Dinin istismarı
Ali Bulaç 01 Ocak 1970
İnsanların tümüne (En nas) hitap etme durumunda olan Müslümanların bugün dünyada oynamaları gereken bir rol var; eğer İslam'ın zamanımızın acılı insanına şifa vereceği düşünce ve iddiasında isek, şu sorulara tatminkar cevaplar vermemiz gerekir:
İslam'dan ne anlıyoruz? İslami değer ve hükümlerin yol göstericiliğinde nasıl bir dünya inşa etmeyi düşünüyoruz? “Kendisi himmete muhtaç dede” hükmünde olan bizler neden bu durumdayız? Neden Müslümanlar durmadan kendi aralarında çatışıyor? Her insan grubu gibi Müslümanların da ihtilafa düşüp birbiriyle çatışması bir yere kadar doğal ama neden Müslüman olduklarını beyan ettikleri halde ihtilaflarını İslam'ın amir hükümlerine göre çözmeye yanaşmıyorlar? Bu durum İslam'dan mı, bir biçimde şekillenmiş bulunan Müslüman olmaklığımızdan mı kaynaklanıyor?
Deneysel olarak biliyoruz ki, dün olduğu gibi bugün de İslam adına söz söyleme durumunda olan insanlar farklı İslam algılarına sahiptirler. Kimileri dini halis şekliyle yaşamak ve tebliğ etmek ister, kimileri şahsi, grupsal veya ulusal çıkarların gerçekleşmesi için İslam'dan gerektiği kadar yararlanmaya bakar. Bir dinin içinde farklı yorumları esas alan grupların, itikadi fırka ve fıkhi ekollerin olması tabiidir. Farklı yorum ve içtihatlara açık olmayan din totaliter zorbalığa dönüşür ve zaman içinde kuruyup gider. Birden fazla yorum dinin müntesiplerine zenginlik, derinlik ve çeşitlilik katar. Ancak modern zamanlarda Müslümanlar farklılıkları bu şekilde anlamıyorlar. Ya birbirlerini dinin dışına çıkmakla veya kendi çıkarları adına dini istismar etmekle suçluyorlar. Hangi gruba sorsan, asıl dini kendilerinin temsil ettiğini, kendi fırka, mezhep veya cemaatlerinin kurtuluşu sağlayan “Nuh'un gemisi” olduklarını söyleyecektir.
Mesele Müslüman grupların birbirlerini suçlamasıyla da bitmiyor. Laik kesimler de özellikle kamusal alanların tanziminde dini referans alan grupların tamamını ya “dini istismar etmek” veya “kendi adlarına otoriter ve totaliter dini yönetim kurmak” istemekle suçluyorlar. Modern eğitimden geçmiş laikler dini ve dindarları kamu düzeni adına tehdit görmektedirler. Tabii ki laik çevreleri tedirgin edecek yeterince ürkütücü tecrübe, kendileri dışında herkesin hayat hakkına tecavüz etmeyi dinin bir vecibesi gören korkutucu örgütler, din adına konuşup da dinin yasakladığı her suçu ve günahı işleyenler var ama bu zihni tutum sadece aktüel örnekler dolayısıyla ortaya çıkmış değil.
Genel anlamda İslamcıların “dini istismar” veya “dini ideolojileştirme” ile suçlanmalarına yakından baktığımızda bunun teorik altyapısının zayıf olduğunu görebiliriz. Eğer “istismar” bir şeyi kendi asli maksadı dışında kullanmak ve onun ruhuna aykırı olarak ondan birtakım çıkarlar elde etmek ise bu suçu ya tek tek bireyler, ya gruplar veya devletler yapmaktadırlar. Bunun dindeki tam karşılığı Müslüman'ın “ihlas”ın dışına çıkması, yani yapıp ettiğini sadece Allah rızası için değil, şu veya bu çıkar mülahazasıyla yapmasıdır.
İslam'ın kendi sahici amaçları dışında dünyevi ve ulusal amaçların gerçekleşmesinde destekleyici bir faktör olarak kullanılması tutumu çok eskidir ve muhtemelen bunun ilk örneklerine İslam'ın ilk nesilleri arasında rastlanabilir. Hatta İslam tarihinde ilk büyük kavga ve çatışmanın tam da dünyevi çıkar ve iktidarı temellükü hedefleyen söz konusu farklı algı ve misyon yükleme meselesinden neş'et ettiğini söylemek mümkün. Beni Ümeyye'nin kabile çıkarlarını iktidarla pekiştirmek isteyen Muaviye ile İslam'ın manevi mesajını ve İslam Şeriatı'nın ilkelerini esas alan Hz. Ali arasındaki kavga buna örnektir. Emevilerin iktidarına son verip başa gelen Abbasiler de meşruiyetlerini İslam'a ve Ehl-i Beyt davasına dayandırdılar. Fatımi iktidarına karşı mücadele eden Selçuklular ve Osmanlılar da, diğerlerinden geri kalmayarak İslam'ın doğru ve meşru yorumu olan Sünniliğin hamileri olarak tarih sahnesindeki yerlerini aldıklarında rakiplerini Rafızi veya Ehl-i bid'at olarak ilan ettiler.
Bugün belki ilk yapmamız gereken, İslamiyet'i bu siyaset bezirganlarının ve mütegallibe güç istismarcılarının elinden kurtarmak olmalıdır. Çünkü istismarcıların pratiği, bu dine dışarıdan bakanların zihninde ahlak ve adalet üretmeyen bir dinin teorik ve doktriner doğası zannediliyor.