Katliama giden kilometre taşları
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Ankara katliamı, medyanın takip etmesi sonucunda yavaş yavaş aydınlanıyor. Kimse yasağı takmıyor. Çünkü zulme, adaletsizliğe ve keyfiliğe karşı direnmek bir hak. CHP milletvekilleri Eren Erdem veAli Şeker’in konuyla ilgili basın toplantısını, havuz medyası hariç, diğerleri yayınladı. Böylece, katliamın ihmalden, hatta belki de kasıttan kaynaklandığı ortaya çıktı. Meğer canlı bombaların isimleri biliniyormuş, polis tarafından takip ediliyorlarmış, hatta haklarında Adıyaman Başsavcılığı’nın girişimiyle soruşturma bile başlatılmış.
Dünkü yazımda, Ankara katliamının canlı bombası Ömer Deniz Dündar’ın ailesinin, Başbakanlık İletişim Merkezi’ne (BİMER) ve Cumhurbaşkanlığı’na şikâyet ettiğini, ama bir sonuç alınamadığını söylemiştim. Meğer bu şikâyet, Adıyaman Adliyesi’ne iletilmiş ve başsavcılık soruşturma başlatmış. Böylece, Dokumacılar hücresi deşifre edilmiş.
Dava açılıyor… İddianamede, 2 Ankara bombacısının (Yunus Emre Alagöz ve Ömer Deniz Dündar’ın) adı da geçiyor. Ömer Deniz Dündar, yakalanıyor fakat sonra serbest bırakılıyor. Dava dosyasına iliştirilen görüşme tapeleri var. Bunlardan biri Mayıs 2015 tarihini taşıyor. (Henüz Suruç katliamı olmamış.) Yunus, kardeşi Yusuf’u arıyor. Onunla vedalaşırken, sıradan bir istihbaratçının dahi anlayacağı şekilde canlı bomba olduğunun işaretini veriyor: “Cennet nimetleri dururken, Allah cc’nin cemalini görmek dururken, niye böyle şeylerle uğraşırsın ki! Hepsi yerin dibine batsın… 2 tane kardeşi gömdük. Allah yolunda paramparça olmuşlardı” diyor.
Kardeşi Yusuf’u Suriye’ye gelmesi için ikna etmeye çalışıyor. Ailesini de ona emanet ediyor: “Yusuf, belki bu seninle son görüşmem. Hem Abdurrahman’ın (Alagöz), hem benim. Sana vasiyetim aileye sahip çık.”
Suruç katliamı, 20 Temmuz 2015’te gerçekleşti. Oradaki canlı bomba,Abdurrahman Alagöz’dü. Polis, bu kişiyi biliyordu; tanıyordu. Çünkü, Ömer Deniz Dündar’ın ailesinin BİMER’e ve Cumhurbaşkanlığı’na müracaatından sonra başlatılan soruşturmada, yukarıda da sözünü ettiğim teknik takip neticesinde, Yunus ve Yusuf Alagöz’ün konuşmaları dinlemeye takılmıştı. Orada, Yunus Alagöz, diğer kardeşi Abdurrahman Alagöz’ün de angajmanından söz ediyordu. O görüşmeden 2 ay sonra (20 Temmuz’da) Suruç katliamı oldu. Diğer kardeş Yunus Alagöz ise, Ömer Deniz Dündar ile birlikte Ankara’da canlı bomba olarak hayatlarını sonlandırdılar. (10 Ekim 2015)
***
1) Abdurrahman Alagöz’ün Adıyaman İslam Çayevi’nde, IŞİD örgütlenmesi yaptığı biliniyor.
2) Abdurrahman ve Yunus Alagöz’ün canlı bomba olduğu da biliniyor; fotoğrafları var.
3) Ömer Deniz Dündar’ın canlı bomba olduğu biliniyor. Üstelik gözaltına alınmış ama serbest bırakılmış. Onun da fotoğrafı var.
4) Buna rağmen, Yunus Emre Alagöz ve Ömer Deniz Dündar, Suriye sınırını geçiyor. Gaziantep/Kilis’in Elbeyli ilçesindeki bir köyde, bazı IŞİD sorumlularıyla buluşuyorlar ve Ankara’ya ulaşmayı başarıyorlar. Hatta olay yerine yakın bir kafede, üzerlerindeki bombalarla rahatça kahvaltı bile yapıyorlar.
***
Ve Başbakan Davutoğlu çıkıp, “Canlı bombaları biliyorduk” diyor. Gerçekten de biliyorlardı; fotoğrafları bile vardı. “Ama sadece şüphe üzerine tutuklayamazdık” diye ilâve ediyor. Bu sözler tepki doğurunca, o konuşmayı tevil etmek üzere yaptığı açıklamada, “Suriye’de oldukları için tutuklayamazdık” diye konuşuyor. Oysa Suriye’de değillerdi ki! Önce Kilis’e yakın bir köyde, sonra Gölbaşı’nda, sonra da olay yerine yakın bir kafedeydiler.
Davutoğlu, Cumhuriyet tarihinde görülen en büyük katliamın, PKK’nın işbirliğiyle yapıldığını ispat etmeye çalışıyor. Hâlâ maksadı, olayı aydınlatmak değil, bu büyük faciayı PKK’ya, dolayısıyla HDP’ye yükleyerek, siyasi rant elde etmek; 1 Kasım seçiminde oy devşirmek.
Yalancı çoban
Havuz medyası, “Suruç katliamını PKK yaptı” diye yazıyor. Bu yalanın bir adım sonrası, “Suruç’ta ölenlerin hepsi AK Partili’ydi” demek.
Goebbels
Hitler’in propaganda nazırı Goebbels “Bana vicdansız bir basın temin et. Sana bilinçsiz bir halk sunayım” demişti. Havuz medyası işte bu maksatla oluşturuldu.
“Neden kamuoyu araştırmalarında AK Parti’nin oyu hâlâ %40’ın üzerinde” diye kafa yoranlara duyurulur.
Pusulayı şaşırdılar
Samanyolu, Mehtap TV ve Hürriyet’e terör soruşturması açıldı. “Pusulayı şaşırmak” buna denir herhalde. Canlı bombalara takipsizlik kararı ver… Terörün peşine düşüp, aydınlatmaya çalışanlara da “terörist” damgası vur…
Nasrettin Hoca samanlıkta kaybettiği anahtarını, kapının eşiğinde arıyormuş. Bu acayipliği fark edip soranlara verdiği cevap, bugün yaşadığımız trajediyi çok iyi anlatıyor: “IŞİD’çileri izleyip, yakalamak becerisine sahip değiliz. Elimizin altındakilere terörist deyip, onların yakasına yapışırız!”
Bir Dizi Film
Tahşiye komplosuyla cezaevine gönderilen Samanyolu Grubu’nun CEO’su Hidayet Karaca, orada geçen aylarını verimli bir biçimde kullandı; hapishane anılarını “Bir Dizi Film” isimli kitabında topladı.
Necip Fazıl Kısakürek’in 1961’de zindandaki mısralarıyla sesleniyor bize:
“…Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?”
Eğer Hidayet Karaca gibi suçsuzsanız, vicdanınız rahatsa, daha da insan olarak çıkarsınız o mapushaneden. Nitekim Hidayet Karaca da, şöyle sesleniyor Silivri’den bizlere: “Artık bu toplumun her rengi benim rengim. Bu toplumda her bir insanın sorunu, benim sorunum. Her acıyı duymak, herkese yetişmek, her eli tutmak istiyorum…”
Türkiye’deki hukuksuzluk ve adaletsizliğin sembolü Sulh Ceza Hâkimlikleri’nin tez zamanda kaldırılmasıyla birlikte, Hidayet Karaca’ya kavuşacağımızı biliyorum. Çok az kaldı… 1 Kasım önemli bir tarih. Keyfiliğe, zulme son diyebileceğimiz bir tarih.
Bu kitabı okumak ve okutmak herkesin görevi olsun. Hiç değilse, bu şekilde adaletsizliğe karşı mücadelede kendimize bir pay çıkarabiliriz.