Yerlilikten ne anlamalı?
A. Turan Alkan 01 Ocak 1970
BİZ KİMİZ VE NEYİZ; NASIL ANLAMALI?
Zannımca “biz” zamirini sıfat halinde kullanmak gerektiğinde tercih etmemiz gereken kelime, “yerlilik”ten başka bir şey değildir. Yerlilik, o mânâyı da kapsamakla birlikte “bir şehrin yerlisi olmak”tan ibaret sayılamaz; onun tam zıddındaki karşılık “köylülük” değildir, olsa olsa “yerlilik hassasiyetinden ve vasıflarından ayrı düşmek” gibi uzun bir tâbirle karşılanabilir.
“Yerli”, coğrafi bütünlükte tarih şuuruna sahip bir insandır; dâvâsı parçaya değil, bütüne dairdir, o bütünün tarihi zaman içindeki devamlılığını ve yaşama enerjisini temessül etmiştir; “yabancı”ya karşı iptidai bir korunma refleksi ile kendi kabuğu içine büzülmek yerine onu tanımaya, anlamaya ve bu yolla onu bir mânâda fethetmeğe (yani açmaya) alışkındır. “Yerli”nin konuştuğu lisan, devamlılık haysiyetine sahip bir lugâte istinad eder ve bu lisan, “yerli”ye dair bütün mânevî değerleri, kültür şifrelerini, medenî müesseseleri tarif ve muhafaza eder. “Yerli” bir yerden bir başka yere göçmekle yabancı olmaz; muhacir olur. Hicret, lisan ve akîdenin vekarını sürdürdüğü bir beşeri coğrafyanın hudutlarını çizer. “Yerli”nin köylüsü rençberdir, ona zorlasanız da kaba-sabalık izafe edemezsiniz; şehirlisi esnaftır, tüccardır, memurdur: Köylüden farkı, köylünün anlamadığı kültür kodlarını sahiplenmesi değil, köye nazaran daha kalabalık ve karmaşık bir yerde yaşamasıdır. “Yerli”nin köylüsü şehre gelince kültür şoku geçirmez, hicretin icaplarına itaat eder; keyfiyete değil, kemiyete dair eksiklerini bir nesilde tamamlar. Bu esnada illâ ki piyano çalmayı, tenis oynamayı, şarap kültürünü öğrenmesi gerekmez; esasen ırsiyetinde mevcut bulunan kültür kodları, ona tâbi olması gereken “had”leri ikaz eder; şehir hayatı, işbu “had”lerin mümkün olan en uzak sınırlarını işaret eder.
“Biz”, evvela hicretin beşeri coğrafyasını mânidar bir bütünlük halinde tutan siyasi izzeti, daha sonra “hicret”in mantığını kaybettik ve “yerlilik” şuurumuzda derin kırıklar hâsıl oldu. Bu kırılma, yine de sağcılık-solculuk, Alevilik-Sünnilik, laiklik-İslâmcılık gibi sun'i tasniflerle izah edilemeyecek kadar geniş ve derin tahliller gerektiriyor. Doğru anlaşıldığı ve doğru tarif edildiği takdirde “yerlilik” şuuru, uzviyetindeki bütünleşme temayülüyle o derin kırılmaları yeniden onarabilir; işte onun içindir ki, bizim evvelemirde müşterek bir lisana ihtiyacımız var.
MİLLİYETÇİLİKTEN NE ANLAMALI?
Millet, bir olgudan ziyade temenni idi. Türk milliyetçiliği de aynı temenni üzerine bina edilmiş bir başka temennidir ve el'an öyledir.
...
Türk milliyetçiliği, Türklerin siyasî hayatında hiçbir zaman “nationalism” mânâsında bir ihtiyaca tekabül etmedi. Zira pratik zaruretler yüzünden bizim “millet” adını verdiğimiz mevhum topluluk, Batı tarihindeki sosyo-politik ve iktisadi süreçten geçmedi. Milliyetçilik, sosyolojik mânâda “millet” vakıasının teşekkülünden sonra ortaya çıkması beklenen tabii bir merhaledir. Ağaoğlu Ahmet Bey'den Ziyâ Gökalp'e, Mustafa Kemâl Atatürk'ten Türkeş'e kadar millet esasına dayalı bir milliyetçilik fikrinin kuvveden fiile geçmesi gerektiğini düşünenler, biraz da “kervan yolda düzelir” mantığıyla, teşekkül safhasında milliyetçilik fikriyâtını olgunlaştırmayı düşünmüş olmalıdır.
Bizde Türk milliyetçiliği fikrini kuvveden fiile çıkaran ve siyasî literatürde var eden hadise, milliyetçilik fikrine cepheden taarruzu emreden bir başka vehimdir. Yani bir şeylere itiraz etmenin, karşı koymanın kılıfı. İşçi sınıfı olmayan bir toplumda işçi sınıfının fikriyatını yapmak, Batı tarihindeki karşılığı ile “nation” haline gelmemiş bir topluluğa “internationalism” dayatmak, olmayan burjuvaziye mukabil burjuvazinin sosyal talep taleplerini mevhum kitlelere benimsetmeğe kalkışmak kadar abesti.
Milliyetçilik fikriyatını, belki henüz teşekkül halinde iken vaktinden evvel doğuma zorlayan (düşük) bir başka sebep pozitivist fikriyatın bir devlet felsefesi olarak kabulü oldu. Pozitivizm ve Marksizm'in ilerleme esasına dayanan şabloncu tarih inancıyla kendisini içtimai ebe veya sosyal laborant gibi hisseden iktidar seçkinlerinin elinde Jakoben bir hoyratlığa dönüşmesi mukadderdi. Toplumun uzviyeti bu hoyrat müdahaleyi tabii insiyakiyle sezdi ve adını hâlâ doğru dürüst koyamadığımız bir refleksle cevap vermeye çalıştı.
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ TABİRİ DOĞRU MU?
Sehven Türk milliyetçiliği adını verdiğimiz fikir bir refleks hareketidir. Uzviyete dairdir ve uzviyetin mahiyeti bilinmeden bu refleksi doğru okumak mümkün değildir. Türk milliyetçiliği tabirini isabetsiz buluyor olmam, bizim uzviyetimizle Batı tarihinden ve literatüründen muktebes “millet/nation” kavramlarının birebir örtüşmemesinden ileri geliyor; onun içindir ki “Türk milliyetçiliği” tâbiri yerine “yerlilik” kavramını te'lif ve teklif etmeye kendimde cesaret buluyorum.
YERLİLİK NEDİR PEKİ?
“Yerlilik”, uzviyetin kendisiyle barışık bulunduğu halde fark edilir bir hususiyet değildir ve bu yüzden hiçbir sosyal zümrenin ve sınıfın taleplerini dile getirmek endişesini taşımaz. Her refleks gibi korunma ihtiyacından doğmuştur. Coğrafya, din, etnisite, dil, kültür gibi kavramların biri veya ikisi tarafından izah edilemez; bunların tamamıyla beraber “tarihi uzun zaman” içinde bir arada yaşamak inceliği de yerliliği tarif eden unsurlardan biridir. Coğrafyanın, üzerinde yaşayan beşeri doku ile âhenginden meydana gelmiş bir haslettir. Batı tarihinin ortaya çıkardığı “nation” vakıasından çok farklı, daha geniş ve çok daha tabii bir bütünlük ifade eder.
İNKILAP BUDAMACILIĞINA TEPKİ
Türkiye'de “yerlilik” refleksinin zuhûru, onun kendini tarif ve taleplerini dile getirme ihtiyacından değil, ona yönelen başkalaştırma tehdidi ile ortaya çıkmıştır. Cumhuriyetin kurucuları, “Türk milliyetçiliği” fikrine tamamen taraftar olmakla birlikte cumhuriyet coğrafyası üzerinde yaşayan topluluğun “yerli” hususiyetlerinden hoşnutsuzluk duyan bir zihniyete sahip idiler. Birtakım yerli değerlere antipati duyuyorlardı ve kendilerine “içtimai tabib” rolünü lâyık görmüşlerdi. Samimi olarak Türk milliyetçiliğini savundukları halde yerlilik değerlerini inkılâp makasıyla budamakta kendilerini zihnen haklı görmeleri, iki kavram arasındaki farkı anlamadıklarını gösteriyor.
SİYASETTE MİLLİYETÇİLİK, İYİ BİR FİKİR Mİ?
MHP, 32 yıllık siyasi hayatında Batılı mânâda “nationalism” türünde bir milliyetçi anlayışla “yerlilik” değerleri arasında derin tereddüdler geçirdi ve siyasi ıskalada -iddiasına rağmen- lâyıkıyla dolduramadığı mevki, kısa zamanda Milli Nizam Partisi (Milli Görüş çizgisi) tarafından fark edildi. MNP'nin bu boşluğu doldurmakta gösterdiği performans, MHP'nin ideolojik zaafını hatırlatan bir benzerlik gösterdi. Kısa ifade etmek gerekirse MHP ve MNP, “yerlilik” kavramının bütününde değil, uçlarında mevzilendiler ve hiçbir zaman ideolojik iddiaları ile mütenasip olmayan düşük oy nisbetleri ile yetinmek zorunda kaldılar. MHP'nin temsil ettiği “Türk milliyetçiliğini siyasi platformda bir devlet felsefesi haline getirmek” tezi, en azından Milli Görüş'ün dinî motifleri kullanarak siyasi hayatta büyümek tezi kadar marjinal ve yerli bünyeyle âhenksiz teorilerdi. Bu fikri idraksizlik, günümüzde MHP ile Milli Görüş çizgisi arasında hemen hemen olduğu gibi süregelmektedir.
Ve yeri gelmişken vurgulamalıyım: Türk siyasi hayatında yerli değerleri tutarlı bir program çerçevesinde temsil edebilen bir parti henüz görülmedi.
PEKİ MHP?
Alparslan Türkeş'in vefatından sonra MHP'yi bekleyen en büyük problem, “Başbuğ”un vefatıyla hâsıl olan karizma boşluğunu lâyıkıyla temsil edecek insanı bulmak değil, MHP fikriyatını demokratikleştirerek otokritik düzlemine getirmekti. MHP, bu imkâna sahipti ve kendi fikriyatını otokritiğe tâbi tutacak beşerî kaynağı vardı. Bu ihtimâl teorik olarak hâlâ mümkün görünüyor.
Not: Ne var ki bu yazının kaleme alındığı tarihten bu yana geçen 10 yılı aşkın zamanda MHP, popüler bir milliyetçilik çizgisini tercih etti. Türkiye'nin birkaç ay içinde yeniden 90'lı, hatta 80'li yıllara geri dönüvermesi biraz da bu yüzden...