FARUK AKKÜLAH’I TANIR MISINIZ? (*)
Özer RAVANOĞLU 01 Ocak 1970
Odama sevimli, güler yüzlü, hafif topluca, elli yaşlarında, kısmen saçları dökülmüş ve kısmen ağarmış bir şahıs girdi. “Kırgızistan – Türkiye Kız Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni İbrahim Aşçı” diye kendini takdim ederek
“Biraz evvel yukarıda idim. Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Ürekli sizden bahsetti. Siz, dayım Faruk Akkülah’ın arkadaşı imişsiniz, sizinle tanışmaya geldim” dedi.
Kendisini kucakladım, öptüm. Sanki rahmetli hocamızı kucaklar gibi… Birkaç saniye içinde, yılların gerisine aktım gittim. O, ne celalli, ne öfkeli, heyecanlı insandı. Bu duyguları samimiyetle yaşardı ve yaşatırdı. Konuşurken ağlar, dinleyenleri de ağlatırdı. Baygınlık geçirdiği zaman da olurdu.
1970 Yılı’nda, tansiyonun çok yüksek olduğu günler geçiriyorduk. Böyle bir zamanda MHP, Ankara’da büyük bir miting tertip etmişti. Büyük bir yürüyüşle başlayacaktı; Miting, başlangıç noktası olan Tandoğan Meydanı’nda yapılan konuşmalarla başlayacak, Samanpazarı - Cebeci istikametinden yürünerek Kurtuluş Meydanı’nda yapılacak konuşmalarla son bulacaktı.
Tandoğan Meydanı’nda öğleden önce başlayan yürüyüş, ikindiye kadar sürmüştü. Yürüyüşümüz. Samanpazarı’ ndan Cebeci’ ye doğru devam ediyordu. Taraflar birbirine öfkeliydi. Bütün Türkiye’ de yer, yer ve artarak silahlı çatışmalar oluyordu. Sol kesim; Mao’nun, Lenin’ in resimleri taşıyorlar, kendilerine örnek olarak: Fidel Castro’ yu, Che Guavera’yı alıyorlardı. Silahlı çatışmalar devam ettikçe, kurtarılmış bölgeler meydana geliyordu.
Milletin kahir ekseriyeti, sola hizmet eden gazeteler ve televizyon kanallarından dolayı, hadiseleri idrak edemiyordu. Ancak ne zaman tehlike kapıya dayanıyor, o zaman vatandaş, durumu anlıyor ve yerini tayin ediyordu.
Türkiye süratle bölünmeye doğru gidiyordu. Sol kesimin, gerek içerde gerekse dışarıda, özellikle propagandaya dayanan büyük destekçileri vardı. Netice olarak, hâkimiyet bölgelerini arttırarak, büyüyorlardı.
Belli bir boyuta ulaştıkları zaman, Faşistler bizi öldürüyorlar; bizi kurtarın diye Rusya’dan yardım isteyeceklerdi. Amerika ile Rusya arasındaki anlaşmaların, bu tip müdahalelere imkân verdiği söyleniyordu.
İşte böyle, her gün kan akan bir ortamda, Türkiye’yi, Rusya’ya peşkeş çekmek isteyenleri protesto etmek; âciz Süleyman Demirel iktidarını uyarmak ve en önemlisi milliyetçi muhafazakar Türk gençliğinin varlığını göstermek, sesini bütün dünyaya duyurmak için yürüyüş ve miting organize edilmişti.
Konvoyun en önünde, milli kıyafet içinde, sarığı cepkeni ile elinde Türk bayrağı, Faruk Hoca’nın oğlu Yağmur yürüyordu. Herhalde Yağmur, o zaman ilkokulun, dördüncü veya beşinci sınıfında idi.
Zaman zaman tuttuğu bayraktan dolayı yoruluyor, “Bayrağı düz tut” diye, Faruk Hocadan azar da işitiyordu.
Konvoyumuzun uzunluğu iki kilometreden fazlaydı. Anadolu’ nun muhtelif yerlerinden gelen ülkücü gençler, “Bozkurtlar geliyor, Kahrolsun Komünistler, Ne Mao ne Lenin – Zafer İslam’ın – Ya Allah Bismillah, Allah’u ekber” sesleri ile Ankara semalarını çınlatıyordu.
Cebeci’den Siyasal Bilgiler Fakültesi’ ne gelmeden önce, birkaç sivil polis geldi. Önden giden çocuğun, kime ait olduğunu sordular. Faruk Hoca, zaten mitingle ilgili sağa, sola koşup duruyordu. Vazifeli gençler polise, Faruk Hoca’yı gösterdiler. Ben de Hoca’nın yanındayım. Polisler, “Bu çocuğun babası siz misiniz?” Diye sordular. Faruk Hoca, “Evet benim” Diye cevap verince polisler “O çocuğu önden alın. Biraz ileride Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin damında silahlı militanlar var. Size ateş açabilirler. Çocuk tek başına ortada hedef teşkil ediyor dediler.”
Yağmur’un, bir hain kurşunla vurulma tehlikesi vardı. Bunu, rasgele kimseler değil yetkili insanlar, polisler söylüyordu. Gerek ülkede cereyan eden hadiselerden, gerekse çocuğu önden alın diyen ve sözüne itibar edilmesi gereken şahıslardan dolayı, söylenen sözü ciddiye almamak mümkün değildi.
Ayrıca aynı haber bir anda, birkaç yerden birden geldi.
Faruk Hoca, kulaklarına kadar kızardı. Çok büyük endişe duydu, yüreği ağzındaydı. Ama ikaz edilmesine rağmen; Yağmur’u, konvoyun önünden almadı.Yürüyüşe devam ediyordu. Hoca tedirgindi ve söyleniyordu. “Ben oğlumu önden alırsam, arkadan gelen gençlerimizin yüzüne nasıl bakarım? Onlar, ana kuzusu değil mi? Onların anaları, babaları yok mu?” Diyordu.
Sonraları ne insanların farkına vardık ki oğullarını saklıyorlar; hiç bir şeye karıştırmıyorlardı. Çünkü kendi oğlu-kızı değerliydi. Nitekim Konvoy’a Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin önünde ateş açıldı. Bir kurşun Yağmur’un arkasındaki ilk gruptan bir gence isabet etti. Ölümlü bir durum olmadan, o menhus yerden geçtik. Faruk Hoca da bizimle beraber gözü, gözü kadar sevdiği oğlunda; ama yüreği ağzında, yürüdü geçti.
Şimdi acaba hangi ülkücü(!) Faruk Hoca’yı bilir, tanır, aklına getirir. Rahmetli Arif Nihat Asya, yoksa sana mı seslenmişti sevgili hocam.
Aslan payını aslan olmayan aldı.
Kalk yiğidim yine dağ başını duman aldı.
_________
(*) 1927 Yılı’nda Senirkent’te doğan F. Akkülâh, 20 Ekim 1991 Yılı’nda Öldü. AÜ İlahiyat Fakültesi mezunu olup Adana İmam-Hatip Lisesi Müdürlüğünden sonra 1969 Yılı’nda, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) adının, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)’ ne dönüştürüldüğü ünlü Adana Kongresi’nin hazırlayıcısıydı. Akkülâh, milletvekili çıkaracak hale getirmiş olduğu Adana’da, yerini Alparslan Türkeş’e ikram etmiş ve seçilmesini sağlamıştı.