Güneş balçıkla sıvanmaz
Savaş Süzal 01 Ocak 1970
Bugün, Atamın ölüm yıldönümü. Rahmetli son yıllarda, her halde, atılan iftiralar, nankörlükler ve yapılan saldırılar nedeniyle, mezarında, kim bilir kaç kez, döndü. Her ne kadar onu, çamur atarak, tarihin karanlık tarafına gömmek isteseler de, ondan iki satır okuyunca şu atasözü aklıma geliyor; "Güneş balçıkla sıvanmaz". İster kabul edin, ister rahatsızlık yaratsın ve hazmetmeyin, gerçek bu. Atatürk'ü kötülemek için en az onun seviyesine gelmek gerek.
Gelelim dış konulara. Sizlere, dış konular hakkında bilgi vermeden önce, içerideki popüler gündem konu, "başkanlık" üzerine bir çift sözüm var. Daha önce de çok yazdım, ama bu sefer, anlayamayanlara daha açık örnek vermek istiyorum. Hele iktidar takımının yaptığı, bilgiden yoksun siyasi yatırıma yönelik açıklamalar, öylesine komik ki. Ne diyor ağalar, Amerikan usulü başkanlık istiyorlarmış. Bu durumu, gençliğimizde dil bilmeden dinlediğimiz yabancı şarkılara benzetiyorum. Aşk şarkısı sandıklarımız, meğerse başka şey söylüyormuş. Biz ne hikmetse, anlamını bilmediğimiz şeylere, hep hayran olduk.
Sakıncalılar aday olamaz
Amerikan usulü başkanlık, önce Amerikan kültürü ister, yaşam kuralları ister, uzlaşmacı bir kafa ister. Bunlar ne yazık ki bizde yok. Bu kültürde, ayrıca yalancılık yoktur. Amerika'ya ilk gittiğim yıllarda, bunu fark edince çok şaşırmıştım. Belge sormazlardı, beyan esastı.
İsterseniz, baştan başlayalım. Bir kere, tüm siyasi adayların geçmişini tahkik edecek, bir iç istihbarat örgütü ister, FBI (Federal Soruşturma Bürosu) gibi. FBI öylesine bağımsızdır ki, Nixon'u başkanlıktan etmişti. Bizde, maalesef böyle bağımsız bir güvenlik kurumu yok. Bu kurumun, adaylar için yayınlayacağı soruşturma sonuçları, herkese açıktır. Sabıkalı, mahkemede davası olan, vergi ve gelir durumu sakıncalı kimseler aday olmaz. Son örnek, ABD Başkanlık, aday adaylığı yarışına katılan, siyahî cerrah, Ben Carson'un, ABD Harp Okulu West Point'ten tam burs alarak okuduğu iddialarının yalanlanması. Neticede, Carson, son Cumhuriyetçi adaylar tartışmasından çekildi. Bu kurum eğitim durumunu da soruşturur. Şimdi, başkanlık için şart olan, bizdeki üniversite diploma konusu ve siyasi suç sabıka kayıt durumunu düşünürsek, baştan bu iş yatar.
İkinci önemli nokta. Dar bölge seçim sistemi uygulanır. Bunda da partilerin milletvekili adaylarını partiler değil, partiye kayıtlı yerel seçmenler belirler. Yerel aday adayları içinde en fazla oyu alan, aday olur ve seçime girer. Meclis'teki görev süresi 2 yıldır. Millet Meclisi seçimleri de iki yılda bir yenilenir. Milletvekili, partisine değil seçim bölgesindeki seçmenine bağımlıdır. Oylanacak yasa tasarıları konusunda sürekli halkın fikrini sorar, ona göre Meclis'te oy kullanır. Bunda da kasıt, diktatörlüğe yol açmayacak, başkanı denetleyebilecek bir Parlamento'nun oluşturulması.
Başkan her istediğini yapamaz
Seçimlerde, bir başka önemli nokta, nüfusu ne olursa olsun, her eyaletten, ikişer senatör seçilmesi. Bununla da, çoğunluğun azınlığa tahakkümü önlenir. Başkanın kabinesi, anayasa mahkemesi yargıçları da dâhil, atanacak yüksek düzeydeki memurlar ile politikaları inceleyip onaylama senatonun görevidir. Başkan her istediğini atayamaz, bütçeyi kafasına göre harcayamaz ve dilediği gibi bir politika izleyemez. Şimdi bizim siyasi parti genel başkanlarının seçtiği, parti çizgisi dışına çıkamayan, Meclis'le, bunun ne kadar gerçekçi olabileceğini düşünün.
Bizde söylenen Türk usulü başkanlık, bu kafayla, Saddam Irak'ı, Kaddafi Libya'sı, Esad Suriye'si, Suudi Arabistan krallığı olur. Gerçi, şu andaki durumun da, bu yönetimlerden pek farkı yok ya. Hoş başkalarına kulluk edenler, görgüsüzlükte zirve yaparak Antalya'ya gelirken, efendileri de, daha sade görünüyor. Görgüsüzlük ve gösteriş, Orta Doğu'ya mahsus bir şey. Antalya deyince aklıma geldi. Washington'da, ABD Başkanı Obama'nın, güvenlik nedeniyle, kendisine hazırlanan zırhlı bina yerine, Antalya kıyılarında bulunan, bir Amerikan zırhlısında kalabileceği söyleniyor. Zirve için 24 saat Antalya'da kalacak Obama'nın, bu tutumundan Ankara ne ders çıkarır, bilemeyiz.
Son not, dolar konusundaki uyarılarım, hâlâ geçerli. Mesela bizimkiler, mülteci konusuna karşılık, Obama'ya, şu FED'in (Amerikan Merkez Bankası), dolar karşısında eriyen liramızı söyleseler de, bir dönem daha korusak, olmaz mı? Bence bu konu, Suriye'den daha önemli.