Keyfî yönetimin itirafı
Şahin Alpay 01 Ocak 1970
2011 genel seçimlerinden, ama esas olarak da 17 / 25 Aralık 2013'ten bu yana Türkiye'ye giderek keyfîleşen bir yönetimin egemen olduğu herkesin malumu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçen gün bir televizyon programında söyledikleri ise bunun açık itirafı. “Cemaat” ile ilgili bir soru üzerine şöyle diyor: “Onlar Tayyip Erdoğan'a ihanet ettiler, ben onlara ihanet etmiyorum. Sadece milletin hakkını onlardan geri alma mücadelesini veriyorum.”
Cumhurbaşkanı'nın sözlerinin akla getirdiği o kadar çok soru var ki. Başta gelenleri şunlar: Ceza hukukunda “Tayyip Erdoğan'a ihanet etmek” gibi bir suç var mıdır? Ceza hukukunda yeri olmayan “paralel devlet / legal görünümlü illegal yapı” kavramları yeterli olmadı, yerine “Tayyip Erdoğan'a ihanet” kavramı mı ikame ediliyor? Cumhurbaşkanı'na “milletin hakkını geri alma” yetkisini veren kim?
Cumhurbaşkanı “ihanet” ile herhalde “hükümete karşı darbe” olduğunu iddia ettiği 17 / 25 Aralık soruşturmasını kastediyor. Bir an için (hiç gerçekçi olmayan bir varsayımla) diyelim ki, bu soruşturmayı yalnızca “Cemaat”le ilişkili, yetişmelerinde “Cemaat”in katkıları olan yargı ve emniyet mensupları yürüttü. Peki, iddialar Cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturması niteliğini taşımıyor muydu? Soruşturmanın sonuna kadar sürdürülüp, iddiaların gerçek olup olmadığının aydınlanması gerekmez miydi? Eğer söz konusu olan yolsuzluk değil de “darbe” ise, ilgili dört bakan niçin istifa ettirildi ve niçin bir daha milletvekili adayı yapılmadı? Niçin bunlara Yüce Divan'da yargılanarak kendilerini aklama fırsatı tanınmadı?
Demek ki, “Cemaat” denilen (sosyal bilimler açısından bakılacak olursa, inanç temelli bir sivil toplum hareketi olan) Hizmet hareketine karşı yürütülen cadı avının, açılan çeşitli davalarda yüklenmeye çalışılan suçların hukuki bir temeli yok, tümüyle siyasi gerekçelere dayanıyor. Demek ki, görevlerinden alınan binlerce, açılan çeşitli davalarda tutuklanan yüzlerce emniyet ve yargı mensubu, hukuki gerekçelerle değil, Cumhurbaşkanı kendisine “ihanet” ettiklerine inandığı için bu muameleyi görüyor.
Anamuhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Devlet yüzlerce kişi çalıştıran holdinglere hukuksuz şekilde kayyım atıyor… Dünya ekonomik kalkınma için büyük şirketlerini el üstünde tutuyor, Türkiye ise büyük holdinglerine dolgun maaşlı kayyım atıyor…” diyor. Anlaşılan, Türkiye'nin sermaye yapısı en güçlü bankası olan Bank Asya, Cumhurbaşkanı kendisine “ihanet” ettiğine inandığı için TMSF'ye devredildi. İpek Koza ve Kaynak holdinglere bunun için kayyım atandı. Samanyolu Yayın Grubu bunun için sansür ve karartma altında. İki medya mensubu, Hidayet Karaca ve Gültekin Avcı bunun için tutuklu.
Demek ki, dünyanın başına bela olan IŞİD'in temsil ettiği anlayışın tam zıddını, yani demokrasiyi, herkese inanç özgürlüğü anlamında laikliği, bilimin dinle çelişmediğini, herkesi olduğu gibi kabul etmeyi, halklar arasında karşılıklı saygıyı, barışı, her şart altında meşruiyeti savunan; şiddetin her türlüsüne karşı çıkan bir İslam anlayışını temsil eden, bu bakımdan dünyada bir eşi olmayan İslam bilgini Fethullah Gülen, bunun için PKK elebaşılarıyla birlikte “terörist” ilan edildi, bu nedenle dünyanın buna inanması bekleniyor.
O sıra ekonomiden sorumlu olan ANAP'lı bakan Güneş Taner, 28 Şubat 1997'deki MGK'da “yeşil sermaye diye nitelenen banka ve holdinglere el konulmasının” istendiğini ama hükümetin bunu reddettiğini söylüyor. Demek ki, AKP iktidarı 18 yıl önce alınan MGK kararını uygulamakta. Acaba Balyoz, Ergenekon, faili meçhul cinayetler davalarının beraatle sonuçlanması da, hukuki gerekçelere değil AKP iktidarının askeri vesayetçilerle girmiş olduğu ittifaka mı dayanıyor? Cumhurbaşkanı'nın açıklaması üzerine aklı başında herkesin sorması gereken sorular o kadar çok ki...