Ankara'nın hesabı kimden sorulacak?
Mustafa Ünal 01 Ocak 1970
Lafı uzatmadan söylemek gerekirse yargı Ankara katliamının konuşulmasını, yazılmasını, tartışılmasını yasakladı. Eleştiri dahil.
Sebebi belli. Siyasi iktidarı ve devlet memurlarını korumak. Ankara'yı zor durumda bırakan her büyük olaya yasak geldi. AKP'nin alameti farikası. Peki, yasağın faydası oldu mu? Hayır.
Ne Suruç tam konuşulabildi ne de Diyarbakır. Suruç tam anlamıyla aydınlatılabilseydi belki Ankara katliamı yaşanmayacaktı. Benzer isimler, benzer trafikler söz konusu çünkü. O gün devlet IŞİD'e karşı topyekün mücadeleye girişseydi canlı bombalar Ankara'nın göbeğine kadar elini kolunu sallayarak gelemeyecekti. MGK kırmızı alarm verseydi isimleri ve yüzleri listelenenler kolayca seyahat edemeyecekti.
Suruç bir milattı oysa. AKP iktidarını derin uykudan uyandırması gereken bir milat. Hiçbir şey yapılmadı değil yapıldı. Belli hedeflere operasyonlar düzenlendi. Ama zayıf kaldı. Çok az kişi içeri alındı. Sonra da serbest bırakıldı. Suruç'la düğmeye basılmalıydı. Ankara'ya kadar gelen canlı bombaların ayak izleri orada ortaya çıktı. Hayır, ben AKP ile IŞİD ilişkilerinin sorunlu olduğunu düşünmüyorum. Bazı çevrelerde sıkça dillendirilen ‘Nasıl HDP'nin PKK ile münasebeti problemliyse, AKP'nin de IŞİD'le ilişkileri problemli' yorumlarına katılmıyorum. IŞİD'e karşı etkili mücadele etmediği veya edemediği doğru. PKK ve Cemaat'le mücadelesinin gerisinde kaldığı da... Okul, kreş basan terör polisleri, IŞİD'in inlerine girmedi ya da giremedi.
AKP iktidarının hataları Türkiye'yi IŞİD gibi çok tehlikeli bir örgütün faaliyet sahasına dönüştürdü. Ve Ankara'yı kana bulayan canlı bombalar bu bataklıkta serpildi, gelişti. Bir liste var. İsim ve fotoğraflardan oluşan. Başbakan Davutoğlu'nun da dile getirdiği. İsimleri olağan şüpheliler arasında geçenler var orada. İki canlı bomba konuya biraz ilgi gösterenlerin zihnine ilk düşenler arasında.
Açıkça yazmak yasak kapsamında. Kimleri kastettiğimi anlamışsınızdır. Deşifre oldular çünkü. Yasak sonradan geldi. Ortaya çıkan her yeni bilgi ve iki kişinin o listeden olması vahametin boyutlarını artırıyor. IŞİD'e giden oğlunu geri getirmek için defalarca emniyete başvurduğunu, polisin oğlunun ifadesini alarak bıraktığını söyleyen onlardan birisinin babası. Bir baba sanki olacakları hissetmişçesine oğlunu ihbar ediyor, devleti uyarıyor. Peki sonuç? Bir zaaf ve acziyet olduğu muhakkak. Sadece güvenlik uzmanlarının değil sokaktaki insanın da kanaati bu yönde. AKP iktidarı da kabullendi ki faturayı 3 alt düzey emniyet bürokratına kesti. Yetmez ama yine de evet. Bir ihmal varsa ki, var bunun daha ağır bedeli olmalı. Koltuğu bırakmak ilk adım. İstifa yani. En azından bakan düzeyinde.
‘Her olayda istifa mekanizmasını çalıştırmak doğru değil.' diyen Cumhurbaşkanı haklı. Her olayda çalıştırmayalım tamam, bu ülkede o kadar skandal yaşanıyor ki istifa çarkı işlerse ortada ne bakan kalır, ne üst düzey bürokrat.
Kanlı Ankara katliamı sıradan ‘her olay' kapsamında değerlendirilecek bir vaka değil. Cumhuriyet tarihinin en büyük terör saldırısı. En korunaklı olması gereken mahalde 100'ün üzerinde ölü. Ayrıca ülkemizde bırakın sık sık tekrarlanmasını numune teşkil edecek bir ‘istifa' yok. Yanlış kararlar veren futbol hakemini saymazsak.
Davutoğlu'nun ‘Hemen kelle isterük denirse doğru değil' cümlesi Cumhurbaşkanı'nın yaklaşımıyla paralel. Dünyanın her yerinde böyle ağır bir olay karşısında kelleler havada uçuşur. Çoğu da istemeden gereğini yapar. Ankara katliamının üzeri yayın yasaklarıyla örtülemez. Hesaptan kaçış yok. Mutlaka sorulacak. Ama bugün ama yarın. Kimden sorulacağı da aşikâr. Vebal AKP'nin hanesine yazıldı. Hükümetin siciline kaydedildi. Herkes ağlarken gülen bakan, ‘Güvenlik açığı yok, biz miting alanında tedbir aldık.' diyen öteki bakan yakayı kurtaramaz.