Dakika bir, kendi kalene gol bir
Ali H. Aslan 01 Ocak 1970
Uluslararası ilişkilerde askeri hamle seçeneği, milli savunma ve ülke çıkarları adına olumlu sonuçları temin için dizayn edilmiştir.
Siyasi ve finansal yüklerinden dolayı pek tavsiye edilen bir dış politika enstrümanı değildir. Getirisi götürüsünden çok fazla olacaksa, sonuçlarına katlanıp uygulanabilir. Ankara'nın Suriye'yle sınırı ihlal eden Rus uçağını düşürme hamlesi, bu kriterlerle pek örtüşmüyor. Zoru görünce milli karizmayı çizdirme pahasına ‘uçakların Ruslara ait olduğunu bilmiyorduk' mazeretine sarılanlar, belli ki bu işin muhasebesini iyi yapamamış.
Rusya'nın zalim Esed rejimine destek ve barış masasında kendine daha geniş yer açmak için Suriye tiyatrosuna güçlü askeri giriş yaptığına şüphe yok. Rusların, Ankara'nın desteklediği başta Türkmenler olmak üzere farklı gruplara Esed rejimi perspektifinden tehdit nazarıyla baktığı ve saldırdığı da ortada. Hükümet, muhaliflerin Akdeniz'e açılan nefes borusu mahiyetindeki stratejik Türkmen Dağı bölgesinde bombardımanı yoğunlaştıran Rus kuvvetlerinden rahatsız olmakta haklı. Ancak iflas eden Suriye politikasında çözüm, Türkiye'yi yeni askeri ve siyasi maceralara sürükleyebilecek yüksek riskli hamleler olamaz.
Yapılanın sırf sınırdaki angajman kurallarının devreye girmesi sonucu gerçekleştiğini iddia etmek inandırıcılıktan uzak. Bahçenize girip çıkıyor diye komşunuzun keçisini bile düşünmeden tüfekle yere sermezsiniz. Rusya gibi bir askeri süper güce böyle bir hamlenin ardında mutlaka bir siyasi hesap ve irade vardır. Kriz öncesinde Başbakan Ahmet Davutoğlu, Rusya'yı Birleşmiş Milletler'e şikayet etmişti. Ankara'daki Rus büyükelçisi de uyarılmıştı. Yapılan bu tür diplomatik girişimlerden, Ankara'nın Rusya'ya fena içerlediği, muhtemel bir müdahaleye uluslararası toplumu hazırlamaya çalıştığı anlaşılıyor. Ancak bunda da pek başarılı olduğu söylenemez.
ABD VE NATO HAZIR DEĞİLDİ
Washington ve Brüksel'den gelen ilk tepkilere bakıldığında, Amerika ve NATO'nun Türkiye-Rusya kapışma senaryosuna hazırlıklı ve razı olmadıkları anlaşılıyor. ABD Başkanı Barack Obama ve NATO yönetimi, müttefikliğin yüzü suyu hürmetine usulen Türkiye'nin egemenliğini koruma hakkı olduğunu açıkladılar. Ancak kendilerini Türkiye için parçalamaya ve Rusya ile kafa kafaya gelmeye istekli bir izlenim de vermediler. Aksine, kapalı kapılar ardında Ankara'nın davranışını abartılı buldukları ve yadırgadıklarına dair nice emare var. Hatta Türkiye'nin kendi ayağına kurşun sıktığı kanaati yaygın.
Ankara ABD'nin sağlam duracağını hesap ettiyse, kokmaz bulaşmaz Obama yönetimini hiç tanımamış, özellikle Suriye politikasını hâlâ anlayamamış demektir. Beyaz Saray'ın Suriye'de temel odağı IŞİD'le mücadele. Kremlin'i de yanına çekmeye çalışıyor. Bu konuda ciddi mesafe de aldılar. Türkiye'nin pişmiş aşa su katan hareketi, ABD'yi tedirgin ve rahatsız etti. Başkan Obama Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı, Dışişleri Bakanı Kerry de Rus mevkidaşını arayarak gerginliğin kontrolden çıkmasını engellemeye çalıştı. ABD ve Fransa, IŞİD aleyhine Rusya'yla güç birliği sağlanmasına Türkiye yüzünden halel gelsin istemezler.
Güya hem ABD hem Rusya'yla ‘stratejik ortağız' ama birine göre Ankara, Suriye'de büyük ölçüde baş ağrısı, diğeri ise “sırtından bıçaklandığı” kanaatinde. Hükümet Suriye'deki en büyük iki oyuncuyu birden rahatsız eden hamlesiyle Türkiye'nin barış masasındaki yerini daralttı. Batılı devletler nezdinde öngörülemeyen bir müttefik olarak puan kaybeden Ankara, stratejik derinliğine ilişkin zaten var olan kuşkuları iyice derinleştirdi.
HASIL OLMAYAN MAKSATLAR
Maksat, Rusya'nın Kuzey Suriye'de askeri faaliyetlerini engellemek idiyse tam tersi hasıl oldu. Etkili S-400 füzelerini bölgeye sevk eden Ruslar, Türk savaş uçaklarına bir nevi fiili uçuşa yasaklı bölge oluşturuyor. Ankara'ya bel bağlayan Suriyeli Türkmenleri ve diğer muhalifleri eskisinden de zor günler bekliyor. Rusya ve İran'ın Türkiye'yle örtülü mücadelesi ve Suriye'deki taşeron savaşı kızışacaktır. Kürt aktörler daha da kıymete binecektir. Rusya'yla ekonomik, askeri ve siyasi ilişkilerinin bozulması sonucu farklı alanlarda çıkacak doğrudan ve dolaylı faturalar da cabası.
ABD ve Batı cephesinden bakıldığında, NATO'yu içine çekebilecek bir askeri ihtilaf riski bertaraf edildikten sonra, olayın eğlenceli bir boyutu da var. Antipatik buldukları iki liderin birbirlerini yemeye çalışmasını zevkle izliyorlar. Rusya lideri Vladimir Putin ile Cumhurbaşkanı Erdoğan, Batı'da sıkça “zorba, inatçı, kural tanımaz, otoriter” gibi sıfatlarla anılıyor. Meseleleri şahsi algıladıkları, kinci oldukları ve kolay kolay pes etmeyecekleri düşünülüyor. Erdoğan Batı'dan istediği desteği de alamayınca mesajlarını yumuşatmak zorunda kaldı. Ancak işi Putin'den özür dileme noktasına taşıması beklenmiyor. Putin de siyasi başarısını karizmayı çizdirmemeye borçlu bir lider olarak zor geri adım atar. Dolayısıyla Batılılara, özellikle medyaya buradan daha çok eğlence malzemesi çıkacaktır.
“İnsani yardım adı altında Suriye'de teröristlere silah taşındığı, IŞİD'in Türkiye üzerinden petrol ticareti yaptığı ve Erdoğan'ın da bundan bir şekilde nasiplendiği” yönündeki Rus iddiaları ayyuka çıktı. Müttefiklik hatırına ya da stratejik bağımlılıktan dolayı bu tür konuları pek dillendirmeyen Batılı devletlerin Putin'in Erdoğan'a sözlü salvolarından gizli haz duyduklarına eminim. Cumhuriyet Gazetesi'nden Can Dündar ve Erdem Gül'ün MİT TIR'larında silah taşındığını ispatlayan haberler nedeniyle tutuklanması ise Ankara'yı dünya gözünde suç örtme psikolojisiyle hareket ediyor konumuna düşürdü. İstenilmeyen sonuçlarına bakıldığında, Rusya'ya askeri hamle Türkiye'ye, özellikle yeni kurulan hükümete pek yaramayacağa benziyor. Dakika bir, kendi kalemize gol bir.