Kıbrıs gidişatı ve tehlikeler
HASAN ÜNAL 08 Nisan 2008
KIBRIS meselesi konusunda AKP hükümeti ve Mehmet Ali Talat yüzünden birbiri ardına fırsatlar kaçırıyoruz. 24 Nisan 2004 yılında yapılan referandumları müteakiben AB, Kıbrıs Türklerine ve Türkiye’ye bir dizi vaatlerde bulunmuştu. KKTC’ye uygulanan ambargolar - Mehmet Ali Talat’ın ifadesiyle izolasyonlar kaldırılacaktı. Hatta referandumlardan bir ay sonra kendi hazırladığı plana ne olduğunu bir rapora kaydeden BM Genel Sekreteri Kofi Annan da BM Güvenlik Konseyi’ne ambargoların artık her hangi bir amaca hizmet etmediğini ve kaldırılması gerektiğini söylemekteydi.
KKTC tanınmalıydı
O günlerde İslam Konferansı Teşkilatı üyesi ülkelerin pek çoğu KKTC’yi tanıyabilecekleri konusunda tavır aldılar. Çünkü uluslararası camianın ortaya koyduğu bir çözüm planı referanduma sunulmuş ve Türk tarafı kabul ederken Rum tarafı ezici bir çoğunlukla planı reddetmişti. Kaldı ki, bu, ilk defa da olmuyordu. Kıbrıs meselesini üniversite üçüncü sınıf düzeyinde takip eden herkesin bildiği gibi, bugüne kadar Kıbrıs meselesinde uluslararası camia üç paket ortaya koymuş; bunlardan ilki olan de Cuellar paketini Türk tarafı tümüyle kabul etmiş; buna karşılık Rum tarafı reddetmiş; ikinci paketi yani fikirler dizisini Türk tarafı yüzde doksan oranında kabul etmiş; ancak Rumlar reddetmişlerdi. Son paket olan Annan planı da yine Rumlarca çöp sepetine atılmıştı. Dolayısıyla daha fazla yapılacak bir şey yoktu ve KKTC’nin tanınması talebinden geri dönülmemesi gerekirdi. İşte o ortamda İslam Konferansı Teşkilatı Örgütü’nün Genel Sekreteri KKTC’yi ziyaret ederek ne gibi yardımlarda bulunabileceklerini araştırdı. Ancak gördü ki, Talat ve şürekası ‘aman bizi tanımayın’ havasındalar. Aynı şekilde Ankara’daki AKP hükümetinin de tanınma konusunda hiç bir ısrarı ve talebi olmadığı gibi, tam tersine tanınmama talepleri vardı. Bu şartlarda hiç şey ortaya çıkmadı ve bir fırsat kaçırılmış oldu.
Karadağ ve Kosova fırsatları
BİR yıl sonra eski Yugoslavya’dan koptuktan sonra Sırbistan ile bir devlet çatısı altında kalan Karadağ da bağımsız oldu. Sırplarla din, dil, kültür ve her alanda ayni olan Karadağlıların bağımsız olmasını AB teşvik etti ve Balkanlar’ın bir milyondan daha küçük nüfuslu bu devleti AB tarafından tanındı. Aynı dönemde Türkiye’nin AB’ye üye yapılmayacağı 17 Aralık 2004 tarihli AB zirve kararları ve bu kararları takip eden Müzakere Çerçeve Belgesi ile ortaya konuldu. 2005 yılını müteakiben AB içerisinde ve ayrıca AB’nin önde gelen ülkelerinde yaşanan siyasi hadiseler Türkiye’nin AB’ye alınması ihtimalinin hemen hemen sıfır olduğunu defalarca göstermiş oldu. Almanya’da Merkel’in başbakan olmasının ardından Fransa’da Sarkozy’nin cumhurbaşkanı seçilmesi bu gidişatı iyice belirgin hale getirdi. AB ümitleri tamamen suya düştükten sonra bu defa da ortaya bir Kosova fırsatı çıktı. Dağılan Yugoslavya’nın son halkalarından birisi olan Kosova geçen ay bağımsızlığını ilan etti. İşin ilginç yanı bu bağımsızlık kararını da AB teşvik etti ve AB ülkeleri, Kosova’nın bağımsızlığını birbiri ardına tanıdılar.
‘Aman KKTC’yi tanımayın’
KOSOVA, bir ortaklık cumhuriyeti olan eski Yugoslavya’nın ortaklarından biriydi, tıpkı Karadağ, Sırbistan ve diğerleri gibi... Kosova tanındığına göre KKTC de hemen tanınmalıydı; zira bütün ortaklık devletlerinde olduğu gibi, eğer bir ortaklık devleti dağılırsa, ortaklığı oluşturan her ulusal kimlik kendi devletini kuruyor. 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti de bir ortaklık devletiydi ve dağılınca ortak olan her ulusal kimliğin kendi ulus devletlerini kurmaları kaçınılmazdır. Putin bile benzeri imalarda bulundu; ancak ne Talat ne de AKP hükümeti bu konuda adım atmaya yanaşmıyor. Tam tersine ‘aman KKTC’yi tanımayın’ tavırlarını sürdürüyorlar. Böyle yaptıkları için de üzerlerindeki Kıbrıs vebali ağırlaşıyor. Açıkça söylemek gerekirse, Kıbrıs Rum tarafının yeni bir devlet başkanı seçmesinden dolayı Kıbrıs görüşmelerini yeniden başlatmak anlamsızdır. İşin doğrusu, iki ayrı devlet esasında ısrarcı olmaktır. Çünkü Rum lider Hristofyas’ın hem taktiksel hem de içerik olarak söyleyecekleri de yapacakları da bellidir. Rum-Yunan ikilisinin niyetleri güneydeki devletin egemenliğini kuzeye genişleterek sorunu ‘çözmek’ olduğuna göre güvenlik ve garantileri de teknik komitelerin görüşmelerine açmak hangi mantığın eseridir? AKP hükümeti anlamalıdır ki, hem uluslararası konjonktür hem de iç siyasi durum 2004 yılında yürütülen Kıbrıs tezgahının tekrarlanmasına uygun değildir ve bunun zorlanması siyaseten kendi aleyhlerine gelişmelere sebep olur. Çünkü Türk halkı yapılanların açıkça bir tezgah olduğunu görüyor. Öte yandan Kıbrıs Türk toplumu da AB yoluyla yürütülen ve yürütülecek çözüm girişimlerinin kendilerini Rum’un elinde basit bir azınlıktan öteye götürmeyeceğini görmüştür. Bizden söylemesi...