Vebal, AKP'nin omuzlarında...
Mustafa Ünal 01 Ocak 1970
Türkiye girdiği şoktan çıkabilmiş değil. Hiç şüphe yok ki tarihin en büyük terör saldırısı.
Bilanço çok ağır. 100'ün üzerinde ölü. Daha fazlası yaralı. Kimisinin durumu kritik. Vahamet rakamlarla ifade edilemeyecek boyutta. Patlama yeri Başkent'in göbeği. Devletin kalbi. En hassas devlet kurumlarına yürüme mesafesi.
Acı derin, travma ağır. Bütün ülkeyi sarstı. ‘78 milyon yaralı' doğru bir tespit. Hatta ötesi, sanki her haneden cenaze çıktı. Patlamanın üzerinden dört gün geçti. Yara sıcak. Henüz olay aydınlatılabilmiş değil. ‘İki canlı bomba' kesin bilgi. ‘Kimliklerine ulaşmak üzere' olunduğu da. Böyle ağır vakalarda devletler elini çabuk tutar. Toplumu bir nebze rahatlatmak için. Sadece failleri tespit etmekle kalmaz, karşılığı da verilir.
Bu mevzularda Türkiye'nin sicili pek parlak değil. Suruç ortada. Davutoğlu'nun ‘Yakaladık, hukuka teslim ettik' cümlesi değerlendirme dışı. Arkasındaki güç kim? Canlı bomba Suruç'a kadar nasıl geldi? Kimler yardım etti? Devleti yönetenler de cevap yerine bizim gibi soru sordu. Ve olay soğudu gitti. Suruç tam anlamıyla aydınlatılsaydı belki Ankara katliamı olmayacaktı.
Ankara'yı kana bulayan patlamada ‘zafiyet' olduğu herkesin ortak kanaati. Bunu tespit için terör uzmanı olmaya gerek yok. Gerçek öylesine çıplak ki. İktidar sahiplerinin ‘Benzer olaylar İspanya gibi başka ülkelerde de oluyor' diyerek katliamı normalleştirme uğraşısı nafile. Hiçbir propaganda tarzı bu olayı hafifletemez.
İki canlı bomba, kameralarla gözetlenen Gar'ın önüne kadar nasıl geldi? Devlet neredeydi? Özellikle Suriye'den dolayı Türkiye açık hedef durumunda. Suruç ve Diyarbakır gibi patlamaları yaşamış ülkede olağanüstü iklim olduğu şüphe götürmez. Güvenlik birimlerinin teyakkuz halinde olması gerekmiyor mu? Soru çok. Ve lakin cevap yok.
O yüzden halk üzgün olduğu kadar kızgın. Hatta öfkeli. Zafiyetin sorumlusu kim veya kimler? En yukarıya kadar gider. Davutoğlu da durumun farkında ki üzerine doğru gelen okları başka yöne çevirmenin paniği içinde. ‘İktidarda AKP hükümeti yok' dedi. Belli ki AKP'yi sorumluluktan kurtarma çabası. Ama nafile. Bütün bakanlar AKP'li. Hükümet 7 Haziran'daki tek parti iktidarından farksız.
Anayasa gereği bağımsız olması gereken Adalet ve İçişleri Bakanları bir AKP'liden daha partizan. ‘İstifa edecek misiniz?' sorusuna İçişleri Bakanı ‘Hayır' dedi ama artık o koltukta oturması çok zor. Bu katliamın üzerinde oturulmaz. Bu acının ve kanın üzerinde siyaset yapılamaz.
‘İstifa' sorusuna sırıtarak cevap veren Adalet Bakanı utanç abidesi olarak tarihin hafızasına kaydedildi. Oradan silinip atılamaz. Katliamın vebali bütün ağırlığıyla AKP hükümetinin omuzlarında. Dört gün boyunca yaşananlar gösterdi ki en aşağıdan en yukarıya kadar bir ‘yönetim zaafı' da söz konusu.
Hükümet süreci yönetmekten aciz. İlgili bakanlar bilanço açıklamanın ötesine geçemedi. Başbakan patlama mahalline üç gün sonra gidebildi. Dünyanın her yerinde o gün sıcağı sıcağına olayın mahallinden kamuoyuna mesaj verilir. Belediye başkanından cumhurbaşkanına kadar... Cenazelerde teröre karşı gövde gösterisi yapılır. Hükümeti ara ki bulasın.
Davutoğlu'nun açıklamaları skandala yakın. ‘Canlı bombaların listesi elimizde. Eylem yapmadan müdahale edemiyoruz.' cümlesinin izahı da tevili de güç. Eylem yapmasını mı bekliyorsunuz? Olur mu öyle şey. Bu ülkede AKP ve Saray'a yan bakan tutuklanıyor. Hükümete ve Saray'a dokunan yazı yazmak suç, tweet atmak suç, düşünmek suç, ifade etmek suç.
‘Makul şüphe' kanunu çıktı. Emniyet gözüne kestirdiği kişiye operasyon yapabilir. Nitekim yapıyor da. Terör polisleri elinde silahlarla okul bastı, çocuk yuvalarına, kreşlere girdi. Davutoğlu'nun ‘listesinin devletin elinde olduğunu söylediği canlı bombalara' nasıl müdahale edemez?
Devlet canlı bombalardan haberdar ama bir şey yapamıyor mu? Durum hem vahim hem ciddi...