Neden gizlilik kararı alındı?
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Ankara katliamı hakkında her türlü haber yayınlamak bir yana, eleştiri yapmak da yasaklandı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kararı şöyle:“Yürütülen soruşturmayla ilgili yazılı, görsel ve sosyal medya ile internet ortamında faaliyet gösteren her türlü medyanın haber, röportaj, eleştiri ve benzeri yayınlar yapması yasaklanmıştır.”
Bu ilk defa oluyor. Daha önce de çeşitli soruşturmalarla ilgili gizlilik kararı alınmıştı ama şimdi, “sosyal medya”, her türlü “eleştiri” ve ne olduğu tam tanımlanmayan “benzeri yayınlar” da karartma ve sansür kapsamı içinde. Yasağa uyarsanız, ne istihbarat zaafından söz edebileceksiniz ne iktidarın, Ankara eylemini IŞİD dışında farklı örgütlere sirayet ettirme çabalarını tenkit edebileceksiniz. Yasak bu kadar kapsamlı olunca, aslında çiğnemek de daha kolay. Nitekim gizlilikteki amacın, soruşturmanın selâmeti değil, hükümetin sorumluluğunun tartışılmaması olduğu anlaşılınca, herkes her şeyi yazmaya başladı.
Havuz medyası, “Saldırıda FETÖ parmağı var” diyebiliyor. Ya da internet üzerindeki paylaşımlardan yola çıkarak, “Ankara’da bomba patlayacak”tweetini atan @DrBereday’ı “PKK üyesi” diye takdim etmek suretiyle, olayı HDP ile irtibatlandırma gayretine giriyor. Oysa, @DrBereday’ın,“Balıkçı” lâkaplı bir MİT mensubuyla (İlhami Işık) ilişkisini daha önceden atılan tweetler ortaya koymuştu. Gene Twitter’daki yazışmalardan, @DrBereday denilen kişinin, 6-8 Ekim Kobanê olayları sırasında, HDP’yi suçlayıcı tweetler attığı anlaşılmıştı. Ve son iddia, @DrBereday’ın asıl isminin Erhan Özel olduğu ve MİT’te görev yaptığıyla ilgili. Acaba bu yüzden mi alelacele Ankara Savcılığı yasak kararı verdi?
İki canlı bombanın (Yunus Emre Alagöz ve Ömer Deniz Dündar), Ankara’ya ulaşması hikâyesi de, yasağa rağmen gazetelere yansıdı. Ankara’dan bir grup IŞİD’çi, Kilis’in Elbeyli ilçesindeki sınır köyüne gidiyor. Sınırın öte yakasındaki IŞİD militanları köye çağrılıyor. Bu görüşmenin ardından militanlar tekrar Suriye’ye geçip, yanlarında canlı bomba olacak 2 kişiyi (Yusuf ve Ömer’i) getiriyorlar. Ankara grubu, köyden ayrılıyor. Gece yarısı, canlı bombalarla birlikte Gölbaşı’na geliyorlar. 2 canlı bomba, Gölbaşı’ndan taksiye binip, mitingin yapılacağı yerin yakınındaki Balgat’ta bir kafede sabah kahvaltısı yapıyor. Oradan tekrar taksiye binip, Tren Garı Meydanı’na ulaşıyorlar.
Adı sanı belli bu canlı bombalar, nasıl oluyor da, bunca MOBESA kamerasına rağmen istihbarat tarafından tespit edilemiyor? Bu mümkün değilse, şimdi nasıl bütün bu bilgilere ulaşılıyor?
***
Yunus Emre Alagöz’ün hikâyesini biliyoruz. O zaten, Suruç bombacısı Abdurrahman’ın ağabeyi. Abdurrahman’ın Adıyaman’da IŞİD için militan devşirilen İslam Çayevi’nde örgütlendiği polise yansıyan şikâyetler arasındaydı. Fakat Emniyet bu konuda hiçbir adım atmamıştı.
Şimdi, Ömer Deniz Dündar’ın ablası Fatma Hanım’ın da Başbakanlık İletişim Merkezi’ne 18 Eylül 2013’te gönderdiği yazı meydana çıktı:“Adıyaman’da birçok genç Suriye’ye götürülüyor. Benim 2 kardeşim 15 gündür yok. Emniyet güçlerine kayıp ihbarı yaptığımız sırada, bizim gibi 100’e yakın ailenin mağdur olduğunu söylediler. Bu soruna kimse çözüm bulamıyor.”
Fatma Dündar, aynı şikâyeti Cumhurbaşkanlığı’na da yollamış. Tarih 24 Eylül 2013…
Diyarbakır bombacısı Orhan Gönder’in ailesi de aynı şekilde oğulları için Emniyet güçlerine başvurmuştu. Kimse aldırmamıştı.
Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde, yaşları çok genç olan çocuklar yoldan çıkarılıyor, telkin altında bırakılıyor ve örgüte dahil ediliyor. Bunu, New York Times ya da Newsweek gibi yabancı yayın organlarının muhabirleri gelip yerinde tespit edebiliyor da vatandaşların bunca yakınmasına rağmen, Emniyet, iz sürüp, hücre elemanlarını yakalayamıyor.
Sebebini, Başbakan Ahmet Davutoğlu açıkladı. Meğer, hukuk devleti olduğumuz için, şüphe üzerine örgüt elemanlarını tutuklayamıyormuşuz!!! Tabii sonradan tevil etti. “IŞİD’in canlı bombaları Suriye’deydi, onun için iz süremedik” dedi:
“Suriye'deki kişiyi biz buradan, Rakka'da mı takip edeceğiz? Tel Abyad'da mı?”
***
İstihbaratın görevi, şüphelileri yakından izlemek, “Evlâdım ya da kardeşim kaçırıldı” diyenlerin şikâyetlerine kulak vermek. Onlar hakkında suç delilleri toplamak. Her canlı bombanın ismini bilmek mümkün değil. Ama şüphe üzerine izlemeye alacaksınız. Bunu da yapmamışsınız… Adamlar Gaziantep/Kilis’in bir köyüne gelmiş, 3 saat süren bir toplantı düzenlemiş, sonra da canlı bombalar Ankara’ya doğru yola çıkmış. Sizler neyle meşguldünüz o sırada? Terör polisleriyle Gültekin Avcı’yı mı gözaltına alıyordunuz? “FETÖ” ile ilişkili gördüğünüz kreşleri mi basıyordunuz? Bir tanesi Yumurcak TV olmak üzere, sakıncalı bulunan 7 yayını, Tivibu, Digiturk ve Kablolu TV’den çıkartılması için mi uğraşıyordunuz?
Hangi hukuk devletinden bahsediyorsunuz!!! Sulh Ceza Hâkimlikleri’nin olduğu bir ülkede herkes keyfi bir şekilde tutuklanıyor. Acaba “Burası hukuk devleti, şüphe üzerine tutuklama yapılamaz”
diyerek, insanları güldürmeye mi çalışıyorsunuz? Ama Türkiye’nin arz ettiği bu vahim tablo karşısında, inanın gülmeye değil, gülümsemeye bile kimsenin hali kalmadı.
Dosyada gizlilik kararı olacak ki, havuz medyası tarafından yaydığınız komplo teorisi gerçek sanılacak. Hükümetin de bu işteki ihmali, istihbarat zafiyeti tespit edilemeyecek.
Yerli iPhone’u ürettik!
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık: “Tayyip Erdoğan’ın yerli araba üretecek babayiğit çağrısından yola çıktık, 3 prototip ürettik. 3 prototip üzerinde TÜBİTAK, AR-GE çalışmaları yapıyor.”
Türkiye’nin yerli arabanın ilk prototiplerini ürettiğinden başka ne anlarsınız bu açıklamadan. Araba dünyasına yabancı olmayan insanlar, bu 3 prototipin, şu anda üretimden kalkan Cadillac/Saab olduğunu tespit etti. Bakan da bunu kabul etti:“Evet, Saab 9-3 platformunun fikri mülkiyet hakkını aldık. Onun üzerinden arabayı geliştireceğiz. Böylece zamandan kazanacağız.”
Peki öyleyse Anadolu Ajansı’na yaptığınız açıklamada, neden “İşte ürettiğimiz 3 prototip”dediniz?
Niçin bu arabaların daha önce üretildiğini ve onların platformunun satın alındığını söylemediniz? Üstelik araya, “Türkiye ancak istikrarını korursa böyle yatırımlar yapabilir” cümlesini de sıkıştırdınız.
Amaç, bir başarı öyküsüyle, Ankara katliamını arka planda bırakmak ve bu sanal başarıyı 1 Kasım seçimleri için kullanmaktı. Acaba, gayrisamimi ve insanları kandırmaya yönelik adımlarınızın itibarınızı nasıl düşürdüğünün farkında değil misiniz? Alay konusu oluyorsunuz… Sosyal medya da, birkaç dakika içinde, Türk patentli iPhone’u üretiverdi.