Bir yumruk kaç kurşuna bedel?
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Yönetenler ve yönetilenler arasındaki dengeyi kuran en sert demokrasi tanımlarından biridir: Bir taraf, yani halk “kurşun yerine oy atıyoruz” der; öbür taraf yani yönetenler de “kafaları kırmak yerine sayıyoruz” karşılığını verir.
Hukuk kalıbına dökülmüş bir demokrasi, her düzeyde şiddeti önlemenin en kestirme yoludur. Tersinden bakın, demokrasiyi önlemenin, engellemenin en kestirme yolu da hukuku askıya alıp şiddete başvurmaktır. Hele iktidar tarafından üretiliyor ve uygulanıyorsa... Sahi iktidarlar bütün güç ellerinde olduğu halde neden şiddete başvurur?
Ahmet Hakan'ın kafasının (fazladan bir de kaburga kemiğinin) kırılması, demek ki oyların da sayılmayacağı anlamına geliyor. İktidar geldiği yoldan, yani sandıkla-oyla gitmeyi reddediyor, bunun için kafaları kırıyor. En tepeden silsile-i meratiple aşağıya doğru inen sözlü ve fiilî şiddet dalgasını, koltuğa yapışma, sandıkta kaybedince iktidarı teslim etmeme niyeti ve çabası olarak anlamalıyız. İktidar sahibi şiddet politikası ile kaybetmek üzere olduğu, hatta kaybettiği iktidara tutunuyor; sandıktan umudunu kestiği için oy saymayı bırakıp kafaları kırmaya girişiyor.
Ahmet Hakan'ın kafası kayıtlı-tescilli iktidar mensupları tarafından kırıldı. Daha önce köşe yazdığı gazete iki defa iktidar mensupları tarafından basıldı ve kapısı-penceresi kırıldı. Bu gazetenin sahibi iktidarın en tepe isminin yıllar öncesinin defterlerinden çıkardığı ağır suçlamalara cevap yetiştirmeye çalışıyor. Onun ağzından çıkan cümlelerden kurşun döküp namluya süren tetikçiler sırtlarını iktidar gücüyle emniyete alıp muhalif gördükleri herkesi tehdit ediyor. Eğer iktidarın yanında değilseniz üç seçeneğiniz var: Ya hainsiniz, ya alçaksınız, ya da darbecisiniz. Yazdıkları-söyledikleri hainlik, alçaklık ve darbecilik olarak yorumlanan çok sayıda gazeteci tutuklu, çığ gibi büyüyen soruşturmalarla birçoğu da hapse atılmakla tehdit ediliyor.
İşte şimdi Kurtuluş Tayiz'in, iktidara kayıtsız şartsız cephane yetiştiren refikleri ile birlikte sorduğu soruya gelebiliriz. Ahmet Hakan'ın burnunu ve kaburgasını kıran yumruğu, PKK terörü ile mukayese edip: “Bir gazetecinin yediği yumruk kaç şehide bedel?” sorusu için bir hesap yapmamızı bekliyor. Sorulan herhalde sayı değil, hissedilen acı olmalı. O zaman soruyu düzeltip, mukayeseyi daha gerçekçi yapalım. Ahmet Hakan'a atılan yumruk şehit sayısını artırır mı, azaltır mı?
Ahmet Hakan yumruk yemeseydi, Hürriyet Gazetesi basılmasaydı, Hidayet Karaca, Mehmet Baransu tutuklu olmasaydı, Hasan Cemal hakkında cumhurbaşkanına hakaretten soruşturma açılmasaydı, basın üzerinde bu kadar sansür bu kadar baskı olmasaydı, Güneydoğu'dan gelen ve her biri yüreğimizi paramparça eden al-beyaz bayrağa sarılı şehit cenazeleri daha mı az-daha mı çok olurdu?
Basın daha özgür olsaydı, hükümet ortalıkta silahla dolaşan ve menfezlere güpegündüz patlayıcı yerleştiren PKK militanları için “görmeyin-dokunmayın” talimatını valilere bu kadar rahat verebilir miydi? Kamu düzeni bu kadar kolay ortadan kalkar, PKK meydanı bu kadar rahat boş bulur, şehirlerdeki hakimiyetini bu kadar pürüzsüz-engelsiz sağlayabilir miydi?
İktidarı kaybetmemek için her seçim öncesinde PKK'ya “ateşkes” için bu kadar hayatî tavizler verilir miydi? Dolmabahçe neyin hesabıydı? Öcalan ile iktidar hesabı üzerine o anlaşmalar olmasaydı, devletin ve devletin güvenlik görevlilerinin eli-kolu bu kadar bağlanır mıydı? En nihayetinde PKK terörü bu kadar kan dökecek ve tahribat yapacak düzeye gelir miydi? Ve nihayetinde Ahmet Hakan'ın kafasını kıran yumruğun sahibi iktidarda olmasaydı, ve terör sorunu onun iktidar hesaplarına meze yapılmasaydı bu kadar şehit verir miydik?
Askerimiz-polisimiz, eğitim zayiatı veya trafik kazası ile değil, PKK kurşunu veya bombası ile şehit oluyor. Türk tipi başkanlık planları veya bir seçimlik oy hesapları olmasaydı ve bu karanlık hesaplarının üstünü örtmek için basın mensupları bu kadar baskıya ve şiddete maruz kalmasaydı, bu akılsızlık ve hukuksuzluk içinde PKK o kadar mesafe almasaydı, bu kadar şehit cenazesi gelir miydi?