kararı aldı. Ancak tam bu sırada Rus ordusu Suriye'ye bir anlamda çıkarma yaptı. Bir anda Rus hava kuvvetleri, Rus hava savunma sistemleri (bunların IŞİD'e karşı değil, ABD, Türkiye ve İsrail'e karşı olduğu çok açık.) ve özel kuvvetleri Suriye'de ortaya çıktı. Rus hamlesi, hem Erdoğan'ın Suriye'ye askeri müdahale projesini durdurdu hem ABD'nin Rusya'yı İncirlik'ten de kuşatma planını dışarıdan kuşatarak etkisizleştirdi. Rusya'nın bu sert ve savaşı göze alan hamlesi, Suriye konusunda kararsız ABD'nin biraz daha Moskova'nın çizgisine yaklaşmasına yol açtı. Erdoğan ise Moskova seyahati sırasında anlaşılan o kadar ağır bir baskı altında kaldı ki, Türkiye'ye döndüğü zaman yaptığı ilk açıklamada "Esad ile geçiş dönemini kabul ettiğini" açıkladı. Erdoğan'ın bu ifadesini düzeltmesi ve "öyle demek istememiştim" demesi 2-3 gün aldı. Şimdi Erdoğan'ın "Rusya'nın Suriye ile sınırı yok, neden Suriye'de bulunuyor" demesinin hiçbir anlamı yok. ABD'nin, İngiltere'nin, Fransa'nın özetle Ortadoğu'da gördüğümüz güçlerin Suriye ile sınırı var mı? Ancak bugün Suriye meselesinin Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden bir başka boyutunu ele alacağız.
ABD Başkanı Obama, 2 Ekim 2015'de başarısız olan "eğit-donat programını" "bundan sonra Kürtler ile devam ettirmeliyiz" dedi. Bunun anlamı, ABD'nin PKK/PYD'ye silah ve eğitim vermesi demek. PKK/PYD'ye silah ve eğitim vermek ise sonunda Suriye'de PKK'nın bir devlet kurması anlamına gelecek. Rus Dış İşleri Bakanı Lavrov ise 2 Ekim 2015'de Rusya'nın "Suriye Kürtlerine silah yardımı yapıyoruz" açıklaması yayınlandı. Bunun anlamı Rusya, PKK'ya askeri yardım yapıyor demek. Lavrov, Rusya'nın PKK'ya silah yardımını açıklarken, Erdoğan ve Davutoğlu'na da "Siz, Esadsız çözüm diye diretirseniz, PKK'nın elinde daha ne silahlar göreceksiniz bakalım" mesajını veriyor.
Bütün bunları sadece seyreden Erdoğan ve Davutoğlu ise hala sadece "basit ve ilkel bir gurur meselesi ile" Esad'lı geçiş dönemine karşıyız noktasındalar. Oysa, Suriye'de çözümden geçen her gün PKK'yı daha güçlendirirken, Türkiye'nin pozisyonunu daha da zayıflatıyor. Esad'lı bir geçiş dönemi üzerinde anlaşılması durumunda, hem Suriye'nin toprak bütünlüğünün sağlanması noktasında bir şans belirecek hem de Türkiye'nin pozisyonu güçlenirken PKK'nın pozisyonu zayıflayacak. PKK, Suriye'deki belirsizliği her geçen gün biraz daha başarı ile lehine kullanmayı başarıyor. Esad'ı devirme histerisi içindeki Erdoğan/Davutoğlu ikilisi, önce PKK'ya Suriye'nin kuzeyinde Lübnan büyüklüğünde bir alan hediye ettiler. Sonra, ABD ile müttefik olmasının yolunu açtılar şimdi de Moskova-PKK ilişkilerinin alt yapısını hazırlıyorlar.
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü bütün bunları özellikle Rusya'nın Suriye'ye yerleşmesinin PKK'ya yapacağı katkıyı gerçekleşmeden tespit etti. 21YYTE Ortadoğu-Afrika Araştırmaları Merkezi Başkanı Doç. Dr. Serhat Erkmen, yazdığı "Erdoğan: Şah, Putin: Mat" başlıklı yazıda gelişmeler ile ilgili şu öngörüde bulunmuştu:
Suriye'nin kuzeyinde Rusya destekli ABD onaylı bölge oluşabilir.
1 Kasım seçimlerinde Erdoğan'ın ve AKP'nin ağır bir darbe alması, bir milli güvenlik sorunudur. Son 13 senede Türkiye Cumhuriyeti devletinin başta Türk Ordusu, polisi ve istihbarat kurumları olmak üzere almış olduğu kurumsal darbelerin boyutları insan zihnini ve vicdanını zorlamaktadır. Durumun milli güvenlik boyutunun farkında olmayan kitleler değişik nedenler ile AKP'ye oy vermeye devam etseler de AKP her seçimde biraz daha küçülmektedir. Muhalefet, basın ve bağımsız sermaye grupları üzerinde kurulan baskı AKP'nin küçülmesini durdurmamaktadır. Ancak 1 Kasım seçimlerinde mevcut küçülme sürecinin daha sert ve keskin olması öncelikle AKP yöneticileri için faydalı olacaktır. Çünkü, Erdoğan'ın ifadesi ile 13 yıllık Erdoğan/Davutoğlu yönetimi "Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kritik dönemlerinden birisine" sokmuştur. Davutoğlu, 27 ve 28 Ağustos'ta ülkemizin beka yani varlık sorunu yaşadığını ifade etmiştir. Buna rağmen, Erdoğan ve Davutoğlu, ülkemizi bugüne getiren poliitkalarda ısrar etmektedirler. Suriye'de öngörüsüz, kaprisli, saldırgan politikalarda ısrarcı davranmaktadırlar. PKK ile müzakere sürecinde hala ısrarcı davranmakta, böylece PKK'ya "nasıl olsa tekrar görüşmelere başlarız" umudu vermektedirler.
1 Kasım seçimlerinden güçlü çıkacak bir MHP önümüzdeki dönemde Türkiye'nin birliğinin tek siyasi güvencesi olacaktır. MHP, milli ve üniter Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığını sürdürmesi için Türk Milleti'nin gerçek ve tek temsilcisi olacaktır. MHP'nin 1 Kasım sonrasında hükümette olması, içine girilen süreci hızla durduracak, muhalefette olması halinde ise Türkiye'yi bir uçuruma sürüklemek durumunda olanların işi zorlaşacak, sonunda MHP, Türk Milletinden alacağı destek ile ülkemizin varlığını korumak için gereken neyse onu yapacaktır. MHP'ye verilecek her oy Türk Milleti için bir umut niteliği taşımaktadır. "MHP, TBMM'de oldu da geçmişte ne yaptı?" diye soranlar, Anayasa'dan "Türk Milleti" ifadesinin çıkarılmasının ve Anayasa'nın ilk dört maddesinin değiştirilmesinin engellenmesinde MHP baş engel olmuştur.