« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

27 Eki

2015

‘Fırtınalar koparsa kopsun’ açıklamaları

Nuray Mert 01 Ocak 1970

Bülent Arınç’ın “fırtınalar koparsa kopsun” açıklamaları tam da 5. parti tevatürleri ayyuka çıkmışken, doğal olarak gündemin merkezine yerleşti. Dahası, Arınç, kendini çok diplomatik konuşuyor sanmasına rağmen “duygu” ve düşüncelerini fazlasıyla açık eden bir siyasetçi.
Doğrusu, Arınç kendini biraz yanlış tanıyan bir siyasetçi; hep “olgun, ketum, bilge, hitabeti güçlü” bir siyasetçi modelinin içini doldurmaya çalışsa da sıklıkla “nefsi galebe çalar”. Ne kadar soğukkanlı ve aklıselim olmaya çalışırsa çalışsın çabuk kızar, bazen ağzını bozmaktan kaçınamaz. Yine de, hakkını teslim etmek lazım, gerçekten de makam, mevki, refah meraklısı olmadığını ispatlamış biridir. Beğenin beğenmeyin, gerçekten de bir ideali olan siyasetçidir. Ne kadar bazen kendini tutamasa da“efendi” bir insandır ve tüm bunlar bugünlerde fevkalade meziyetler haline gelmiştir.


Son çıkışlarının siyasi manasına gelince, söylediklerinin söylemediklerinin çok azı olduğu belli. Bunun nedeni belli ki inandığı “dava”nın zarar görmesinden çekinmesi, bunu açıkça söylüyor. Ancak işin burası biraz sorunlu, şöyle ki: inanılan dava bu kadar hakiki ve önemli ise bir siyasetçi, davayı korumanın en iyi yolunun itirazlarını açıkça dile getirip davasını “doğru” zemine çekmeye çalışmak yerine, “kol kırılır yen içinde” anlayışında ısrar eder? Ben, bu anlayışın kendisinin sorunlu olduğunu düşünen biriyim, zira ancak karşısındakinin, tam manasıyla “öteki” ve hatta “düşman” olduğuna inanan biri, ne olursa olsun safları bozmamak yolunu tutar. Milli Görüş davasının veya daha genelde muhafazakâr siyasetin en büyük zaaflarından biri budur. Bu bakışa göre,“Müslümanlık davası”nı güdenlerin ne olursa olsun karşı tarafa koz vermemesi esastır. Hal böyle olunca, yozlaşmanın tam da bu nedenle büyüdüğü gerçeği bir türlü anlaşılmaz veya anlaşılmak istenmez.

İktidara zarar vermek
Diğer taraftan, madem temel yaklaşım budur, bugün hâlâ rahlei tedrisinden geçmekle övünülen Erbakan Hoca ile yollar nasıl ayrılabilmiştir? Hem de tam 28 Şubat darbesinin hemen ardından, tam da “dava” büyük bir zulme maruz kalmışken? Neden, AK Parti’nin bunca defosuna, “dava” ile alakası olmayan çıkarcıların bunca öne çıkmasına rağmen, saflar bozulmasın dikkati gösterilirken, zamanında Erbakan Hoca ve çevresine karşı aynı hassasiyetle davranılmamıştır? 28 Şubat’tan sonra, “Artık yola böyle devam edemeyiz” sonucunu çıkaranlar, AK Partisi’nde yaşanan bunca yozlaşmadan sonra, neden bir türlü “böyle yola devam edemeyiz” diyemediler? Neden, ağır ve haksız bir darbeye maruz kalan Hoca’dan kopmak, yozlaşmış ama iktidar olan bir AK Parti’den kopmaktan daha kolay oldu? Bunu “dava”ya zarar vermemek ile mi, iktidara zarar vermemek kaygısı ile mi izah etmek daha anlamlıdır?

Uçbeyi Arınç
Hal böyle olunca, Arınç’ın açıklamaları ciddi biçimde boşa düşüyor. Söylediklerinden daha ziyade şu anlam çıkıyor, “yeniyetmeler partiyi ele geçirdi, bizim sözümüzü dinleyen kalmadı, makam, mevki meraklısı olmasak da geri plana düşmeyi sindiremeyiz, kimse bizi hafife almaya kalkmasın” ve dahası “eşitler arasında birinci idik, Erdoğan fazlasıyla öne çıktı, racon bozuldu, bunu içime sindiremem”. Arınç, 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi de benzer bir çıkış yapmıştı, hatırlarsanız Abdullah Gül, Arınç’ın açtığı cephenin gerisinden Erdoğan’ı sıkıştırarak cumhurbaşkanı adayı oldu. Şimdi benzer bir durum ortaya çıkıyor, herkes Gül’den çıkış beklerken, bir kez daha Arınç uçbeyliğine soyunup Erdoğan’a meydan okuyor. Ben olayı böyle okuyorum.


Peki, Arınç’ın çıkışı, Gül’ün meşhur “rahatsızlıklarının” ardında hiç mi ilkesel bir itiraz yok? Kuşkusuz var, kuşkusuz her iki isim de, AK Parti’nin geldiği noktadaki sorunları daha iyi görüyor. Ama, böyle olması, bu iki ismin AK Parti’nin vardığı noktada sorumlulukları olmadığı anlamına gelmez. Olay, giderek daha fazla “Erdoğan’ın günahkeçisi haline gelmesi”ne bağlanıyor. Her ne kadar muhalefet çevrelerinin hoşuna gitse de siyasi sorunları kişiselleştirme, ciddi siyasi sorgulama ve yüzleşmelerin önüne geçtiği ölçüde, siyaset toptan yozlaşır, sığlaşır, bunu unutmayalım. Erdoğan güçlüyken sesini kısıp, önüne geleni imzalayıp, güç kaybederken, ortalığa dökülmek pek de mümtaz bir siyasi çıkış yolu olamaz, olamayacak, benim asıl kaygım bu.

Ziyaret -> Toplam : 125,25 M - Bugn : 9547

ulkucudunya@ulkucudunya.com