Kim takar AB’yi
HASAN ÜNAL 16 Nisan 2008
AB’DEN gelen açıklamalar AKP’yi körü körüne savunma çabası içerisinde olmayan herkesi rahatsız etti. Hatta rahatsız olanların arasına AKP’ye bir veya iki seçimdir oy verenlerin bir bölümünü de eklemek gerekir.
Kapatma davasından bu yana AB yetkilileri birbirinden sert açıklamalar yaptılar. Önce AB içerisinde parti kapatılmadığını söylediler ki, bunun doğru olmadığını bu köşede defalarca ele aldık. Sonra AB ile Türkiye arasındaki müzakerelerin durdurulabileceğini anlattılar.
Küstahlık...
BU açıklamalardaki küstahlık katsayısı fena halde yüksek. Türk hukuk sistemine açıktan bir saldırı niteliğindeki bu açıklamalar ve girişimler aslında AB’nin savunageldiği prensiplerden hukukun üstünlüğü kavramına ciddi bir darbe anlamına geliyor ki, bu konuları da ele almıştık.
Bilhassa ‘laiklik olmasa da olur’ anlamına gelen seslerin yükselmesi tam bir garabet. O zaman Refah Partisi’nin ne suçu olduğunu sormak lazım. Ankara’ya gelen AB Komisyonu Başkanı Barroso türban konusunda Türkiye’ye bir standart veremeyeceklerini söylüyor.
O halde Refah Partisi neden kapatılmıştı Bay Barroso? Ve bu kapatma kararını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi neden onaylamıştı? Aynı meseleden dolayı değil mi? Yani mesele Refah’ın kapatılması ise her yol mübah; ama AKP ise hiçbirisi değil mi diyeceğiz? Bu da yeni bir AB kriteri mi oldu?
Tehditlere gelince...
İŞİN en garip tarafı ise AB’nin elinde Türkiye’ye karşı kullanabileceği bir manivela olmadığı halde, sanki çok büyük güç ve imkanlara sahipmiş edasıyla Türkiye’yi tehdit etmesi. Bilhassa müzakerelerin askıya alınabileceğini söyledikleri zaman komik oluyorlar. Ya da, bizim daha doğrusu Türkiye’nin gerçekte olmayan AB perspektifini ballandıra ballandıra anlatan; ama toplumda hiçbir inandırıcılıkları kalmamış güruhun zeka seviyesiyle alay ediyor gibiler.
Çünkü Türkiye ile AB arasındaki müzakereler 2006 yılının Haziran zirvesi kararlarıyla askıya alınmış durumda. Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bastırması, Yunanistan’ın desteklemesi ve AB içerisinde Türkiye’nin üyeliğine şiddetle karşı çıkan çevrelerin alttan alta omuz verdiği bir sürecin sonunda Ek Protokol’den dolayı Türkiye’nin müzakereleri askıya alındı.
Nasıl mı?
GÜMRÜK Birliği ve Gümrük Birliği ile doğrudan veya dolaylı olarak alakalandırılabilen bütün fasıllar askıya alındı. Ayrıca diğer fasıllar da açılabilecek; ancak hiçbirisi kapatılmış sayılamayacak. Yani her fasıl açılıp, Türkiye ile AB Komisyonu arasında teknik müzakereler yapılabilecek; fakat, teknik müzakereler tamamlansa bile fasıl yani dosya kapanmış sayılmayacak. Taaa ki, Türkiye Ek Protokol’ü Meclis’te onaylatarak uygulamaya koyuncaya kadarÖ
Daha açık bir ifadeyle Türkiye müzakere etmiyor veya etse bile yol katetmiyor. Olduğu yerde patinaj yapıyor. Ancak bu patinaj hasarlı bir sürece dönüşmüş durumda. İşte bu çerçevede AB’nin ‘müzakereleri durdururuz haaa’ açıklamaları gelince, bunun inandırıcılığı olmadığı halde neden söylendiğini merak etmek lazım.
Yapısal olarak
Meseleye yapısal bir çerçeveden bakacak olursak, AB’nin tehditlerinin hiçbir yaptırım tarafı olamayacağı daha açık görülüyor. Örneğin Türkiye’nin AB’ye üye yapılıp yapılmaması üzerine yürütülen tartışmalara, AB üyesi ülkelerin kamuoylarında gözlemlenen Türkiye karşıtlığına ve bilhassa son yıllarda Almanya ile Fransa’daki siyasi havaya bakalım. Bunların hepsi de Türkiye’nin AB’ye üye yapılmayacağına işaret ediyor. Hatta açık açık gösteriyor.
Kaldı ki, 17 Aralık 2004 tarihinde Türkiye hakkında alınan AB zirve kararları Türkiye’ye AB konusunda tam üyelik perspektifi vermekten çok uzaktı. O belge ve daha sonra hazırlanan Müzakere Çerçeve Belgesi ve Katılım Ortaklığı Belgesi Türkiye’nin nasıl ve ne zaman üye olacağını değil; neden ve niçin üye olamayacağını izah eder gibiydiler. Bu belgeler ve AB’nin sanki Türkiye üye yapılacakmış gibi davranmasının iki sebebi vardı.
Birincisi, AB Gümrük Birliği ile Türkiye aleyhine oluşturulmuş bulunan düzenlemelerin kalıcı olmasını temin ediyor ve Gümrük Birliği yoluyla kendisine fayda sağlıyor. İkincisi ise, AB süreci yoluyla Türkiye’nin yeniden yapılandırılması amaçlanmıyordu. Bu iki konuda da AKP AB’nin işbirlikçisi gibi hareket ettiğinden dolayı AB’nin mevcut iktidara her türlü desteğini vermesi mecburiyeti var.
Ama öyle anlaşılıyor ki, bunların sonuna gelindi. AB’nin bugüne kadar savunduğu hukukun üstünlüğü ve laiklik ilkelerini ayaklar altına almak pahasına Türk demokrasisine saldırması bundan dolayı. Adamlar haksız mı? Ya başka birileri gelir de ‘biz AB oyununa son vereceğiz ve şu Gümrük Birliği’ni masaya yatıracağız kardeşim’ derlerse ne olacak? Avrupa Topluluğu adıyla 1970’lerde ve 80’lerde Avrupai kavramların referans kaynağı olarak herkesin saygısını kazanmış olan AB, Türkiye ile ilişkilerde adeta yalancılar ve sahtekarlar topluluğuna dönüştü.