ABD 1 Kasım’a nasıl bakıyor?
Adem Yavuz Arslan 01 Ocak 1970
1 Kasım seçimleri ile ilgiliWashington’da konuşulanlara geçmeden önce kısa bir anekdot aktarmakta fayda var.
Görüntüyü izlemişsinizdir.
Kanada’nın yeni-sıra dışı başbakanı Justin Trudeau ile gazeteci arasında geçen diyalog ‘suyun bu yakasındaki anlayışı’ göstermesi açısından önemliydi.
Seçimlerden birkaç gün önce Montreal’de bir etkinlikte basının ve seçmenin karşısına çıkan Trudeau, kendisine eleştirel soru yönelten gazetecinin sözünün bir partili tarafından kesilmesine sert tepkigösterdi.Taraftarlarına dönen ve sesini yükselten Trudeau “Hey! Biz bu ülkede gazetecilere saygı gösteririz. Zor sorular sorarlar ve onlardan beklenen de budur. Tamam mı” diye bağırdı.
Sonra gazeteciye dönüp sorusunu bitirmesini istedi.Tarihinin en karanlık dönemini yaşanan Türk medyası çalışanları olarak bu görüntüyü izlerken‘keşke’ demekle yetindik.Çünkü Türkiye’de siyasiler gazetecilere saygı duymazlar. Zor soru soranı hatta sorma ihtimali olanı uzaklaştırırlar. Onlar için sadece ‘biat eden’ler makbuldür.
Uzağa gitmeye gerek yok.Hafta sonu ortaya çıkan görüntüleri izledik. Aralarında BUGÜN TV ve Kanaltürk’ün de bulunduğu 7 televizyon kanalının TÜRKSAT’tan nasıl çıkarıldığını gördük.
Sansürün arkasında adı skandallarla anılan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa Varank varmış. Görüntüler inanılır gibi değil.
Başdanışman övünerek muhalif kanalların susturulması gerektiğinianlatıyor.Bu esnada Akif Beki’nin kahkahaları duyulurken Hilal Kaplan devreye girip ‘Çok merhametli gidiliyor’ diyor.
Nereden baksan rezalet.
Cumhurbaşkanı danışmanı açıkça Anayasa’yı ihlal ederken sözüm onagazeteciler de alkış tutuyor! Üstelik skandal ortaya çıktıktan sonra da‘ağzıma sağlık’ ya da ‘Yaptığımla gurur duydum’ türü açıklamalarla rezaleti perçinlediler.
Demek ki yapılan baskınlar, zulümler, hapisler yetmemiş Kaplan’a.Belki de IŞİD gibi kafa kesmek ya da Hitler gibi insanları gaz odalarınagöndermek ancak tatmin edecek bu havuz gazetecisini!
Öte yandan savcının Varank’ın emrinde çalıştığı da görülmüş oldu.
Gelelim 1 Kasım seçimleri ve Washington’un nabzına.
Aslında cevap Varank’ın temsil ettiği zihniyetle alakalı. ABD başkentindeöznesi Türkiye olan tartışmalar ‘özgürlükler’ çerçevesinde.
Her fırsatta Türk hükümetine ‘basın özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü’hatırlatması yapan ABD Dışişleri Bakanlığı cumartesi günü de Varank’ın başrolünde olduğu skandalla ilgili açıklama yaptı.
Hükümetin medyaya yönelik soruşturmalarından endişeli olduklarını söyleyen ABD “Basın özgürlüğü sağlıklı demokrasilerin kilit unsurudur. Kampanya döneminde farklı görüş ve bakış açılarının seslendirilmesi özellikle önem arz ediyor” dedi.
Bu ifadelerin meali şu: Washington’da seçimlerin ‘özgür ve adil’ olacağı konusunda ciddi endişeler var.
Medyaya yönelik baskılar, muhalefete yönelik kısıtlamalar şüpheleri artırıyor.
Türkiye’nin stratejik önemi ve IŞİD ile mücadele gibi başlıklar nedeniyle düne kadar açıktan pek bir şey söylenmiyordu.Resmi söylemler ise diplomatik çerçevede kalıyordu.
Ancak ‘özgür ve adil seçimler’ ABD için kırmızıçizgi ve bugünlerde yapılan açıklamaları bu perspektiften değerlendirmek lazım.
Öte yandan Washington’a dair bir kulisi de not etmekte fayda var:
Hatırlanacağı gibi bir zamanlar, Laleli ile Rusya arasında bavul ticareti yaygındı.
O ticaret şimdilerde okyanusun bu tarafına uzandı.Kulislerde ilginç bilgiler var. AKP’nin bozulan imajını düzeltmek için kesenin ağzını bir hayli büyük açtığı konuşuluyor.
ABD’nin en hassas olduğu alanlardan birisinde yaşanan bu gelişmeler bakalım nereye uzanacak?
Özetlersek; Türkiye ABD için önemli. Erdoğan, faşizme kayan icraatlar yapıyor, özgürlükleri kısıtlıyor, adım adım demokrasiden uzaklaşıyor diye Türkiye ile çalışmaktan vazgeçmezler.
Ancak sorun şu: Türkiye kendini bir Suudi Arabistan ya da Pakistan liginde konumlandırmak istiyor mu?
ABD için 1 Kasım Türkiye’nin kendi ‘yerini’ belirlemesi noktasında kritik bir tarih olacak.