« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 Nis

2008

Son İstiklal Gazimizin aziz hatırasına...

UFUK SÖYLEMEZ 08 Nisan 2008

TÜRKİYE, İstiklal Savaşımızın son neferini 3 Nisan 2008 tarihinde düzenlenen devlet töreniyle ebedi yolculuğuna uğurladı. Hürriyet Gazetesi, Fransa'dan verdiği bir örnekle, bu törende devletin ve hükümetin en üst düzeyde temsil edilmemiş olmasını eleştirdi. Bir anlamda vefasızlık eleştirisinde bulundu.

Bu şüphesiz doğru ve yerinde bir eleştiri. Dünyada benzeri olmayan bir bağımsızlık mücadelesinin son kahramanının ebediyete intikali her bakımdan çok önemli bir olay. Dolayısıyla son gazimiz için düzenlenen devlet töreninin kelimenin her anlamıyla muhteşem olmasını beklemek ve istemek çok normal.

Ama bir an durup düşünelim: Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere İstiklalimizin adlı adsız bütün kahramanlarını gerçekten hangisi daha mutlu edebilirdi? Sonsuzluğa uğurlanan son mensupları için olabilecek en görkemli devlet töreninin düzenlenmesi mi? Yoksa Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Olli Rehn'in, hem de temsil ettiği kurumun hukukun üstünlüğü başta olmak üzere güya savunduğu yüksek değerleri açıkça çiğneme küstahlığında bulunmasını aklından dahi geçirmesine izin vermeyecek bir Türkiye Cumhuriyeti mi? Elbette bu iki soru birbirinin alternatifi değildir. Ama bize içine düşürüldüğümüz tuzağın mahiyetini anlamak konusunda yeni ve taze bir ufuk sunduğu açıktır.

Ulus-devlet temeli

TÜRKİYE Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk'te ifadesini bulan kurucu ruh tarafından Türk Milleti'nin egemen ve bağımsız varlığını sonsuza kadar garanti edecek değerler ve ilkeler üzerinde bir ulus-devlet olarak inşa edildi. En önemlisi laiklik olan bu değerler ve ilkeler olmaksızın ne Türk Milleti'nin egemen ve bağımsız varlığı söz konusu olabilirdi. Ne de Türkiye bir ulus-devlet olarak bütünsel varlığını sürdürebilirdi. Cumhuriyetçi eşit yurttaşlık idealinden hukukun üstünlüğü nosyonuna kadar Türkiye'nin milli demokratik egemenliğini tesis edecek temel ilke laiklikti. Bu ilke aynı zamanda Türk Milleti'nin ayırt edici tarihsel ve sosyo-kültürel bir vasfı olarak İslam diniyle modernleşme dinamiklerine uygun bir ilişki kurmasını sağlayacaktı. Başka bir deyişle Türk ulus-devletinin cumhuriyetçi kurucu ruhu ve değerleri, sadece Türk Milleti'nin değil, İslam dinine inanan yüz milyonlarca insanın önünde makus talihlerini yenmelerini sağlayacak bir ufuk açıyordu. Laiklik ilkesiyle Türk Milleti, tarih sahnesine, kişilikli, özerk, özgür, kendine ve başkalarına değer veren insanlardan müteşekkil modern bir medeni toplum olarak yeniden çıkacaktı. Kurucu ruhun modernlik anlayışı, uluslararası ilişkilerde de bağımsız, dışa açık, çıkarlarını korumakta kararlı bir dış politika izlenmesi için sağlam bir zemin teşkil ediyordu. Bütün bunlar, işte, Mustafa Kemal Atatürk vasıtasıyla istiklal mücadelemizin bütün kahramanlarına yön veren ideallerdi. Onları asıl mutlu edecek olan da bu idealin gerçekleştiğini görmekti.

Karşı çıkan gruplar var

ANCAK kurucu ruhun Türk Milleti'nin cumhuriyetçi bir modern ulus-devlet olarak özgür, bağımsız ve özerk varlığını garanti etmeye yönelik ideallerini dışarıda ve içerde karşı çıkan gruplar vardı. Bunlar Türk Milleti'nin cumhuriyetçi ulus-devlet idealini kendi varlıkları amaçları için tehdit olarak gören ümmetçi İslamcılar ve her zaman etnik ırkçılık peşindeki Kürtçü bölücülerdi. Bu iki grup iç içe geçmişti ve birbirlerinin nefretlerini sürekli ateşliyorlardı. Mesela ümmetçi İslamcılar, sade Kürt asıllı vatandaşlarımızı Cumhuriyetçi kurucu ruha ve ideallere karşı kışkırtıyor; onlara ümmet formu altında Kürtçü idealler sunuyordu. Irkçı-bölücü Kürtçüler de onların içinde kendilerini kamufle ediyorlardı. Bu iki grup, kurucu ruhun ve değerlerin modernleşme ideallerinin bağımsız, kişilikli, güçlü bir Türk Milleti'nin oluşumuna hizmet ettiğini gören güya müttefik güçler tarafından örtülü olarak destekleniyordu. Cumhuriyetçi ruhu ve değerleri savunanlar bunları görüyor ama uluslararası güç ilişkilerinin hep böyle olduğu bilgisiyle müttefiklik ilişkilerinin gereklerini yerine getiriyorlardı. Emperyalistlere teslim olmaksızın bir denge içinde ilişkileri yürütüyorlardı.

Ancak sosyalist sistemin çöküşünden sonra durum değişti. Emperyalist iştahlar yeniden kabardı. Bu iştaha direnebilecek her toplum özellikle etnik-dini eksende parçalanmaya, böl-yönet taktiği yine acımasızca sahnelenmeye başlandı. Önce Yugoslavya, Avrupa Birliği'nde bir araya getirilmek üzere darmadağın edildi. Ardından Türkiye'nin bir parçasının yer aldığı bölge, Ortadoğu'nun siyasi haritasını baştan aşağı değiştirecek bir proje yürürlüğe kondu. Nihai hedeflerine ulaştığı takdirde Türkiye'nin de parçalanmasını kaçınılmaz kılan bu proje, Türkiye'de kurucu ruhun ve değerlerin azılı düşmanları tarafından hemen desteklenmeye başladı. Bunlar proje yürütücülerinin ideolojik desteğiyle bir anda modernleşmeci, yenilikçi, anti statükocu ilan edildiler. Kurucu ruhu ve değerleri savunanlar çağlarını tamamlamış statükocular olarak yaftalandılar. Bu yaftalama kullandıkları dilden başka Türkiye'yle ilgisi kalmamış olan medya hakimleri tarafından topyekun bir saldırı stratejisiyle yaygınlaştırıldı. Kurucu ruhun ve değerlerin doğal savunucusu olan donanımlı, eğitimli ve dışa açık çevreler kendi asıl arka planından koparılmış yüksek değerlerin yem olarak kullanıldığı bir değişim söylemiyle avlanmaya çalışıldı. Amaç tabu kırmak veya ezber bozmak gibi artık yalama olmuş kalıplarla onları kurucu ruhtan ve değerlerden koparmak, hatta başarılabilirse onlara tamamen düşman etmekti. Buradaki başlıca destekleri, emperyalist böl-yönet ideallerinden yükselen pis kokuları özgürlük, insan hakları ve demokrasi gibi kavramların sosuna bulayıp kamufle eden dış odakların küresel medyatik güçleriydi.

Ekonomiyi krize soktular

ANCAK Türkiye'de Cumhuriyetçi kurucu ruh ve değerleri savunanlar, Yugoslavya'daki ve hele hele Irak'taki insanlar kadar kolay lokma değillerdi. Türk Milleti iddia edildiği gibi kurucu ruh tarafından icat edilmiş bir gerçeklik olmadığı için her türlü fesat ve fitne projesini bozacak güçte bir milletti. İşte bu yüzden tamamen kendi planları uyarınca çalışan uluslararası ekonomik kurumların döviz kurunu çıpa alan sahte ekonomik programlarıyla Türk ekonomisini devalüasyona sürükleyip, krize soktular. Ardından kendi ajanları vasıtasıyla Türk ekonomisini belli bir süre sonunda çok daha kırılgan kılacak bir ekonomi iyileştirme programı izlettiler. Bedelini merkez partilerinin ödeyip, ödüllerini iktidardaki zihniyetin temsilcilerinin devşireceği bir ekonomi vasatı yarattılar. Sonuçta, Cumhuriyetin kurucu ruhunun ve değerlerinin, dolayısıyla Cumhuriyetçi ulus-devletin temsil ettiği ne varsa onlara düşmanlık besleyen iki eğilimin örtülü koalisyonunun desteklediği bir zihniyet, 2002 Genel Seçimlerinin galibi oldu.

AKP için dava kaçınılmazdı

İKTİDARDAKİ zihniyet 22 Temmuz 2008'te aldığı oy oranına güvenerek maskesini çıkarma hazırlıklarına girişmeye başladı. Çankaya'nın kurucu ruha ve değerlere adeta meydan okuyacak bir inatlaşmayla ele geçirilmesi bunun ilk adımıydı. Bunu bir dizi irili ufaklı adım takip etti. Ardından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın bütün uyarısına rağmen, bütün Türkiye'nin dönüştürülmesine yönelik adımlar hayata geçirildi: bu Cumhuriyetin kurucu ruhuna ve değerlerine olup olabilecek en büyük simgesel saldırıydı. Yapılanlar "Artık hesabınızı görüp defterinizi dürecek güce eriştik" demenin en açık ifadesiydi. Cumhuriyetin kurucu ruhunu ve değerlerini korumak adına tesis ve teşkil edilmiş, Türk Milleti adına yetkilendirilmiş Anayasal kurumların bu açık saldırıları görmezlikten gelmeleri imkânsızdı. Onlar, bunu yapanları davranışlarının nedenleri konusunda hesap vermeye çağırmakla yükümlüydüler. Bundan ötürü Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yaptığı uyarılarla tutarlı bir biçimde AKP için Anayasa Mahkemesi'ne dava açması kaçınılmazdı. Dava hakkında nihai kararı Yüce Mahkeme verecekti.

Maskeleri düşüyor

ANCAK Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Olli Rehn'den öğreniyoruz ki, İstiklal Savaşı'nda canlarını dişlerine takan adlı adsız kahramanların insan üstü fedakârlıklarının eseri olan cumhuriyetçi ulus-devletimizin kurucu ruhunu ve değerlerini korumak için, Anayasal yetkiyle harekete geçmek "Anayasamızda bir sistem arızası olduğunu gösteriyormuş". AB komiseri Rehn'in bu beyanatı Türk Milleti'ne yapılmış en ağır hakaretlerden birisidir ve Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne eşit üye olarak asla alınmayacağının olabilecek en açık delilidir. Onlar, ideallerinin çerçevesini çizdiğimiz Cumhuriyetçi ruhtan nefret etmektedirler. Kurucu ruhu ve değerleri savunanların bir eşitlik ilişkisi talep ettiğini, dahası Türkiye'nin de içinde yer aldığı bölgeye yönelik ayrışmayı ve bölünmeyi derinleştirmeye yönelik projelere, ne kadar cafcaflı kavramlar ve isimler altında olursa olsun rıza göstermeyeceklerin çok iyi bilmektedirler. İktidardaki zihniyetin böyle bir talebi olmadığını, dahası uzun vadede AB'yi kendiliğinden reddeden bir sosyal dokuyu besleyeceğinden emin olmanın güveniyle hareket etmektedirler. Bu sömürgeci ve emperyalist bir zihniyetin ta kendisidir.

Aziz gazimizin olabilecek en muhteşem devlet töreniyle son yolculuğuna intikal edilmeyişini eleştirenlerin hassasiyetlerini saygı ve takdirle karşılıyor; bu hassasiyetin ardındaki duyguları tamamen paylaşıyoruz. Ama bu hassasiyete sahip olanlar, keşke aynı hassasiyeti sömürgeci ve emperyalist zihniyetin bu ibret verici tezahürleri karşısında da sergileseler, onu birtakım sözde gerekçelerle aklamaya çalışanlara gerekli tepkileri gösterselerdi. O zaman çok daha samimi ve inandırıcı olabilirlerdi.

Ziyaret -> Toplam : 125,23 M - Bugn : 118589

ulkucudunya@ulkucudunya.com