Yasak Bir Hafızayla Yüzleşmek: Menemen Olayı İrtica mı, Komplo mu?
Eyüp Öz 01 Ocak 1970
Özet
1930 yılı Türkiye için birkaç nedenle gerçek dönüm noktalarından biri olarak tanımlanabilir.
Kemalist iktidarın radikal dini reformları ve ekonomik krizin toplumsal hoşnutsuzluğu
derinleştirmesi, ülkeyi iki temel noktada değişime zorlamıştır: Ekonomide
devletçilik ve çoğulcu politik sistem. Bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle kurulan
Serbest Cumhuriyet Fırkası, sözkonusu iki temel yönelimin bir arada yürütülmesini öngören
siyaset mühendisliği ürünü olarak, 12 Ağustos’ta tarih sahnesindeki yerini aldı.
Serbest Fırka 17 Kasım’da aniden feshedilmesine rağmen parti tabanı aylar boyunca
varlığını sürdürecektir. Toplumsal muhalefetin sindirilmesi, sıradışı mehdici bir isyana
verilen orantısız cevaba rağmen mümkün olmamıştır. Bu makalede, 23 Aralık 1930’da
meydana gelen Menemen Olayı uhrevi kurtuluş hareketleri perspektifinde ele alınıyor.
Giriş
Cumhuriyet tarihinde pek az olay Menemen’deki isyan kadar hafızalarda
yer etmiştir. Nedenlerine bakılacak olursa; toplumu ve rejimi derinden sarsan bir
olayla karşı karşıya olunduğu görülür. Çünkü ekonominin kalbi ve görece modern
olarak nitelenen bir bölgede meydana gelmiştir. Yaşandığı yer ve sonuçları
itibarıyla iktidar için on yıllar boyunca sürecek bir sarsıntı kaynağına dönüşmüştür.
Böylesine sarsıcı bir isyanın irdelenmesi, aslında araştırmacının erken cumhuriyet
döneminin toplumsal kırılma ve kopuş noktalarının gözlemlenebileceği
dağınık bir laboratuvara adım atması demektir.
Elinizdeki çalışmanın şeceresi iki akademik çalışmanın sonuçları ve iki ayı
aşkın bir alan araştırmasının gözlem ve bilgilerine dayanmaktadır.1 Menemen
Olayı’na ait geniş bir külliyatın varlığını kabul etmek gerekir. Bunlar çoğunlukla
hatırat ve bir kısım resmi evrak üzerine yapılmış çalışmalardır. İster resmi görüşten,
isterse muhalif yazarların kaleminden çıksın, söz konusu eserler hatalı bilgiler
ve çelişkilerle doludur. Sayıları sınırlı olan akademik çalışmaları da burada
zikretmek gerekir.2 Yurt dışında konuyla ilgili neredeyse yegane kapsamlı çalışma,
Hamit Bozarslan’ın sorgulayıcı bir perspektifle ele aldığı değerli makalesidir.
Elbette konu ihtilalci bir mehdici isyan olunca,3 evrensel ölçekte bazı okumalar
yapmak gerekiyordu. Başta İslam Dünyası ve Akdeniz Dergisi’nin İslam
dünyasının dört bir yanındaki mehdici hareketleri inceleyen sayısı olmak üzere,
Norman Cohn, Avni İlhan, Ali Coşkun ve kaynakçada künyeleri verilen farklı görüşlerden
eserler, uhrevi kurtuluş hareketlerinin komplo teorileri ve/ya irticayla
açıklanamayacak kadar değerli bir laboratuvar ve aydınlatıcı bir prizma olarak
1 2006’da EHESS’in [Sosyal Bilimler Yüksek Araştırmalar Okulu, Paris, Fransa] tarih ve medeniyetler
bölümünde, Menemen Olayı ve Türkiye’de Mehdicilik [L’Incident de Menemen et le
Messianizme en Turquie] adlı yüksek lisans tezi ve 2014’te aynı okulda yapılan, Ege Bölgesi
ve Serbest Cumhuriyet Fırkası, Büyük Bir Muhalif Mobilizasyonun Politik Tarihi, 12 Agˆustos-
17 Kasım 1930 [Le Parti libéral républicain dans la région égéenne en Turquie, Histoire
politique d’une grande mobilisation contestaire, (du 12 août au 17 novembre 1930)], başlıklı
doktora tezi.
2 Bkz., İsmail Kurtoğlu, Menemen Olayı, Eskişehir, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Anadolu
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000 ve Bahriye Acar, İzmir Basınında Menemen Olayı,
İzmir, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 1977.
3 Her dinde uhrevi/dini kurtuluş hareketleri için değişik isimler kullanılmıştır. İslam dünyasında
mehdici ve nadiren mesihçi hareketler olarak adlandırılırken, Hristiyanlık’ta millenarism,
millenarianisme, millennialisme, chiliasticism ve adventizm olarak adlandırılır. İlkel veya kabilevi
din ve topluluklarda nativism ve cargo cultismdir. Musevilik’te ise kutsanmış anlamına
gelen mesih [meşiah] inanışı yaygındır. Burada daha çok Giritli Mehmet’in mehdi olduğunu
iddia etmesi nedeniyle mehdicilik kavramı tercih edildi. Bu tür hareketlerin kavramsal tartışmaları
için bkz., Avni Coşkun, « Osmanlı Dönemi Dini Kurtuluş Hareketlerinin Sosyolojisi »,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 20, 2001, s. 115-143.
ele alınması gerekliliğini ortaya koydu.4
Elimizde Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridelerinde yer alan önemli
bir bilgi fonu var. Bunlarda yargılamaların ilk kısmına ait sorgulama tutanakları,
savcının esas hakkındaki iddianamesi, idam kararları ve gerekçelerine dair
belgeler mevcut.5 Yine Emniyet Genel Müdürlüğü Polis Dergisi’nde açıklanan,
özellikle 1 Ocak 1931’de Divan-ı Harp Mahkemesi’nin oluşumuna kadar, İzmir
valisi Kazım Dirik Paşa tarafından yürütülen soruşturmalara ait tutanakları da
zikretmek gerekir. Ayrıca, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri, Cumhuriyet Halk
Partisi ve Başbakanlık Muamelat Genel Müdürlüğü kataloglarında yer alan yayınlanmamış
onlarca belge ilgi bekliyor. Genel Kurmay ATAŞE arşivinden bir
kaç belge, Şeyh Esat Efendi ile olay arasındaki bağı ispat etmeye çalışıyor. Fakat
belgelerde daha çok olayın sanıkları olan tarikat müritleriyle şeyhleri arasındaki
ilişki ortaya konulmuş. Bunlar kamuoyundaki yoğun tartışmalar üzerine açıklandı.
Başta yerel olmak üzere, ulusal gazetelerde duruşmaları izleyen gazetecilerin
yargılamalara ilişkin aktarımları da diğer önemli kaynaklar arasında yer alır.
Bu makale, 23 Aralık 1930’da Menemen’de meydana gelen sıra dışı bir
mehdici isyanı, sosyal ve politik tarihin bir öğesi olarak ele almaktadır. Çok
çetrefilli bir konu olarak bu mesele mültidisipliner bir bakışı zorunlu kılmaktadır.
Toplumu böylesine ikiye bölmüş ve özellikle Menemen kenti ve köylerinde
yasak ve içe dönük bir hafıza oluşturmuş olan bir olay olarak, araştırmacıya
meydan okuyan sorular listesinin tamamını burada cevaplamak mümkün
olmadı. Bazı karanlıkta kalmış alanları aydınlatmak için özellikle birinci dereceden
akrabalıkların konuşmasına ihtiyaç var. Fakat bunlarla konuşmak bir
tarafa olayın adını dahi duymak istemedikleri bir gerçek. En yaşlısından gencine
bir suskunluk ve çekingenlik söz konusu. Örneğin, bu satırların yazarı 2005 yılında
Paşaköy’de Giritli Mehmet’i tanıyan 96 yaşındaki Halil Yılmaz’la bir söyleşi
yapmak istediğinde reddedilmişti. Ancak oğlu kendisine, ?Bu yaşta neden korkuyorsun?
demesi üzerine, sınırlı bir konuşmayı kabul etti. Yine Bozalan Köyü’nde
yaşlılarla yapılan bir söyleşiden sonra, bütün sorumluluğun muhtara yüklenmesi
4 Hamit Bozarslan, « Le mahdisme en Turquie: ?l’Incident de Menemen” en 1930 [Türkiye’de
Mehdizm: ?1930 Menemen Olayı”] », Revue des mondes musulmans et de la Méditerranée,
Sayı 91-92-93-94, 2000; Mercedes Garcia-Arenal (dir.), Mahdisme et millénarisme en Islam
[İslam’da Binyılcılık ve Mehdizm], Revue des mondes musulmans et de la Méditerranée, Sayı
91-92-93-94, 2000; Norman Cohn, Les fanatiques de l’apocalyps, millenaristes révolutionnaires
et anarchistes mystiques au moyen âge [Kıyametin Fanatikleri, Orta Çağ’da Mistik
Anarşistler ve Binyılcı İhtilalciler], Paris, Payot, 1983; Avni İlhan, Mehdilik, İstanbul, Beyan
Yayınları, 1993; Ali Coşkun, Mehdilik Fenomeni, İstanbul, İz Yayıncılık, 2004.
5 TBMM Zabıt Ceridesi, Sıra no: 58, cilt 25, 31 Ocak 1931’de, Başbakan İsmet İnönü’nün
« Menemen Hadisesi’ni ika ve teşkilatı esasiye kanununu cebren tağyire teşebbüs edenlerden
37 şahsın ölüm cezasına çarpılması hakkında 3/564 numaralı Başvekalet tezkeresi ve Adliye
Encümeni mazbatası » başlıklı tezkeresinin ek belgeleri, s. 1-91.
de gösteriyor ki, aradan geçen onlarca yıla rağmen bölgede olayın sarsıntısı hala
devam ediyor. Giritli Mehmet’in biyografisinin kapsamlı bir şekilde kaleme alınmasında
bu çekingen tanıklıkların önemli bir katkısı oldu. Buda olayın karmaşık
dinamiklerinin daha iyi görülmesini sağlayabilir. Bu nedenle elimizdeki külliyatın
en belirgin eksikliği olan biyografi boşluğu doldurulmaya çalışılıyor ve Giritli
Mehmet’in mehdiyyet iddiası üzerinden bir okuma yapılıyor. Elbette bir uhrevi
kurtuluş hareketini başlatan dünyasal şartlardan kopuş mantığını göz ardı etmeden,
sosyal, ekonomik, politik, kültürel ve dini faktörlere de dikkat çekiyor.
I. Mehdi ve Misyonu: ?Esrarlı’ Yolculuğun Günlüğü
Tıpkı Menemen Olayı gibi, çok konuşulan ama hakkında az şey bilinen bir
isyancıdır Giritli Mehmet. Belirsizliklerin başlıca nedeni, resmi ve muhalif söylemde,
sadece bir piyon seviyesine indirgenmesidir. Oysa ki mazisi incelendiğinde,
bir isyana öncülük edebilecek kırılgan ve örselenmiş bir biyografiyle karşılaşırız.
Aile fertlerinin 27 Mayıs 1960 darbesine kadar her yıl düzenli olarak
sorgulanmaları, devlet zorunun boyutlarını göstermesi bakımından önemlidir.
Mehdi Mehmet, Akhisar’da doğmuş bir Girit göçmenidir. Asıl adı Mehmet
Bedâvaki’dir. Mahkeme tutanakları 33 yaşında olduğunu not etse de, eldeki görsel
dokümanlar daha ileri yaşlarda olduğunu göstermektedir. Bilinmeyen bir nedenle
katledilmiş olan Berber Hasan’ın oğludur. Daha çocuk yaşlarda başladığı aile mesleği
olan berberlikten sonra, aralarında meyhaneciliğin de olduğu bir çok işe atılır.
Örneğin bekçilik, evlendirme dairesinde memurluk ve çiftçilik gibi. Akhisar’dan,
Manisa’ya taşındığında, iki çocuklu ilk evliliği de sona erer. Yerleştiği Karaköy
Mahallesi, hem göçmen yoğun bir mekan, hem de yoksulluk sınırlarında üretilen
sorunların yuvasıdır. Bu mahallenin, olayın niteliğine etkisi şaşırtıcı derecededir.
Paşaköy’den Kadı Osman’ın kızı Elif’le olan ikinci evliliğinden Abdullah
isminde bir oğlu olur. Tanıklıklara göre Giritli Mehmet zamanla sünnileşmiş bir
Bektaşi’dir.6 Bu, bölgeye göç eden birçok Girit Bektaşi’sinin, taşra yerlilerinin
baskısıyla zorlandığı bir sonuçtu. Yunan işgali yıllarında (1919-1922) muhtemelen
bir asker kaçağı olarak dağa çıkmıştır.7 Cumhuriyet’in kuruluş yılında Mani-
6 Bkz., Oktay Özengin, Kubilay Olayı Tarihi, 40 Gün, İzmir, Ata Matbaacılık, 2013, s. 148.
7 Manisa’dan Hacı Mustafa isimli sanık bu yıllarda yaşanan bir vakayı sorgusunda şöyle ifade
etmiştir: « Mehdi benden üç yüz lira istedi. ?Kaç defa istedi?’ Üç defa efendim. ?Ne için senden
istiyormuş, sen o kadar zengin misin ki para talep ediyor?’ Efendim bu adam memleketin eşkıyası
idi. Bana tehdit mektubu göndermişti. », bkz., TBMM Zabıt Ceridesi, Sıra no: 58, cilt 25,
s. 44; alan araştırmasında öğrenilen bilgiye göre, Giritli Mehmet Paşaköy civarındaki dağlardan
inerek köylülere silah zoruyla eziyet etmekteydi. Bu mahkemede Terzi Talat tarafından kayda
geçirilmiştir: « Yedi sene evvel kendisini bekçi tayin etmişlerdi. Bir akşam dükkanımın yanından
geçti sordum, para çıkıyor mu dedim, o da çete olduğum sırada daha eyi para kazanıyordum
dedi idi. ?Kimin çetesi imiş?’ Ne çetesi olduğunu bilmiyorum. ?Ne tarafta ve ne zamanlarda idi.’
Yunanlılar zamanında çete imiş, [...]. Paşaköy taraflarında çetelik yapıyormuş. », a.g.e., s. 51-52.
sa’da bekçilik yaparken tanıştığı Alaşehirli Ahmet Muhtar’a, esrar içmeme sözü
vererek mürit olur. İlk dereceli eğitimiyle 1928’de başladığı Manisa Evlendirme
Dairesi’ndeki memurluğundan, bir cinayet şüphesiyle azledildiği tanık ifadelerine
yansıyan detaylar arasındadır.8 Ancak onun bu görevini sonlandıran şeyin
davranış bozukluğu olduğuna dair bilgileri de gözden kaçırmamak gerekir. Giritli
Mehmet bir taraftan memurluğa devam ederken, diğer taraftan Akhisar’daki baba
mirası üzüm bağları ve Paşaköy’deki kayınpeder mirası ve muhtemelen tamamı,
1927 Dünya Tarım Buhranı (bu aynı zamanda küçük buhran olarak adlandırılıyor)
nedeniyle ödenemeyen Ziraat Bankası kredisi karşılığında haczedilen 80
dönümlük araziyi işleyen bir çiftçidir.9 Güçlü ve insanları arkasından sürükleyebilen
bir hatip olan Giritli Mehmet, sürekli arayış içindeki bir kişilik görüntüsü
verir. Ona dair hemen bütün tanıklıklar, asabi bir kişilik olduğunda müttefiktir.
Biyografiyi detaylandırmak mümkündür, ancak gerek yer darlığı, gerekse olayın
analizi için gerekli veriler çerçevesinde sınırlandırıldı.
Giritli Mehmet 1930 ilkbaharı sonlarında, muhtemelen mayıs ayı başlarında,
keskin bir dönüşümün içine giriyor ve o tarihte kendini mehdi ilan ediyor. Manisa’nın
Kısık Camii’nde, Hafız Ahmet’in başkanlığında ve sürekli görüştüğü
kişiler tarafından kurulan imtihan heyeti mehdilik unvanı veriyor ve derhal ona
itaat ediliyor.10 Sonraki belirsiz dönemde, muhtemelen Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın
[SCF] kuruluşuyla birlikte, merkez/kaç güçlerin meşru siyasete yönelmesi
çerçevesinde bir beklenti içine girildiği muhakkak. 1-20 Ekim 1930 tarihleri
arasındaki yerel seçimlerde, her türlü devlet zoru ve gücünün Serbest Fırka’nın
engellenmesi için seferber edilmesi bir dönüm noktasıdır. Bunun muhalefetin
marjinal katmanlarında ilk kopmaları tetiklediği anlaşılıyor. Şiddet ve yolsuzlukla
atbaşı giden bu kopuşlar, Manisa’nın yoksul semtlerinde kendini gösterir.
İşte bu dönemde, Giritli Mehmet’in dikkat çekici bir kopuş psikolojisine girmesi
herkesin dikkatini çeker. Çünkü kendisi Fethi Okyar’ın Manisa’ya gelişinde aşırı
SCF taraftarlığıyla dikkat çekmiştir. Örneğin, kıyafet değişikliği ve sakal bırakma
gibi. Bu günlerde mehdilik iddiasındaki Giritli Mehmet’ten şu cümleler duyulur:
« Ben Allah’ı aşikar gördüm, ölüler bana ayağa kalkar. Çok yakında o kadar
meşhur olacağım ki, her gittiğim yerde bana secde edecekler. İsmim her yerde
yayılacak, adımı mübarek mehdi diye anacaklar. Siz de bunu işiteceksiniz. »11
Serbest Fırka’nın ani sonu, iki ay önce başlayan zikir toplantılarını sıklaş-
8 Mehmet Tatas, Menemen [Kubilay] Olayı, Ankara, yayımlanmamış lisans tezi, Ankara Üniversitesi
I·lahiyat Fakültesi, 1974, s. 77.
9 Osman kızı Elif’e ait 14115 numaralı senet için bkz., Hizmet Gazetesi, 29 Ekim 1929, s. 5.
10 Detaylı ilgi için bkz., Savcı Yardımcısı Fuat Bey’in esas hakkındaki iddianamesi, TBMM Zabıt
Ceridesi, Sıra no: 58, cilt 25, Yirmi Beşinci İn’ikat, 2 Şubat 1931, s. 80.
11 Yeni Asır, 16 Ocak 1931 ve Serbest Cumhuriyet Gazetesi, 1 Ocak 1931.
tırmıştır. Giritli Mehmet Aralık ayı başlarında yedi kişilik « ordusunu » kurduğunda,
?hicret’ etmeye de karar vermiştir. Bunların dördü Mehmet, ikisi Hasan
ve biri de Ramazan adını taşıyor.12 Sayı tesadüfi değildir. Zira her birine Ashâb-ı
Kehf’in isimleri verilir. Kur’an’da belirtildiği gibi, Decius Çağı’nın (MS 201-
251) ?Rakîm Mağarası’ yedi uyuyanlarının köpeğinin adından gelen Kıtmîr adlı
_siyah ve iri yapılı_ koruyucu köpek isyancılara eşlik ediyor. Aynı zamanda gruba
yabancı kişilerce anlaşılmaz kodlu bir iletişim dili kullanıyorlar.
Dünyevi olmayan ve dolayısıyla çürütülemez bir repertuvardan beslenen
mehdici söylemler, aslında bu tür akımların evrensel kodlarında yer alır. Zira,
mesihi mesajlar, karizmatik şefleri destekleyen şakirtlere, bilinen ve anlaşılır terimlerle
anlatılmak zorundadır. Ayrıca bunlar dönemin ruhuna uygun olarak yeniden
yorumlanmalıdır. Böylece uhrevi kurtarıcılar siyasal mesajlarını, yaygın
bir dil ve sembollerle, ama dini geleneklerden beslenerek vermiş olurlar. İslam
dünyasının bir ucundan diğerine, mehdilerin kullandıkları terim ve sembollerin
kusursuz bir şekilde tekrarlandığını görüyoruz. Bunlar, cihâd, hicret, emr-î bi’l
ma’rûf ve nehy-î anil mûnker, veya Menemen örneğindeki gibi, Ashâb-ı Kehf,
Kıtmîr vs. olabilir. İslam toplumlarının zaten içselleştirdikleri bu semboller mehdi
propagandası için bolca kullanılmıştır.13
Yedi kişi yaş sınıflandırması bakımından incelendiğinde, 63 yaşındaki Sütçü
Mehmet _ki muhtemelen fonksiyonu lojistik destekle sınırlıydı_ ve 40’lı yaşlardaki
Giritli Mehmet dışındakiler 16-29 yaş aralığındadır. Bu bakımından grup,
hem genç, hem de yetişkinliğe geçiş yaşlarındaki bireylerden oluşuyor. Elbette
üretilen şiddette yetişkinliğe geçişin ritüelleri arasındaki şiddete yönelme olgusu
önemli bir etkendir. Giritli Mehmet ise aktör pozisyonuyla genç şakirtlerin eğilimlerini
yönlendirebilir. Gençler için gurup içinde yer almak, bir taraftan yerleşik
politik düzene karşı korunaklı bir mekan olurken, diğer taraftan bir toplumsal
statü edinmenin yolunu açmıştır. Tatlıcı veya sütçü gibi meslek grupları tarafından
finanse edilen gençlerin, sadece karın tokluğuna böyle bir ortama girdikleri
söylenemez. Örneğin, Giritli Mehmet’in yeğeni ve/ya kuzeni olan 16 yaşındaki
Küçük Hasan, en son kapatılanlar arasında olan İmam Hatip Mektebi öğrencilerindendir.
14 Dolayısıyla en küçük şakirtin isyana katılmak için farklı bir nedeni
12 Diğer şakirtlerden Sütçü Mehmet 63 yaşında, Nalıncı Hasan, 28 yaşında, seyyar satıcı, Küçük
Hasan, 16 yaşında, ortaokul öğrencisi, Şamdan Mehmet, 28 yaşında, bağ işçisi, Mehmet Emin,
29 yaşında, bağ işçisi ve Ramazan, 23 yaşında bir çoban., bkz., TBMM Zabıt Ceridesi, Sıra no:
58, cilt 25, s. 1-91.
13 Bkz., Mercedes Garcia-Arenal, « Introduction [Giriş]», Revue des mondes musulmans et de la
Méditerranée, Sayı 91-92-93-94, 2000, s. 14.
14 Cumhuriyet’in onuncu yılında ilan edilen genel afla cezaevinden çıkmıştır. Manisa’nın Karaköy
Mahallesi’ndeki Hâki Baba Camii imamı olan Küçük Hasan, 26 Şubat 1974’te Mehmet Tatas’a
şunları söylemiştir. « Ben o zaman İmam Hatip Mektebi’nde okuyordum. Bu okul kapandı.
Kapanınca ortaokula başladım. O zamanlar ortaokul son sınıfta idim. Namazda dinlediğiniz
gibi sesim güzeldir. Mevlit okumak için Paşaköy’e gittim. », bkz., Tatas, a.g.e., s. 59-60.
olduğu anlaşılıyor. Yine üyelerden ikisiyle lider arasında işçi/işveren ilişkisi vardır.
Ayrıca kendi ifadeleri, bazılarının vaat edilen bir siyasi makam için isyana
katıldıklarını gösteriyor.15
Burada özellikle başta göçmenler olmak üzere, gençler arasında iktidara karşı
yoğun bir güvensizlik olduğunu belirtmek gerekir.16 Zira SCF saflarında gençlerin
ilk defa siyaset sahnesine çıkmaları ve yoğunlukları bunu gösterir. Gerek
Ege Bölgesi’nde, gerekse muhalefetin yoğun destek bulduğu Adana ve Samsun
gibi göçmen yoğun kentlerde, gençler SCF’ye yönelmiştir. Genç nüfustaki yoğun
işsizlik oranı ve iskan sorunları en önemli hoşnutsuzluk nedenleridir. Ayrıca
imparatorluğun bu son çocukları ve Cumhuriyet’in ilk gençlerinin henüz Kemalizm’in
ideallerini benimsemedikleri aşikar. Bu nedenle SCF’nin kapanışından
sonra kurulan Halkevleri (19 Şubat 1932), iyice belirginleşen bu ideal boşluğunu
doldurmayı hedeflemekteydi.
Giritli Mehmet, Sütçü Mehmet ve Zeki Mehmet yola çıkmadan eşlerini boşarlar.
Ahmet Muhtar’ın muskasına güvenerek ölümsüzlüğünü ilan eden Mehdi,
gerekli hazırlıkların ardından, 7 Aralık’ta Paşaköy’e günün erken saatlerinde
ulaşır. Zamanlama tesadüfi değildir. Zira bu seçim neredeyse tüm uhrevi kurtuluş
çağrılarının evrensel sembolüdür. Çünkü şafak vakti aynı zamanda yeni
zamanların habercisidir. Manisa ile Menemen’i ayıran onlarca kilometrelik
yolu ?bir isyan seli’ gibi geçerlerken gittikleri her yerde saygıyla karşılanırlar.
Köy muhtarları kırsal yasalara göre,17 yabancıları haber vermeye mecburken
sustular.18 Bir düzine köyü bir kayıpla aştıktan sonra, nihayet Bozalan Köyü’ne
15 Buradaki analizleri Bozarslan’ın 1970’li yıllar Türkiye’sindeki şiddet olgusunu ele alan çalışmasına
borçluyum. Bkz., Hamit Bozarslan, « Le phénomène milicien : une composante de
la violence politique en Turquie des années 1970 [Milis Fenomeni: 1970’lerde Türkiye’de
Siyasal Şiddetin Bileşimi]», Turcica, revue d’études turques, Sayı 31, 1999, s. 185-244.
16 Resimli Ay Dergisi tarafından kendilerine yöneltilen ?Sizin için en kutsal şey nedir? Sorusuna,
1927’de İstanbul’daki gençlerin % 2’si ?insan hakları ve evrenselcilik’ diye yanıt vermiştir;
bunların % 2’si ?bir ideal’, % 40’ı ?onur’, % 40’ı ?din ve Kur’an’, yalnızca % 5’i ?vatan’ ve %
10’u ulus cevabını vermiştir., Aktaran, Hamit Bozarslan, Türkiye’nin Modern Tarihi, İstanbul,
Avesta Yayınları, 2004, s. 68.
17 Dönemin Paşaköy’ü muhtarı bu görev ihmalini yıllar sonra şöyle açıklar: « Efendim, ben o
zaman, yani o tarihte köyün muhtarı idim. Mehdi Mehmet bu köyden evliydi. Yani Rukiye
Hanım’ın kızı vardı, kendisini çok iyi tanırım, Manisa’nın Köraköy [Karaköy] Mahallesi’nde
oturuyordu. Bu köyden evli olduğu için, köylüler gibi idi, sık sık gelirdi. Bu Mehdi’nin kayınpederi
ölmüştü. Kayınpederi ölünce tabi ki ona kaldı mirası. Bu yüzden benim tarla komşumdu
[….]. Bunlar zaten silahsız gezmezdi […], bunun öncesi çok havalı idi, ne yaptığını bilmez bir
adamdı. Esrar içermiş, fakat görmedim. Bu, seferberliğe gitmedi. O zaman yaşı mı ufaktı bilmiyorum
ama sakat falan değildi. Yani size şunu söyleyeyim ki, ne ararsan bu adamda mevcut
idi. Çok çirkef bir adamdı, bu köyde bir de oğlu vardı. », Tatas, a.g.e., s. 61.
18 18 Eylül 1930 tarihli Hizmet Gazetesi haberine göre Paşaköy’ün ihtiyar heyeti Serbest Fırka
üyesiydi.
gelirler.19 Burada, Manisa’da durumun ne olduğunu öğrenmek için iki kadın görevlendirilir.
Haberlere göre, güvenlik güçleri iz sürmektedir. Mehdi gizlenmek
için köy dışına bir korumalık yaptırır.
Bu kayboluş döneminde, Mehdi’yi ihbar eden kardeşi ve/ya amcası olan Ali
Bedâvaki’dir. İhbarın ardından bir ihmalkarlıklar zinciri yaşandığı kesin. Fakat
haber çevre şehirlerde duyulmuştur. Dedikodular alabildiğine yayılırken, Mehdi
ve askerleri, Bozalan’dan ayrılarak, üç tüfek, 4 tabanca, yüzlerce mermi, balta,
testere, kılıç ve kama gibi silahlarla yine bir şafak vakti Menemen’e girmiştir:
Tarih 23 Aralık 1930’dur.
Neden Menemen? Sorusu, bizi kentin kimliğine ve Serbest Fırkayla kurduğu
güçlü bağa götürür.20 Hatta o kadar ki ilçede Halk Fırkası Mutemedi [İlçe Başkanı]
Cemil Bey SCF için çalıştığı iddiasıyla azledilmiştir.21 Menemen Ege’nin
en muhafazakar yerleşimlerinden biridir. Ayrıca, isyan parkurunun önemli noktalarına
bakacak olursak akrabalık ve arkadaşlık ilişkilerinin cömert kabullerde
önemli olduğu görülür. Zaten Menemenli Saffet Hoca’nın kapısı da bu nedenle
çalınacaktır.
İsyanın bu son saatlerine dair çok farklı anlatımlar olsa da, tanık ifadelerinden
bir bütün oluşturmak mümkün. Müftü Mescidinden alınan yeşil bayrakla birlikte
Menemenliler,22 Mehdi’nin nutkunu dinlemek üzere hükümet meydanına davet
edilir: « Ey ahali başlarınızdaki şapkaları atınız ve şu sancağın altından geçerek
bize katılınız. Aksi halde bu gece yarısından beri Ankara’yı zapt edip, her yeri
kuşatmaya başlayan ordumuz, bize inanmayan kafirlerin cezalarını insafsızca
verecektir. »23 Sancağın meydana dikilmesinin ardından Mehmet Emin’in yaptığı
konuşma budur. Ardından yüzlerce meraklı sancak altında toplanır. Karakol
19 Ali Işık’ta Paşaköy muhtarı gibi, Mehdi’nin köyünde ağırlanşını akrabalık bağlarıyla açıklar:
« Ben idam edilen Koca Mustafa’nın oğluyum. Koca Mustafa; yani babam Sütçü Mehmet’in
eniştesi; idam edilen Hacı İsmail, Sütçü Mehmet’in kardeşi. Hacı İsmail’in oğlu Hüseyin’de
idam sırasında kaçtı sonra yakalanarak idam edildi. Sütçü Mehmet şirret bir adamdı, o zaman
ben on beş yaşımda idim. Her sene bunlar bizim köye gelirlerdi. Derviş Mehmet, Sütçü Mehmet’in
arkadaşı olurmuş, o sene yine avlanmak için mi, yoksa başka şey için mi bilmiyorum
geldiler, tabi bir müddet kaldılar, sonra köye 15/20 dakika çeker, Gölcük Çamlığı deriz, oraya
gittiler, şimdi bu Gölcük Çamlığı’na Mehdi Çamlığı deriz, orada da hayli kalmışlar sonra bunlar
pek hatırlamıyorum, beş veya altı kişi imiş, bir de yanlarında köpekleri vardı. İşte buradan
kalkıp Menemen’e mi gittiler, tabi ben gerisini bilmiyorum. », a.g.e., s. 58-59.
20 Seçimlerde SCF 1009, Halk Fırkası 544 oy almıştır.
21 « Menemen Mutemedi Cemil Bey, intihabatta muvaffakiyetsizlikle namzetlerimiz aleyhine çalıştığından
» Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan ihraç edilmiştir., bkz., Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri
(BCA) Cumhuriyet Halk Partisi Kataloğu (CHP K), [Katalog no: 490 01/34 1804 2 6].
22 Cumhuriyet’in yedinci yılında yeşil bayrağın taşra düzeyinde saygınlığını koruduğu anlaşılıyor.
Menemen Olayı’ndan birkaç ay önce Akhisar’da, din adamlarının Okyar’ı yeşil bayrakla
karşılamaları da bunu göstermekte.
23 Celal Kırhan, Öğretmen Kubilay ve Uydurma Mehdi, İstanbul, Sıralar Matbaası, 1963, s. 5.
komutanı Yüzbaşı Fahri’nin ilk temasının ardından sessizce geri çekilmesi, isyanı
cesaretlendirmiştir. Bu esnada karakolda sadece dört jandarma eri vardır ve
anlaşılan komutan bu gücü isyanı bastırmak için yeterli görmüyor. İkinci müdahalede,
Kubilay görgü tanıklarına göre direnen Giritli Mehmet’i tokatlamış,
sonrasında silahla yaralanmıştır. Askeri birliğin manevra mermileri Mehdi’yi
cesaretlendirmiş ve yaklaşık yüz kişinin alkışları arasında genç komutanı boğazlayarak
katletmiştir.24 Bu vahşi cinayetle Cumhuriyet ilk şehidini buldu. ?Sivil
hayatında öğretmen, Türk Ocağı’nın düzenlediği konferanslarda sürekli katılımcı
ve Kubilay takma adını seçmiş, Moğollu fatihin Marco Polo’yu koruması anısına,
bu kurban yeni Türkiye’nin mükemmel sembolü !”25
II. Kubilay Kimdir ?
1902 yılında Kandiye’den (Girit) önce İzmir’e, burada beş ay kaldıktan sonra
Adana’ya ve yedi ay sonra Kozan’a yerleşen rençber Hüseyin Karavana ve Zeynep
Hanım’ın çocukları Fatma, Demire ve Ali’nin ardından 15 Kasım 1906’da
dünyaya geldi. Aile 1912’de buradan tekrar İzmir’e, daha sonra akrabaların bulunduğu
Aydın’a göç etti. Burada ilk eğitimini alan Kubilay, 1919’da Yunan işgalinin
ayak sesleriyle birlikte ailesiyle Antalya’ya göç etmiş ve kısa bir süre sonra
babası hayatını kaybetmiştir. Antalya’da Darülmuallimin’in üçüncü sınıfındayken
okulunun kapanması üzerine ailesiyle birlikte İzmir’e taşınmış ve burada
eğitimini sürdürmüştür. Tarih derslerine duyduğu ilgi ve Kubilay Han’a beslediği
hayranlığı nedeniyle arkadaşları ona Kubilay lakabını uygun görmüştür. Böylece
adı Mustafa Fehmi Kubilay olacaktır.
Bir kaç arkadaşıyla birlikte katıldığı « inzibati bir hadiseden »26 dolayı Bursa
Muallim Mektebi’ne gönderilir ve buradan 1926’da diplomasını alır. 1 Eylül
1926’da ilk görev yeri olan Aydın’ın Sultanhisar Mektebi’ne atanır. İki ay sonra
Aydın’ın Gazipaşa Mektebi’ne geçer. Bu okulda tanıştığı öğretmen arkadaşı Fatma
Vedide Hanım’la 1928’de evlenir. Sarayiçi Mahallesi’ndeki küçük evlerinde,
10 Mayıs 1929’da oğlu Vedat dünyaya gelir. Ancak kısa süre sonra ortaya çıkan
şiddetli geçimsizlik nedeniyle Kubilay boşanma davası açar ve Aralık 1929’da
evlilik hukuken son bulur. Gazipaşa Mektebi’ndeki sicil kayıtlarına göre emaneten
lüzum görülmesi üzerine, 1 Ekim 1929’da buradan ayrılır. Vedide Hanım
24 Kubilay’ı yakından tanıyan Mustafa Köken şunları anlatmıştır: « Efendim benim bir kahvehanem
vardı. Rahmetli Kubilay Bey sık sık gelirdi. O gelince ben bilirdim ne içeceğini, onun için
kahve yapardım. Sonra Melâl isimli bir plak vardı, onu koyardım Tabutundan Kanlar Akıyor
diye başlardı, her gelişinde bunu dinlerdi. Kendisi kısa boylu beyaz saçlı idi, çok efendi ve hürmetkardı.
Mert delikanlı idi. Dediğini muhakkak yapardı. Ben olayı kalabalık arasından gördüm.
Kubilay’ın başını bayrağa bağlanmış olarak gördüm ve eve kaçtım. », Tatas, a.g.e., s. 58.
25 Alexandre Jevakhoff, Les chemins de l’Occident; Kemal Ataturk [Batı’nın Yolları; Kemal Atatürk],
Paris, Tallandier, 1989, s. 411.
26 BCACHP K, [Katalog no: 490 01/435 1804 2 6].
Ayvalık’a, Kubilay İzmir Gaziemir’e tayin edilir. Buradaki kısa süreli acemi birliğinden
sonra, İstanbul Harbiye Mektebi’ne dağıtımı yapılır. Askerliğinin son
bölümünü tamamlaması için Menemen’de bulunan 43. Piyade Alayı’na yedek
subay olarak atanır. Kısa süre sonra öğretmenlik yapacağı Zafer Mektebi’ndeki
göreviyle birlikte askerlik vazifesini sürdürür. Zaten olayın gerçekleştiği günlerde
bir askeri tatbikat vardır ve Kubilay aceleci davranarak, birliğinin silahlarındaki
manevra mermilerini değiştirmeyi unutur.27 Bu mermiler doğal olarak
Giritli Mehmet’e tesir etmemiş ve ölümsüz olduğuna inandırarak cesaretlendirmiştir.
28
Kubilay, kitap okumayı ve gezmeyi seven, zaman zaman sinirli ve aceleci
bir kişiliğe sahiptir. Spor yapmayı, özellikle futbolu çok sever ve Menemen
Türk Ocağı himayesindeki spor faaliyetlerine fırsat buldukça katılırdı. Giritli
Mehmet’in Manisa’dan ayrılması üzerine taşrada gezen dedikodular Menemen’e
de ulaşmış ve Türk Ocağı’nda, katılımcıları arasında muhtemelen Kubilay’ında
olduğu bir toplantıda, Atatürk’e bağlılık ve Cumhuriyet’in erdemleri
konuşulmuştur. 29 Fakat konuşulan bu isyanın bastırılması için görevlendirilecek
olan Kubilay, acele ederek mermi almadan ve verilen emir gereği karakolda
Yüzbaşı Fahri Bey’le buluşması gerekirken hemen şehir meydanına yönelir.
Birliğini geride bırakıp isyancıların yanına gitmiş ve sonrasında vahşice katledilmiştir.
III. İktidarın Tepkisi
Kalabalığın bu korkunç gösteriye alkışlarından ve komutanın katledilmesinden
sonra etrafındakilerin kaçışından cesaret alan Mehdi eylemini şu şekilde
açıklıyor: ?Asilerin sonu böyle olur’ ve ekliyor: ?Kan içmek haram ama, bunun
kanı meşru’. Fakat hiçbir tanıklık onun bu eyleme geçişini onaylamıyor (bir subayın
kanının içilmesi). Sözleri rollerin alt üst olmasını belirtiyor: Düzenin yerine
geçen, demek ki kutsal meşruiyetin yerine geçiyor. Mehdi, böylece subayı ve
onunla birlikte iktidarı demek ki asi olarak, nitelendiriyor. Fakat bu eylem ve bu
sözler aynı zamanda İbrahimi Çağ30 öncesine bir dönüş belirtiyor. Bu anlamda
Mehdi _ve alkışlarıyla kalabalık_ sembolik bir öldürüşten gerçek bir öldürüşe
geçiyor. Bu sırada kurbansal ibadete geri dönüş, kelimenin birinci manasınca
semboliğin sonu anlamına gelmiyor, tam tersine, kalabalığın attığı ?Artık hükümet
yok’ çığlıkları gösteriyor ki, Kubilay’ın kana bulanmış kafasıyla doğrudan
27 Kan Demir, Şehit Kubilay, İstanbul, İleri Yayınları, 2005, s. 59-60.
28 Bkz., « Menemen Ayaklanması », ATAŞE Başkanlığı Arşivi, klasör 135, dosya 1.
29 Abdullah Neyzar Karahan, Şehit Edilişinin 50. Yılında Kubilay, Ankara, Spor Toto Kültür
Yayınları, 1980, s. 84.
30 Hz. İbrahim Peygamber döneminde insanlar sunaklarda kurban edilmekteydi.
ve sembolik olarak Cumhuriyet öldürülmüştür.31
Edirne seyahatinde, onuruna verilen öğle yemeğinde olayı öğrenen Mustafa
Kemal’in tepkisi tam da böyledir:
« Bu ne haldir, mürteciler hükümet meydanında ordunun subayını din adına
boğazlayabiliyorlar. Binlerce Menemenliden kimse çıkıp mani olmuyor, bilakis
teşvik ediyorlar. Yunan idaresi altındayken bu hainler neredeydiler? Onların namusunu
ve dinini kurtaran ordunun bir subayına reva gördükleri bu saldırının
cezasını yalnız hain katiller değil, hepsi en ağır şekilde çekmelidir. Bu Cumhuriyet’i
ve bizim başımızı kesmektir. Bundan bütün Menemen sorumludur. Bu
kasaba ville modite ilan edilmeye müstahak olmuştur. »32
İsyan, Mehdi’nin, ?Bana kurşun işlemez’, sözleri arasında son bulmuş ve iki
şakirtiyle birlikte öldürülmüştür. Çatışmada ayrıca iki bekçi hayatını kaybetmiştir.
Diğer ikisi kaçmayı başarırken, Mehmet Emin, Mehdi’nin bu beklenmedik
ölümünü kıyametin kopuşuna eşdeğer tutmaktadır:
« Mehdi ölmez, ona kurşun işlemez, silah atmak para etmez. Bizi öldüremezsiniz,
arkamızdan yetmiş bin kişi geliyor. Beni ateşe atın, Hz. İbrahim gibi
alevin tesir etmeyeceğini ve ateşte yanmayacağımı göreceksiniz. Bu gece ne olacaksa
olacak, kıyamet kopacaktır. Kıtmîr bizi kurtaracak. »33
Şakirtlerinin şiddetle savunduğu bu olağanüstülük, aslında Sünni inancındaki
mehdi tanımlaması içinde yer almaz, bilakis Mehdi’nin önceki mezhebi olan
Bektaşilikteki On İkinci İmam tahayyülünden beslendiği söylenebilir. Zira Mehdi
Menemen’de, aynı zamanda On İkinci İmam olduğunu ilan ediyor. Bu yarım
düzine isyancının bir kaç saatlik başkaldırısına Ankara’nın cevabı çok serttir.
Mustafa Kemal, 27 Aralık 1930’da Edirne’den apartopar dönüşünde, Başbakan
İsmet İnönü, Millet Meclisi Başkanı ve İçişleri Bakanı’ndan oluşan olağanüstü
toplantıya başkanlık eder. Duyduklarına inanamaz ve bireysel cezalandırma yerine
?ihtilalci bir adaleti’ emreder:
« Bu tarikatı écraser etmek [kazımak] gerek. Birçok müritten bahsediliyor.
Hepsi tehlikeli olamaz. Fakat, convaincue [aşırı] olanlar, ısrar eder ve herşey
yapar. Komutanlar bilmelidirler ki bu tarikat yıkılacaktır. Politik ilişkileri ortaya
çıkarılacaktır. »34
Ayrıca, Menemen’de bitmesine rağmen, isyanın yayılmasını önlemek için
tedbir alınmasını ve henüz kurulmamış mahkemenin idam cezalarını onaylama-
31 Bkz., Bozarslan, « Le mahdisme en Turquie…, a.g.m., s. 300.
32 Özengin, a.g.e., s. 100.
33 Anadolu, 24 Aralık 1930; Son Posta, 26 Aralık 1930 ve Vakit Gazetesi, 27 Aralık 1930.
34 Fahrettin Altay, 10 Yıl Savaş ve Sonrası 1912-1922, Görüp Geçirdiklerim, İstanbul, İnsel Yayınları,
1970, s. 435.
sını tutanağa ekletmiştir.35 Tutuklamalar özellikle Menemen, Manisa ve Balıkesir’de
yoğunlaşır. Ayrıca olayın baş sorumlusu ilan edilen Nakşi-Kadiri Tarikatı
şeyhi Esad Efendi ve oğlu İstanbul’da tutuklanarak Menemen’e getirilir.36 Sanıklardan
bazıları namaz kılmadıklarını, bazılarıysa ne kadar Cumhuriyet rejimi
taraftarı ve Giritli Mehmet düşmanı olduklarını ispatlamaya çalışıyordu. Hatta
bazıları Allah’ın İstanbul’da olduğuna inanıyordu.37 Bunlar daha çok tarikata
yeni intisap etmiş aslen Florinalı göçmen gençleriydi.
1 Ocak 1931’de Bakanlar Kurulu’nun aldığı karar doğrultusunda kurulan Divan-
ı Harp Mahkemesi Başkanı General Mustafa Muğlalı, bu toptancı cezalandırma
mantığını gizlemiyor: « Ne mantık ne de akıl bir pireye bir yorgan yakmamızı
kabul etmezler, fakat Cumhuriyet aleyhine olan bu olay için, bir pire kadar
değersiz olmuş olsa da, Menemen’i dipten köşeden yıkmaya tereddüt etmem. »38
Neyse ki, Başbakan İsmet İnönü bunun ve adı geçen köylerin tehcirinin önüne
geçebilmiştir. Daha çok iklimsel koşullar nedeniyle yapılan itirazların ardından,
Cumhurbaşkanı emrinde ısrarcı olmamıştır.39 Ancak bu toptancı cezalandırma
tarikatlar için tam anlamıyla uygulanmıştır. Sadece Nakşibendi Tarikatı’nın Manisa
koluyla sınırlı bir isyanda, kapsam genişletilmiştir. Tarikatın İstanbul’daki
merkez başta olmak üzere, bir çok tarikat ve din adamı suçlu ilan edilmiştir.
15 Ocak 1931’de hakim karşısına çıkan 122 sanıktan 37’si, 5 Şubat 1931’de
idam edildi. Şeyh Esad Efendi yargılamalar sürerken şüpheli bir şekilde öldü.40 6
35 Bu kapsamda, Bozarslan’ın belirttiği gibi, « Kemalist iktidar, Menemen’in dehşet içinde haykırdığı
ihtilalin tecridinin üstesinden gelebilmek için, etkisini birkaç cepheden göstermeye
karar veriyor. Birincisi, ?ihtilalin savunması’ kampanyasıyla, yıkılmış olan Serbest Fırka’ya
ve onu destekleyen basına _özellikle tarikatçı çevreye_ karşı, fakat duyulmamış bir öfkeyle
zorlayıcı bir savunmayla Menemen şehrini Vendée’nin, Nakşibendileri Cizvitlerin Türk eşdeğeri
olarak nitelendiriyor. Bozarslan, a.g.m., s. 301; Vendée: Fransa’nın batısındaki bu şehir,
1789’da başlayan köylü ayaklanmalarının, Fransız İhtilali’yle birlikte kraliyet taraftarı ayaklanmalara
dönüştüğü yerdir. Zaman zaman barış dönemleriyle birlikte, 1793 ve 1796 yılları
arasında devam eden bu ayaklanmalar sonunda, 200 bini aşkın kişi ölmüş ve büyük yıkımlar
yaşanmıştır. Cehennem Birlikleri tarafından halkı katledilen Vendée, « lanetli şehir [ville modite]
» ilan edilmiştir.
36 İsviçreli teolog ve antropolog Carl Vett tekke ve zaviyelerin kapatılmasından hemen önce,
Şeyh Esad Efendi’nin tekkesinde 14 gün boyunca misafir edilir. Buradaki izlenimlerini kaleme
aldığı hatıratı dönemin mistik dünyası ve adı geçen şeyhe dair değerli bilgiler içeriyor., Tekke
Günlüğü, İstanbul, Elest Yayınları, 2004.
37 Sorgulama tutanakları için bkz., TBMM Zabıt Ceridesi, Sıra no: 58, cilt 25, s. 39-40.
38 Kenan Esengin, Orgeneral Muğlalı Olayı, 33 Kişinin Ölümü, İstanbul, Yenilik Basımevi,
1974, s. 40.
39 Bkz., Mustafa Müftüoğlu, Yakın Tarihimizden Bir Olay, Menemen Vak’ası, İstanbul, Risale
Yayınları, 1991, s. 115.
40 Son savunmasında şunları ifade etmiştir: « Paşa Hazretleri; aleyhimdeki sözleri dinledim ve
hayrette kaldım bendeniz 60 seneden beri ibadet ve taat ile meşgul olmuş daima ilmü irfan uğrundan
yu¨ru¨mu¨s¸ bir ihtiyarım. Bu sözler bana tuhaf geldi, acaba rüyada mıyım diye düşündüm,
kişi çok yaşlılık veya küçüklük nedeniyle müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Diğer
sanıklara değişen sürelerde hapis cezaları verildi.41 Ancak bütün mahkumlar,
Cumhuriyet’in onuncu yılı onuruna ilan edilen af yasasıyla serbest bırakılacaktır.
9 Mart 1931’de son bulan yargılama mesaisinin listesi 600 kişiyi aşkındır. Ancak
toplamda 2200’e yakın kişi gözaltına alınmıştır. Saffet Hoca gibi, bir çoğunun
gerçekten de olayla hiçbir ilgisi yoktu ama yine de bedel ödemeleri gerekecekti.
Yargılamalarda suçsuz bulunan Saffet Hoca’nın hayatı bir daha düzelmemek
üzere altüst olmuştur. Kariyeri başarılarla dolu bu kelam ve mantık müderrisinin
birebir uygulanan vasiyeti, tek başına baskının boyutlarını belgeliyor:
« Bu olaydan beni karaladılar. Ben Allah katında vicdanen rahatım. Ancak,
siz evlendiğiniz takdirde doğacak çocuklarınızın bu olaydan zarar görmesini istemiyorum.
Size de leke sürmesinler. Ben ölünce, mezarlıkta ki yerimi sadece siz
bilesiniz. Mezarımın üstüne adımı da yazmayın. Siz de sakın ola ki evlenmeyin.
Öldüğünüzde de mezarınıza isminiz yazılmasın. Bu nasihatimdir. »42
Bu noktada, iktidarın tepkisi ve cezalandırma yönteminin zihinsel soyçizgisini
ele almak gerekir. Zira, Mustafa Kemal’in atıfta bulunduğu ville modite, aslında
Fransız İhtilali’ne ait bir kavramdır. Bu nedenle Jön Türklerin ilerleyiş ve gerileyişlerini
bu ihtilalle açıklama geleneğinin, Cumhuriyet’in ilk yıllarında da devam
ettiği anlaşılıyor. Bir başka devamlılık işareti, yine bir mehdici isyan olan 31 Mart
Vak’ası’na (1909) gösterilen İttihatçı reflekslere benzerliklerdir.43 İki isyanın bir
Nakşibendi komplosu olarak tanımlanması yanında, sıkıyönetim ilanı, divan-ı
harp yargılamaları ve halka açık idamlar, diğer ortak noktalar olarak değerlendirilebilir.
Derviş Vahdeti’nin henüz ispat edilemeyen İngilizlerle işbirliğinin, Şeyh
Esat Efendi için gündeme gelmesi de böyledir. İddia edilen işbirliği bir tarafa, bu
yaşlı şeyhin Menemen Olayı’yla ilişkisine dair güvenilir hiç bir delil yoktur.
bizim böyle şeylerle katiyen alakamız yoktur. Biz hükümetimize muhip ve mutiyiz, hükümet
zikretmiyeceksiniz, tarikat
neşretmiyeceksiniz demiştir. Fakat evinize misafir
kabul etmiyeceksiniz,
nasihat etmiyeceksiniz, kimseye kapınızı açımayacaksınız demişte ben de bunu
yapmış
isem o vakit diyeceğim kalmaz. Yine tetkik buyrulsun sabıkam varsa o vakit te kanunun emirlerine
münkat olurum. Ben evime misafir kabul
ediyormuşum ve nasihatlarım da fena maksatlara
mebni imiş, bu iddia ne ile sabittir, filen bir fenalık yapmış isem ne olduğumu ben de bilmeliyim.
İhtimalat ile isnat kabul etmem, zaten ben böyle fena cereyanların ehli değilim. Burada
da evvelce takdim ettiğim müdafaamı tekrar ediyorum. Aleyhimdeki iddialar hakiki değildir.
Evime misafir
gelir beni ziyaret ederler, mevize olur fakat ben kanunen menedilmiş bir şey
yapmam ve yapmamışım.
Burada benim rahatım yok, uykum yok, ailesiz
yaşayamam, perişan
oldum. Merhametinize iltica
ederim. », TBMM Zabıt Ceridesi, Sıra no: 58, cilt 25, s. 72.
41 « Kemalizm Kubilay’ın cinayetiyle neredeyse fizikötesi alanda yer alıyor, idam cezaları iyiyi
kötüye karşı tanıtarak; Menemen’in astsubayının intikamını alma arzusu ve kurbanı saygıyla
anma, Mehdi gibi, İbrahimi Çağ öncesine geri dönüşü doğruluyor. », Bozarslan, a.g.m., s. 313.
42 Özengin, a.g.e., s. 328-329.
43 Bkz., Coşkun, « Osmanlı Dönemi Dini, a.g.m., s. 143.
Tepkisel örtüşmelerin tarihsel derinliğini kavramanın yolu, 19. Yüzyıl Osmanlı
aydını tartışmalarına bakmaktan geçer. Bu dönemde dinin acımasızca eleştirilmesi
ve aşağılanmasının başat nedeni, İslam’ın imparatorluğun çöküşünün başlıca
nedeni olarak görülmesiydi. Özellikle II. Meşrutiyet’ten sonra (24 Temmuz 1908)
türeyen irtica kavramı, işte bu tartışmaların sonucunda, İttihatçı kalemşorların
icat ettiği muğlak bir kavramdı ve ?gerici İslamcılığı’ simgelemekteydi. 31 Mart
Vak’ası’yla kavramın içi dolduruldu ve anlamsal muğlaklık kullanılarak, bütün
muhalifleri sindirecek sihirli bir siyaset mühendisliği geliştirildi. Menemen Olayı
bu noktada 31 Mart’ı aratmayacak bir başarı elde etmiştir. Her şeyden önce İslamcılığın
ilk örgütlü ayaklanması olarak görülen 31 Mart Vak’ası’nın, iktidar için bir
sarsıntı kaynağı olmaya devam ettiği anlaşılıyor. Zira, Cumhuriyet tarihinin bir
çok olgusu, Jön Türk takviminin geçerliliğiyle açıklanabilir. Her ikisi de spontane
olarak gelişen olayların ulaştığı boyutlar katılımcılarını bile şaşırtmış olmalıdır.
IV. Olayın Açıklanması
Menemen Olayı, Ege Bölgesi ve daha ötesinde 1920’lerin dönüm noktasındaki
Türkiye’nin sosyopolitik kırılmalarına bir prizma tutabilir. Belki Mehdi’nin zihninden
geçenleri, tam olarak bilemeyiz ama Menemen’de karşılayan ve alkışlayan
kalabalığın krizinin nedenlerini açıklayabiliriz. Günümüzde ulaşabildiğimiz veriler,
olayın ekonomik, sosyal, dini ve siyasi bağlarını daha sağlıklı olarak kurabilmeye
imkan vermektedir. Olayı anlamak için ilk olarak 1930 Türkiye’sinin politik
siciline bakmak gerekir. Bu yıl bir çok nedenle belirgin bir dönüm noktası olarak
belirginleşmiştir. 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’nın etkileri ve gittikçe yoğunlaşan
toplumsal hoşnutsuzluk iktidarı keskin bir yol ayırımına getirmiştir: Ekonomide
devletçiliğin tartışmaya açılması ve çoğulcu bir politik sisteme geçmek. Her iki
yönelimin tartışması, SCF’nin 12 Ağustos 1930’da kuruluşuyla resmen başlatılır.
Cumhurbaşkanı ve Fethi Okyar arasında basın üzerinden yürütülen göstermelik
mektuplaşma ve partinin adının kolektif hafızada oluşturduğu anlamsal füzyonlar,
öngörülemeyen umut dalgaları oluşturmuştur. Cumhurbaşkanı’nın kendisine
vereceği argümanlarla muhalefet yapacak olan Fethi Okyar,44 ekonomide
liberalizme hasredilen sınırlı alanında kalmayı başaramamıştır. Dar bir elit dolaşımını
öngören bu siyaset mühendisliği, Fethi Okyar’ın Eylül başlarındaki Ege
gezisiyle altüst olmuştur. 45 Bu keskin dönüşümün en manidar ifadesi yine Okyar’a
44 Pınar Dost-Niyego, Le bon dictateur, l’image de Mustafa Kemal Atatürk en France (1919-
1938) [İyi Diktatör, Fransa’da Mustafa Kemal Atatürk’ün İmajı (1919-1938)], İstanbul, Libra
Kitap Yayınları, 2014, s. 192.
45 Cem Emrence, 99 Günlük Muhalefet Serbest Cumhuriyet Fırkası, İletişim Yayınları, İstanbul,
2006, s. 93: « Gezi, ülkenin en büyük ihraç limanı ve ticari antrepolarından biri olan İzmir, dünya
çapında incir üretimi ile öne çıkmış Aydın, bağcılığın merkezi Manisa ve zeytinciliğin kalbi Balıkesir’i
kapsıyor. Benzer şekilde, Batı Anadolu demiryollarının iki temel aksı olan İzmir/Aydın
ve İzmir/Kasaba hattı ve uzantıları üzerinde yer alan birçok gelişmiş kasaba seyahate dahildi. »
aittir: « Biz ipin ucunu kaybettik. Artık Serbest Fırka halkın malı olmuştur.46 »
Sorun aslında toplumun bu oluşumu Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan kurtuluşun
bir reçetesi olarak görmesindeydi. Bununda ötesinde Okyar’ın, bizzat Mustafa
Kemal’in önerisiyle çıktığı Ege gezisi, sadece yerel teşkilatları oluşturmak, partiye
üye toplamak ve İsmet İnönü’nün bir hafta önceki Sivas konuşmasına cevap verme
amacını taşıyordu. Fakat gelişmeler tamamen farklı bir yöndedir. 4 Eylül’de Okyar,
adeta kendini bir siyasal mehdi gibi karşılayan on binlerin omuzlarında yüzerek İzmir’e
girdiğinde, elbiselerini parçalayacak bir sevgi seli ve sevinç gözyaşları içinde
karşılanıyordu. Hizmet Gazetesi’nin, işte bugünün İzmir’inde oluşan coşkuyu,
II. Meşrutiyet’e eşdeğer tutması abartılı bir benzetme olarak görülemez:
« İzmir bugün, 1908 senesinden beri yaşamadığı siyasi bir heyecan içindedir.
Serbest Cumhuriyet Fırkası lideri Fethi Beyefendi’nin yeni fırkanın teşkilatını
yapmak üzere buraya gelmesi, İsmet Paşa’nın nutkuna cevap vermenin kararlaşmış
olması bu heyecanı doğurmuştur. Sabah olunca İzmir büyük bir güne girmiş
gibi, baştan aşağıya Fethi Bey’in geleceği velvelesi içindeydi. Vatandaşlar, dükkanlarına
mağazalarına bayrak çekmeye başladılar. Sokaklardan akan kalabalık,
yavaş yavaş Birinci Kordon’a akmağa başladı. Bu kalabalık binnefs, bizzat halktı.
İçinde memuru, esnafı, işçisi, münevveri, avukatı, muharriri hepsi vardı. »47
Halk Fırkası yerel idarecilerinin kışkırtmaları sonucu oluşan ve ihtilali andıran
bir başkaldırı sahnesinde, 14 yaşında bir çocuk, taşra eşrafından ve Serbest
Fırkalı bir zeytin tüccarı olan Hüseyin Çömezzade’nin kaza kurşunuyla ölmüştür.
48 Hemen şehit payesi verilen bu çocuğun gizlice düzenlenen cenaze töreni,
olayların büyümesini engellemiştir. Cumhuriyet’in ilk mitinginin yapıldığı Alsancak
Stadyumu’nda, Okyar’ın fesin geri getirileceğine ilişkin dedikoduları yalanlama
çabası yanlış anlaşılınca, dinleyicilerin büyük bir kısmı şapkasını yere
atıp çiğnemiştir. Yükselen toz bulutları arasında cümle düzeltilince miting alanını
derin bir sessizlik kaplamıştır. Ankara’ya ulaşan bilgilerdeki karmaşayı ortadan
kaldırmak için Mustafa Kemal en güvendiği kişilerden biri olan Kazım Özalp’i
İzmir’e gönderir ve telefonda son olarak şunları söyler:
« Bütün millet bilsin ki hükümetin bütün politikalarının doğru olduğu düşüncesindeyim.
Eğer böyle düşünmeseydim partinin programını değiştirecek ve
hükümetin icraatlarını düzeltecek bir durumda olurdum. Güçlü durumunla bunu
yapmak zor değil, ama ben bu düşüncede kalacağım. Certain vagabonds49 [bazı
serseriler] ve ahlaksız, vatansız ve milletsizlerin gerçek hedefleri benim iktidarı-
46 I· hsan Sabri Balkaya, Ali Fethi Okyar, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2005, s. 292-293.
47 Hizmet Gazetesi, 5 Eylül 1930.
48 Bkz., « Demokrasiye Dağkızılca’dan sıkılan kurşun parti kapattırdı », Büyük Torbalı Gazetesi,
4 Şubat 2010.
49 Orijinal metinde Fransızca.
mı zayıflatmak. Fethi’nin onlara, Türk devletine ve milletine karşı şahsi menfaatlerinin
hain faaliyetleri için yol açtığını varsayalım, kötü yanılıyorlar. Bende hala
İzmir’i Yunan ordularından kurtaran adamın enerjisi var. Bir kaç İzmir’i fethetme
gücü var. Bu fetihlerde yanımdan yürümek mesafesinden uzak duran vefasızlar
varsa, onlara gerçek vatanseverliği öğreteceğim. »50
Gelişmelerden endişelen Cumhurbaşkanı hemen tarafsızlığını bozduğunu ilan
etmiştir. Bütün bu gelişmelere aynı yılın ekim ayındaki ?eli sopalı seçimler’ de
eklenince, 17 Kasım 1930’da muhalefet partisinin kapısına kilit vurulur. Bu ani
gelişmenin başta İzmir olmak üzere, Ege’de yarattığı hayal kırıklığı tarifsizdir:
« Meş’um haber, dün şehrimiz afakında bir bomba gibi patladı; hiç beklenmeyen
bu hadise karşısında efkara, evvela bir durgunluk
geldi; kimse, gözlerine
ve kulaklarına inanamıyordu. Daha düne kadar, fırkasının
Cumhuriyet gibi ebedi
ve layemut olduğunu temin eden sabık lider, kendi eserini, kendi eliyle mi katle
karar ver mişti? Herkes, derin bir hayret ve teessür içinde; bu suali kendi kendine
soruyor ve gelen haberlerin doğruluğuna muttali olunca, vicdanında
hissettiği
elemi ifadeden
aciz kalıyordu. »51
Beklenmedik son, parti tabanında Okyar’ın52 ?ihaneti’ olarak algılanmıştır.
Buna rağmen muhalif akımlar, toplumsal düzeyde aylar boyunca devam edecektir.
53 Birbiriyle çelişkili ve karmaşık toplumsal katmanlardan oluşan parti tabanı
50 Weiker Walter F., Political Tutelage and Democracy in Turkey, ?The Free Party and Its Aftermath’
[Türkiye’de Siyasal Vesayet ve Demokrasi, Serbest Fırka ve Sonrası], Lieden, E. J. Brill
Yayınları, 1973, s. 117-118, s. 92-93.
51 Serbest Cumhuriyet Gazetesi, 19 Kasım 1930.
52 1880’de Pirlepe’de doğan Okyar, 1904’te Harp Akademisi’ni bitirdi. Selanik’teki III. Ordu’da
görev yaparken İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. Meşrutiyet’in ilanından sonra Paris askeri
ataşeliğine atandı (1908). Trablusgarp ve Balkan savaşlarına katıldı. 1911’deki Meclis-i
Meb’usan ara seçimlerinde Manastır milletvekilliğine seçildi. 1913’te Sofya büyükelçiliğine
atandı. 1917’de İstanbul milletvekili olarak yeniden Meclis-i Meb’usan’a girdi ve dahiliye
nazırı oldu (1918). 1919’da İttihat ve Terakki yöneticileriyle birlikte Malta’ya sürüldü.
1921’de Ankara’ya giderek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne katıldı. İçişleri bakanlığı ve
iki kez başbakanlık (1923, 1924-1925) yaptı. 1925-1930 arasında Paris büyükelçiliği yaptı
ve 1930’a kadar bu görevde kaldı. 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurdu. 1934’te
Londra büyükelçiliğine atanan Okyar, daha sonra yeniden milletvekili seçildi (1939-1942).
Mayıs 1939’dan Mart 1941’e kadar Refik Saydam hükümetinde adalet bakanlığı yaptı. 7 Mayıs
1943’te İstanbul’da vefat etti.
53 Örneğin, Balıkesir valisi 1931 Ocak ayı ortalarında muhalefet cereyanlarının henüz
durdurulamadığını Başbakanlık’a not etmiştir., bkz., Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi
(BCA) Başbakanlık Muamelat Genel Müdürlüğü Kataloğu (BMGM K), [Katalog
no: 030 10 88 380 17]., Ayrıca 23 Haziran 1931’de Serbest Fırka yanlısı Hizmet Gazetesi’ne
Çakmalı Emin Bey adlı birinin gönderdiği telgrafta, « Antalya, Muğla ve havalisinde
Serbest Fırka’nın ihyasına dair vuku bulacak teşebbüslerin Aydın münevverlerini
sevindirdiğinden » bahis olunmaktaydı., BCA, BMGM K [Katalog no: 030 10 79 522 4].,
Bunlara benzer başka örneklerde mevcuttur.
belki birbirinden kopmuştur ama, koalisyonun farklı katmanları kendi gündemine
göre aktiftir. Bu hassas süreçte, iktidarın aşırı gözetimi ve tedirginliği her türlü
muhalif sese kulak kabartırken, kimi zaman yerleri dahi tespit edilemeyen bazı
mehdiler,54 Anadolu taşrasında mesai yapabilmekteydi. İşte bunlardan birisi de
Giritli Mehmet’tir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında kendini kurtarıcı ilan edenlere ait bir çalışma henüz
yok. Bir çeşit bireysel ama toplumsallaşabilen bu muhalefet olgusu genelde
dini söylemlerle gizlenmiş şifreli mesajlar içerir. Bu şifreler çözüldüğünde genelde
sosyal, ekonomik, kültürel, siyasal vb. sorunlara ait bir dinamikler zinciri
kendini hemen gösterir. Zira bu yıllardaki keskin dönüşümlerin intihar vakalarını
adeta bir salgın derecesinde beslemesinde olduğu gibi, Giritli Mehmet benzeri
kimliklerin çokluğu şaşırtıcı olmamalıdır.
Analizler, iki önemli özelliği vurgulamak zorunda. İlk olarak Menemen güçlü
iktidar muhalifliğiyle belirginleşen Ege Bölgesi’nde yer alıyor. Henüz ciddi bir
araştırmanın konusu olmasa da, geleneksel iktidar karşıtlığı tarihin belirli dönemlerinde
kendini yeniden hatırlatmıştır. Bu hakim kimliğin somutlaşmış hali efelik
geleneğidir. Bilindiği gibi Ege Bölgesi, Osmanlı İmparatorluğu sonlarına doğru
?Anadolu coğrafyasının en gelişmiş, tarımın en fazla ticarileşmiş, dolayısıyla,
toplumsal katmanlar arasında eşitsizliğin en fazla belirginleşmiş olduğu bölgesidir.
Bu yüzden bölge daima sosyal eşkıya üretmiştir”.55 Yüzyıllar süren bu gelenekte
efeler halkla öğlesine bütünleşmiştir ki, artık onlara kurşun işlemeyeceğine
ve ölümsüz olduklarına inanılır olmuştur. Özellikle Sabri Yetkin’in çalışmaları,
efelerin toplumla ne kadar derin duygusal bağlar kurduklarını gösteriyor.56
54 « Dünyanın son zamanlarında ortaya çıkıp doğru inancı ve adaleti yeryüzüne hakim kılacağına
inanılan kurtarıcı. Sözlükte ?doğru yolu bulmak; yol göstermek, rehberlik etmek’ anlamındaki
hüda (hedy, hidayet) kökünden türemiş bir sıfat olup ?hidayete erdirilmiş, kendisine doğru yol
gösterilmiş kişi’ demektir. İleride gelecek bir kurtarıcı (mesih, mehdi) inancı büyük dinlerde olduğu
gibi ilkel dinlerde de görülmekte, bu inanç bir bakıma tarihte ve günümüzde bazı dini-siyasi
hareketlerin güç kaynağını oluşturmaktadır. Kavramın içeriğindeki ahir zaman, hükümdarlık,
dini yenileme, kurtarıcılık gibi ana özellikleri değişmemekle birlikte içinde bulunduğu dinin
karakterine göre ayrıntılarda farklılıklar görülmekte, bu kavramı ifade eden kelimeler de dinlere
ve kültürlere göre değişmektedir. Mesela Avrupalı araştırmacılar, Yeni Gine ve çevresindeki
halklarda görülen mehdilik hareketleri için kargo kültü, Kuzey Amerika yerlileri için ghostdanc
tabirini kullanmışlardır. Eski Amerika yerlilerinden Aztekler mehdilerine quetzalcoatl, Eski Mısırlılar
ameni demişlerdi. Kavram için Hinduizm kalki, Budizm maytreya (maitreya, mettaya),
Mecusilik saoşyant, yahudi ve hıristiyanlar mesih kelimesini kullanırlar. Mehdi, farklı kültür ve
dinlere göre dünya tarihinin sonunda (ahir zaman) Tanrı tarafından yeryüzüne gönderilecek ve
yeryüzünü hakimiyetine alacak bir hükümdar, insanlara doğru yolu gösterecek bir peygamber,
dini bir lider veya Hinduizm’de olduğu gibi bir tanrıdır. », bkz, Ekrem Sarıkçıoğlu, « Mehdi »,
İslam Ansiklopedisi, cilt 28, s. 369-371.
55 Sabri Yetkin, Ege’de Eşkıyalar, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2003, s. 179.
56 Daha geniş bilgi için bkz., a.g.e., ve Halil Dural, Bize Derler Çakırca, 19. Ve 20. Yüzyılda
Ege’de Eşkıyalar, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2005.
Eski bir eşkıya olan Giritli Mehmet’in özlemle andığı çetecilik yıllarını hatırlamak,
57 sergilediği bazı sıra dışı davranışların kaynağına ışık tutabilir. Sakınarak
ileri sürebilirim ki, Giritli Mehmet mehdilik repertuvardan daha çok efelik
kültüründen besleniyor. Her ne kadar kurduğu yedi kişilik « eşkıya çetesine »
Ashab-ı Kehf’in adlarını vermiş olsa da, bu yaygın dini sembollerle bezenmiş
bir yerel geleneğin izlerini gizleyemiyor. Yedi kişilik guruptan evli olan üçünün
eşlerini boşamaları, yerleşik düzenle bağlarını koparma isteğini ele verir ve bir
efe geleneğidir. Ayrıca bunlar, yaşları bakımından çoğunlukla ergenlik ve evlilik
çağı arasındaki bireylerden oluşur. Eşkıya çetelerinin vazgeçilmez kaynağı olan
çoban, topraksız köylüler ve asker kaçaklarını kazanma stratejisi bu yedi kişiyi
de kapsıyor.58 Giritli Mehmet’in hangi amaçla çetelere katıldığı müphem olsa da,
asker kaçaklığı en güçlü ihtimal olarak görünüyor. Diğer benzerlik işaretleriyse
yanlarındaki koruyucu köpekleri ve silahları. Kubilay’ın vahşice katledilmesiyse,
Osmanlı döneminde yakalanan şakilerin, kesik başlarının meydanlarda teşhir
edilmesinin izlerini taşıyor. Efelerin yerel adaletsizliklerde oynadığı hakem rolünü,
siyasal arenada üstlenmek isteyen Giritli Mehmet, çok iyi bildiği « dağa
çıkma » geleneğinin adını sadece « hicret » olarak değiştiriyor ve tanıdığı bu
dağlardan son defa geçiyor.
Menemen’in ikinci özelliğiyse, 30 bin civarında nüfusunun büyük miktarda
göçmenlerden oluşmasıdır. Bütün Ege gibi, verimli topraklarıyla binlerce Balkan
ve Girit göçmenine ev sahipliği yapmıştır. İskan sorunu ve yerlilerin dışlaması
göçmenleri marjinalleştirmiştir. Özellikle Girit göçmenleri sadece Türkçe konuşmaya
zorlanmakla değil, mutfak kültürleriyle de aşağılanmaktaydılar. Kendi
kaderleriyle baş başa bırakılan bu kitlelerin çoğu, tarikat mistisizminde kabullenilmeyi
seçiyordu. Zira, 1930’lar İzmir’i üzerine yapılan araştırmalar, göçmen
57 Terzi Talat adlı bir sanığın mahkeme duruşmaları sırasındaki ifadeleri hem Giritli Mehmet’in
geçmişine, hem de sanıkların kendilerini kurtarmak için geçmişlerini nasıl reddettiklerine güzel
bir örnektir: « Efendim Mehdi Mehmet eşkıya bozması bir adamdır. Onunla görüşmeye
tenezzül etmem; diyerek, Derviş Mehmet’in hayatını anlatmaya başladı. Bu adam yedi sene
evvel Manisa’ya bekçi olmuştu. O zaman birkaç defa konuştum. Bir gün bekçiliğin nasıl olduğunu
kendinden sordum. Bana, çetecilik hayatının daha iyi olduğunu söyledi. », Cumhuriyet
Gazetesi, 21 Ocak 1931.
58 Yetkin, a.g.e., s. 17-18: « Eşkıyalık bir anlamda özgürlük demektir. Bir köy toplumunda çok az
insan özgür olabilir. Köylüleri otorite ve baskının kurbanları yapan ekonomik zayıflıklarından
çok, hareketsiz olmalarıdır. Onların kökleri topraktadır. Hele evliyse tarla ekilip biçilmelidir.
Kadın ve çocuklar bir erkeği belirli bir yere bağlarlar. Bu yüzden eşkıya çetelerinin insan kaynağını,
toplumsal konumları kendilerine gerekli hareket özgürlüğünü tanıyan guruplar oluşturur.
Bunlardan en önemlisi, ergenlik ve evlilik arasındaki genç erkeklerden oluşan yaş gurubudur.
Her ne olursa olsun, tipik haydudun genç olduğu kuşku götürmez. Eşkıyaların ikinci en önemli
çıkış kaynağını herhangi bir nedenden ötürü kırsal toplumla bütünleşemeyen ve böylelikle de
marjinalliğe ve sıra dışılığa itilen kişiler oluşturur. Ayrıca askerlik süresinin belirsiz olması,
asker kaçaklığını artırır; bu kaçaklar da eşkıya çetelerinin hazır insan kaynağıdır. »
yoğun mahallelerde intiharların yoğunluğunu belgelemekte.59 Bu olgu birkaç nedenle
açıklanabilir: İdeal kaybı ve sosyoekonomik sorunların taşınamaz ağırlığı.
Ege’nin ikinci büyük tahıl üretim alanı olan şehir, ziraatla beslenir. Köylüler
% 60 oranında tarım, % 9 nispetinde hayvancılıktan geçinir. Ayrıca arazisiz
olup, geçimini ırgatlık, ya da geleneksel el sanatlarından sağlayan hatırı sayılır
bir kesimin varlığını da unutmamak gerekir. Dilek Öz’ün, 23 Menemen köyünün
1800’lü yılların sonlarındaki mesleki dağılımına ilişkin çalışması, zenginlerin sadece
% 1 oranında olduğunu gösteriyor. Orta sınıf % 14’te kalırken, yoksulluk
rakamı % 85’e ulaşmaktaydı. Esnaf ve tüccarlar tıpkı tarım nüfusu gibi, piyasaya
üretim yapmakta ve kazançlı mesleklere yönelmekteydi. Yine yorgancılık, halıcılık,
semercilik gibi el sanatları, bölge içi ve dışı ihtiyaçları karşılayacak şekilde
çeşitlenmişti. Böylece üzüm, tütün gibi tarım ürünleri ve çeşitli zanaat kollarıyla
Menemen üzerinden İzmir’e, oradan da dünya ticaret ağına ulaşmaktaydılar.60
Bir diğer gerilim sicili evrensel düzeyli çifte krizle oluşmuştur. Tarımla beslenen
şehir, önce 1927’de baş gösteren tarım krizinden etkilenir. Ardından, 1929
Dünya Ekonomik Buhranı büyük bir sefalet getirir. Fakat çifte sürecin dolaylı
etkileri, doğrudan etkilerle kıyaslanamaz. Toplumsal sorunlar, iktidar henüz fark
etmeden derinleşmiştir. Ege’nin tamamı az ya da çok, bu döngünün içindedir.
Dolayısıyla, İzmir’in Tepecik mahallesiyle yoksulluk ve sosyal doku bakımından
neredeyse örtüşen Manisa’nın göçmen mahallelerinde üretilen Menemen Olayı’nın
beslendiği sorunlar, sefalet, her türlü gayrimeşruluk, fuhuş, cinayet, aile içi
şiddet ve uyuşturucu satışı ve kullanımıyla belirginleşmekteydi. Bu yoksul mahallelerin
sakinleri, güvenliklerini sağlamak için silah taşıyor, gerektiğinde kullanıyordu.
Dolayısıyla Giritli Mehmet ve şakirtlerinin esrar kullanımı, verdikleri
mesaj, sosyal statü ve çevreleriyle çelişmemekte. Kubilay’ın katledilmesi, Mehdi’nin
içinde yaşadığı çevrenin ürettiği bir şiddet türü olarak da tanımlanabilir.
Zira, devlet otoritesinin zayıfladığı Manisa’nın bu kenar mahallelerinde, özellikle
aile içi şiddet vakalarında uygulanan bir cezalandırma yöntemi olarak, son derece
yaygındır. Yerel gazeteler bu gerçeğe tanıklık etmekte.
Yoksul mahallelerde durum böyleyken, artık yaşanamaz mekanlara dönüşen
köylerde toprak hacizleri inanılmaz boyutlarda. Yerel gazetelerde, Manisa köylüsünün
ödenemeyen kredi borçlarına karşılık satışa çıkarılan binlerce dönüm
arazisi var. Bunların arasında Mehdi’nin eşi de mevcut. Bu bizzat olayla tarım
sektörü krizi arasındaki doğrudan ilişkiyi belgelemiş oluyor. Böylece Mehdi’nin
görev parkurunda neden saygıyla karşılandığı sorusuna makul bir cevap daha
59 Bkz., Emel Göksu, 1929 Ekonomik Buhran Yıllarında İzmir ve Suç Coğrafyası, İzmir, İzmir
Büyük Şehir Belediyesi Yayınları, 2003.
60 Dilek Öz, Yüzyıl Ortalarında Menemen Köylerinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, İzmir, yayımlanmamış
yüksek lisans tezi, Ege Üniversitesi, 2005, s. 105.
verilmiş oluyor. Demek ki o, aynı zamanda hacizli köylünün, dini kimlikli önderi
konumuna yükselmekteydi.
Bir diğer muhalefet nedeniyse altyapı hizmeti eksikliği ve belediyenin başarısızlığıdır.
Bu noktada en hayati sorun, içme suyuydu. Sınırlı sayıdaki çeşmelerde,
insan kuyruğunda beklemek gerçekten bezdiricidir. Özellikle çocukları etkileyen
ve yaz aylarında derinleşen su krizi, ancak 1933’te çözülebilmiştir. İzmir’in başarısız
belediyeciliği Menemen’de de karşımıza çıkar. Yazın toz, kışın çamurla
boğuşan kasaba sokakları, çöp yığınlarıyla hastalık yuvasıdır. Bataklıkların kurutulamaması,
salgın hastalıklara yol açar. Şikayetler karşısında, sadece hakaret
eden yerel idareciler değiştirilse de, yeniler eskileri aratmazdı. Ege’nin ortak bir
sorundan bahsetmek gerekirse, o da ulaşımdır. Köylüler ürünlerini pazara taşıyacakları
yollardan yoksunken, demiryollarına ağırlık verilmesine haklı olarak
tepkiliydiler. Bayındırlık çalışmaları ve bataklıkların kurutulmasında bedenen
çalışmaya zorlanmak ise, Türkiye’nin genel muhalefet nedeniydi.
Bu noktada, 20’ler Türkiye’sinin en güçlü muhalefet nedenlerinden biri olan
radikal dini reformlara tepkileri unutmamak gerekir. 1925’te tarikatların yasaklanması
ve dini kurumların mallarının devlet hazinesine devredilmesi, dini sahanın
iç siperlerini parçalamayı ve özerkliklerini sonlandırmayı hedeflemekteydi.
Rejimin bu radikal adımları, zaten gergin olan din/devlet ilişkilerini tam bir kriz
atmosferine taşımıştır. Aynı yıl kabul edilen şapka kanunu, sıradan dindarların
bile idam sehpalarında bedel ödediği büyük bir cebir aracına dönüştürüldü. Şapka
trajedilerinin nesilden nesile, örselenmiş bir hafızayla aktarıla gelmesi, sorunun
toplumsal vicdanda açtığı yaranın derinliğini göstermekte.
Din adamları aşağılanma ve dışlanmalara rağmen, taşra gündelik hayatında
hala etkileyici bir güçtür. Bu sınıfın başlıca muhalefet nedenleri arasında, hilafetin
kaldırılması, kadınların açılması ve okullarda karma eğitime geçilmesiydi.
1928’de Latin alfabesine geçiş ve şapka kanunu reformları da böyledir. Özellikle
SCF’nin kurulmasından sonra bazı yerlerde öğrenci sayısında küçük bir düşüş
gözlenmesi, toplumsal düzeydeki hoşnutsuzluğu gösterir. Din görevlilerinin camilerde
rejime açıkça meydan okumasına verilen hafif cezalar, devletin dini sahanın
taşıdığı potansiyel muhalefetin farkında olduğunu gösterir. Uysal din adamı
yetiştirme politikasının meyvesi olan İmam Hatip Mektepleri projesi de başarısız
olmuştur.61 Sonuncusu Manisa şubesi olmak üzere, tamamı 1930’da kapatılmıştır.
Din adamları özellikle ramazanlarda camileri siyaset arenasına dönüştürmekteydi.
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın, Diyanet İşleri Başkanlığı’na gönderdiği bir
yazı iktidarın rahatsızlığı dile getiriyor:
61 Bu okullar İttihat ve Terakki iktidarı döneminin başlarında kurulan Medresetü-l Eimmeti ve’l
Hutebâ’nın (1923-1924) devamı olarak, 1924-1930 yılları arasında İmam Hatip Mektepleri
adını aldı.
« Geçen sene ramazanda camilerde ders veren vaaz efendilerden bazıları, dini
ve ahlaki olması lazım gelen esaslardan inhiraf ederek, haklarında tatbikat-ı kanuniye
icrasını mucip olacak derecede, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin te’sis
ve vaz ettiği esaslar, müesseseler aleyhinde mübalatsızca mütalaada bulundukları
malumu riyasetpenahileridir. »62
İktidar özellikle tarikatlara karşı sert bir tavır takınmıştır. Bunun nedeni, her
ne kadar tarikatların bağımsızlık savaşına verdiği destek Kemalist güçler tarafından
önemsenmişse de, Mustafa Kemal Türkiye’nin modernleşmesi adına tarikatları
tamamen yasaklamaya ve reformlara karşı bir reaksiyon ve cehalet yuvası
olarak gördüğü tekkeleri kapatmaya karar vermiştir. Tarikatların ortadan kaldırılması
konusunda ilk örnek, 1826’da II. Mahmut’un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmak
için Bektaşiyye’yi kapatmasıdır. Bir asır sonraki bu toptan yasaklamayla,
siyasi rekabet ve ideolojik zıtlık nedeniyle dışlanan İslami hayatın bu süreklilik
arz eden kadim boyutunu yok etmek mümkün olmamıştır.63 Üstelik yeni dinsellik
formları ortaya çıktığı gibi, gizlenmeleri de takip edilmelerini zorlaştırmıştır. Bu
gizlilik onların siyasal güçlerini kaybettikleri anlamına da gelmez.
Tarikatlar ve din adamları, Serbest Fırka’ya verdikleri destekle 1930’da yeniden
gündeme geldiler. Söz konusu partinin beklentilerine hiç bir çözüm önermemesine
rağmen, tek taraflı bir sözleşmeye imza attılar. Ancak bu karşılıksızlığın
bedeli, _tıpkı, suçu sadece olaya tanıklık etmek olan üzüm tüccarı Josef’in, gayrimüslimlerin
bedelini ödediği gibi_ birkaç ay içinde Menemen’de ödenecektir.
Balıkesir valisinin Menemen Olayı sonrasında _17 Ocak 1931_, İçişleri Bakanlığı’na
gönderdiği bir şifre, muhalefet/tarikat/din adamı ilişki üçgenine ışık tutuyor:
« Balıkesir’deki vaziyette son senelerde mütezayit [çoğalan] bir faaliyet
gösteren tarikatların çok tesiri olmuştur. Serbest Fırka’nın teşekkülünden sonra,
esasen garp rejimlerine karşı daima uzak duran Balıkesir gibi muhafazakar bir
muhitte, tarikatlar mensubini ve içtimai inkılaptan hoşnut olmayan hoca takımı
Serbest Fırkayı tutarak, mükemmelen çalışmışlardır. Menemen hadisesinden
sonra hassaten tarikat cereyanları üzerinde fazla meşgul olunmuştur. Halen bu
işlerde amil olanların elebaşları tahtı tevkifattadır [gözaltındadır]. İdare-i örfiye
vaziyetinden azami istifade suretiyle bu cereyanların önüne geçilmeye çalışılmaktadır.
»64
Menemen Mehdisi, ?siyasal mehdi’den hemen sonra zuhur ediyor. Çünkü
62 BCA BMGM K, [Katalog no: 030 10/26 150 12].
63 Bahsedilen dönemle ilgili bkz., Muharrem Varol, Islahat, Siyaset, Tarikat, Bektaşiliğin İlgası
Sonrasında Osmanlı Devleti’nin Tarikat Politikaları, İstanbul, Dergah Yayınları, 2013; ayrıca
İslam dünyasında tarikatların doğuşu, gelişimleri ve aktüel durumları için bkz., Alexandre Popoviç
ve Gilles Veinstein (dir.), İslam Dünyasında Tarikatlar, İstanbul, Suf Yayınları, 2004.
64 BCA BMGM K, [Katalog no: 030 10/88 580 17].
Okyar, Ege’nin her yerinde adeta bir kurtarıcı gibi karşılanmıştır. Halk Fırkası
bazı kentlerde neredeyse yok gibi. Bunların başında Manisa ve Menemen zikredilebilir.
Zira Manisa gibi muhafazakar bir şehirde, örgüt kuracak tek bir kimsenin
bulunamaması manidardır. Menemen İsyanı, işte böyle kopuş içindeki bir
şehirden doğmuştur. Zira, bu kopuş bir yıl sonra, bizzat Mustafa Kemal tarafından
onaylanmıştır.65 Okyar’ın gelişinde yaşanan bir sahne, bu kopuşa dair çok
şey anlatır. Bir gurup Menemenli tuz ve ekmek konulmuş bir tepsiyle liderlerini
karşılayacaktır. Sonrasını Mehmet Yetimoğlu’na bırakalım:
« Bazıları cahillik edip tepsiye tuz ekmek koymuşlar. ?Biz buna razıyız, yeter
ki sen gel!’ diye. Fethi Bey’i çok insan karşılamıştı. Bağırıyorlar, ?Yaşa Fethi
Bey, Açız, açız, tuz, ekmek yiyoruz!’ diye. Sonra bu hadise [Menemen Olayı]
açlığı, her şeyi unutturdu. »66
İlk ve sonbaharlar Ege için büyük doğal felaketlerle doludur. 1930 yılı sonbaharı
da böyledir. İzmir ve Ege taşrasında özellikle 24/25 Ekim’de ki sel gibi
yağmurlar, 109 ölü ve 2000’i aşkın köylünün büyük zarar görmesine yola açtı.
Felaket karşısında yetersiz kalan devlet desteği, selzedeleri kaderlerine terk eder.
Ekonomik kriz, ağır vergi yükü ve yerel seçimlerindeki cebir, iklimsel koşul
etkenlerinin sonuçlarını, İslam’ın haber verdiği dünyanın sonu işaretleri olarak
değiştiriyor. Bu algı füzyonları, sonuçta bir mehdinin ortaya çıkışını tetikleyen
« kaos » algısını yeterince besliyor. Çünkü bu tür iddialar kendiliğinden ortaya
çıkmaz. Bir uhrevi kurtarıcı genelde çok büyük bunalımlar, kültürel kopuşlar
ve devlet zorunun katlanılmaz hale geldiği durumlarda hayat bulabiliyor. 1930
Türkiye’si, çok kötü olarak tanımlanabilecek bir yıldır. İktidar bu durumdan çıkış
yolunu siyasal ve ekonomik restorasyonda arıyor. Her toplumun belirli bir
düzeye kadar stresi azaltacak koruyucuları vardır. Fakat özellikle göçmenlerde
bu koruyucuların yıkıldığı görülüyor. On binlerce Egeli göçmen, diğer toplumsal
kategorilerin içinden geçtiği ekonomik krizden tahminlerin ötesinde etkileniyor
ve kırılganlaşıyor. O kadar ki Giritli Mehmet on liralık borcunu ödeyemez duruma
düşüyor. Böylece dünyasal şartların oluşturduğu bu durum Menemen Mehdisi
tarafından ?çok kötü’ olarak nitelendiğinde, bir kurtarıcı bekleyenler Mehdi’nin
geldiğine ikna oluyor. İklimsel koşul döngüsü ve depremler, bir yıl önce, 20 Aralık
1929’da Manisalı bir posta memuru olan Cemal Nadir’in mesihlik iddiasına
delil oluşturuyor:
« Dünya batıyor. Her gün birbirini
izleyen zelzeleler, tufanlar, heyelanlar
65 BCA CHP K, [Katalog no: 490 01 35 146 1]: « ?Katib-i Umumi Saffet Beyefendi’ye’, Manisa fırka
reisi hakkındaki iş’arı alinizi Reisicumhur Hazretleri’ne arz ettim. Cevabını bizzat dikte ederek
Başvekil Hazretleri’ne imzalarıyla yazılmasını irade buyurdular. Bunu ayrıca şifre ettirdim.
Emirlerine göre mevzubahis iki zattan başka kimse bulunmadığından, orada teşkilattan
vazgeçilmesi gerekmektedir. »
66 Özengin, a.g.e., s. 292.
bundan başka neye delalet
edebilir. Yeryüzü fısk-u fücur içinde. Allah beni, yani
sevgili kulu ve resulü Cemal’i, bu berbatlığın izalesine memur etti. »67
Giritli Mehmet’in selefi bu Kafkas göçmeninin, söyleşi yapan gazeteciye kurduğu
cümleler, elinizdeki çalışmada anlatılmak istenen « kaos » kavramının ilk
ağızdan çarpıcı bir açıklaması gibi. Bir cuma günü, Manisa’nın Hatuniye Camii’nde
şapkasını yırtarak, fes giymiş ve ?Ey, ümmet-i Muhammed! Ne duruyorsunuz?’
diyerek mesihliğini ilan etmiş, ardından tutuklanarak hapsedilmiştir.
Mesihi/Mehdici retoriğin tamamında gördüğümüz seçilmişlik duygusu, bu
halef selef örneğinde de gözlemleniyor. Bu tür iddialarda bulunan kişiliklerin
sosyopsikolojik özellikleri hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Ancak burada
mesleki gözlemlerinden bir tanımlama sunan psikiyatrist Erol Göka, mehdilik iddiasında
olan kimseler, kişilik olgunlaşması açısından oldukça çocuksu, hayalle
gerçeği, kendi arzularıyla dış dünyanın taleplerini ayıramayan, dürtülerini denetleyemeyen
yapıdadırlar, diyor ve ekliyor. Bu şahısların kişilik yapılarındaki ortak
özellik, kimi zaman sinsi biçimde seyreden ?seçilmişlik duygusu’dur.68 Dağıstan
göçmeni dindar bir ailenin çocuğu olarak, büyük ıstırap ve sefalet içinde yaşadığını
ifade eden Cemal Nadir, aslında Menemen Olayı’nın kronolojik olarak uzun
erimli ve karmaşık faktörler silsilesine dayandığını göstermekte. Giritli Mehmet’in
kuvvetle muhtemel işittiği bu uhrevi kurtuluş çağrısının yıl dönümünde,
« kaos » durumunu yine mehdici repertuvardan, ama faklı ifadelerle yeniden
yorumluyor. İki örneğin gösterdiği gibi, onlar ne bir ilkti, ne de bir son oldular.
V. Olayın Bir Birleştirici ve Parçalayıcı Araç Olarak Kullanımı
Menemen Olayı dönemin şartlarının ürettiği bir isyan olmasına rağmen, Serbest
Fırka’nın en liberalinden radikaline uzanan « karmakarışık » koalisyonunu
parçalamak ve Kemalist ajandadan uzaklaşan milliyetçi taşra aydınlarını kazanmak
için kullanılmıştır. Menemen meydanlarına kurulan idam sehpalarının,
Samsun ve Antalya gibi şehirlerde yargılanan Serbest Fırkalılar içinde kurulduğu
söylentileri, iktidar yanlısı gazetelerde aslı olmayan bir söylenti olarak gündeme
gelmemiştir. Örneğin, Antalya’da haklarında dava açılan 796 kişi idam edilmediyseler
de, adeta bir sürgün gibi iki vilayet ötedeki Denizli’de yargılandılar. Üstelik
ölüm tehlikeleriyle dolu bu yolculuğu iki kez yapmak zorunda kalacaklardır.
Burhanettin Onat, Antalya Serbest Fırka Ocak Reisi olarak bu yargılanacaklar
listesinin başındadır. Bu günlerde hissettiklerini şöyle kaleme almıştır:
« Fırka lağvedilinceye kadar en kuvvetli sandığımız taraftarlarımız dize gelerek,
af dileyerek, yalvararak postlarını kurtarmaya çalışıyorlardı. Bu hercümerç
içinde biz, elimiz böğrümüzde, akıbetimizi bekliyorduk. Mahkememiz ne zaman
67 Ahenk Gazetesi, 24 Aralık 1929.
68 Bkz., Akşam Gazetesi, 9 Şubat 2014.
başlayacak, nerede yapılacak ve biz ne olacağız, ne yapacağız diye kara kara
düşünürken memlekette meşum bir hadisenin korkunç haberi bomba gibi patladı.
Menemen’deki Kubilay hadisesi. Halk Fırkalılar bunu da bizim üstümüze yıkmaya
kalktılar. Menemen’de Divan-ı Harp kuruldu. Yüzlerce insan tutuklandı.
Bu esnada Halk Fırkası gazeteleri ?Antalya hadiseleri maznunları da Menemen
Divan-ı Harbinde mahkeme edilecekler’ demeye başlayınca Reşid Galib’in Yalova’da:
?Bu işin ucunda ipe gitmek de var’ dediğini tekrar hatırladım. Darağaçları,
yağlı urganlar, süngülü askerler günlerce gözümün önünden gitmedi. »69
Bir çok milliyetçi muhalif aydın olayın güçlü sarsıntısıyla yeniden iktidara
yönelir. Bunlar arasında ki en meşhuru İzmir’in SCF yanlısı yerel gazetesi Hizmet,
olaydan sonra beli belirsiz bir yayın politikası izlemeye başlayacaktır.70 Üç
Kemalist şairin dizelerine açılan sütunlar, « yeşil başlı canavara » benzetilen dini
muhalefete bakışın ve iktidara yönelişin belgeleri gibidir:
Selam duracak gündüz, güneş, gece, ay,
Bu inkılap uğruna burada can veren Kubilay71
? ?
Başında yoksa bir mermer taşın,
Ardında ağladı bunca kardeşin,
Kahraman ordusu büyük savaşın,
En son sende buldu peygamberini72
? ?
Ardında bıraktığın bugün sor ki,
Yeşil başlı canavar kaç masumu boğmuştur
Başkaldıran her yılan bize gösteriyor ki,
Cehalet inkılabı henüz hazmetmemiştir73
Olay bahane edilerek dindarlar üzerinde kurulan baskıların, Anadolu’nun
birçok kentinde izleri vardır. Zaten gözetim altında olan ve bir çoğunun fişlendiği
69 « Burhanettin Onat’ın Serbest Fırka Anıları », a.g.e., s. 51.
70 Hizmet Gazetesi sahibi Zeynel Besim, İzmir’de SCF teşkilatlarının kuruluşunda önemli görevler
üstlenmiş muhalif bir aydındır. Ancak 1930 Yerel Seçimlerinin hemen başında (3 Ekim
1930), aralarında Vasıf Çınar’ında bulunduğu birkaç Halk Fırkası milletvekilinin baskılarıyla
susturulmuştur. İzmir’de dolaşan söylentilere göre, Karşıyaka’da gerçekleşen toplantıda masaya,
bir tabanca ve elli bin liralık bir çek konuluyor. Gazeteci bu söylentileri reddetse de, bir
aylığına İstanbul’a kaçmak zorunda kalmış ve gazetecilik hayatı son bulmuştur. Sonrasında da
gazeteyi damadına devretmek zorunda kalmıştır., Bkz., Hizmet, 21 Ekim 1930.
71 Muallim Mektebi’nden Barbaroslu Mehmet Turhan’ın şiiri, Hizmet, 30 Aralık 1930.
72 Muallim Mektebi öğrencisi İrfan Konur Topçuoğlu., a.g.g.
73 İzmir Muallim Mektebi öğrencisi şair ve yazar Şadan Fahir., a.g.g.
anlaşılan tarikat mensuplarından birçoğunun hayatı düzelmemek üzere altüst
olmuştur.74 Gediz Dergisi olay sonrası oluşan baskı döneminde dinin vicdanlara
nasıl hapsedildiğini açıkça ortaya koyuyor:
« Bizden olmayan, ülkümüzü gocunduran her şeyi kül edeceğiz. Bu yurtta
şu Kubilay abidesi gibi tek bir şey ayakta kalacaktır: Cumhuriyet. Başka her şey
silinecek yok olacaktır. [...] Dünya işlerine karışan şeriat, bizi ölüme götüren yoldur.
Yürekten ve camiden dışarı çıkan din, ülkümüzün düşmanıdır. [...] Camiden
çıkan din, eli hançerli bir gerilik belgesidir. »75
Aslında vicdanlara hapsedilen sadece din değildir. 1945’li yıllara kadar liberalizm
bir daha gün yüzü göremez. Devletçilik ve kapitalizm tarafından absorbe
edilen liberal sistem, adeta Menemen gibi ?lanetlenir’ ve şiddete eşdeğer bir anlam
kazanır. Böylece meşruiyetini de kaybeder. 1930’lu yıllarda Cumhuriyet Halk
Fırkası devletle bütünleşmesini tamamlar.76 Muhalefete Mecliste « başı boş » otuz
milletvekili sandalyesi ayrılır. Bu arada bir çok Serbest Fırkalı siyasetten tasfiye
edilirken, bazıları 8 Mayıs 1945’te ki Demokrat Parti’nin kuruluşunu bekleyecektir.
Ekonomide devletçilik eliyle Kemalist burjuva güçlendirilir. 1930 sınavının
ardından Kemalizm’e özgü bir doktrin geliştirilmesi çabaları hızlanır. Son derece
doktriner olan Kadro Dergisi (1932-1935) çevresinde toplanan bir elit sınıfı, İtalya
ve Sovyetler Birliği gibi tek parti rejimlerinin üçüncü kutbu olarak sınıflandırılan
bir doktrin geliştirirler. Bir çok yerde Serbest Fırka’ya dolaylı destek verdikleri
için kapatılan Türk Ocakları yerine kurulan Halkevleri, ağırlıklı olarak taşrada
74 Konya’da yaşanılan tedirginliği Ali Ulvi Kurucu şöyle kalme almıştır: « Çok geçmedi Menemen
Hadisesi diye bir vak’a zuhur etti. Ali Rıza Efendi, İsmail Efendi, Ağrıslı Tevfik Efendi
gibi Konya’da bilinen sevilen bir çok kimse tevkif edildi. Bu tevkifat sırsında kendilerinden
şüphe edilen kimselerin, hocaların evleri aranacak diye bir şayia yaıldı. Dedemin hariciyesinde,
babam ve amcam toplandılar, hangi kitapları gizlesek, saklasak, acaba hangi kitaplar
mahzurludur, diye konuştular. Bunun üzerine dedem merhum şunu söylemişti: ?Çocuklar,
Kuran’ı Kerim’in, zikrullahın yasak edildiği bir memlekette kütüphanede hangi kitap kalır!
Öyleyse, evden Kuran’a kadar hepsini kaldırıp kurtulalım! Hangisi suç hangisi değil bilmiyoruz
ki… Yazı değişmiş, Kura’n harfleriyle yazılması yasaklanmış. Bundan büyük felaket ve
facia olmaz. Ben şaştım bu işe!’ […] Fakat ne bizim ev, ne de amcamınki arandı. Yalnız Allah
rahmet eylesin Esad Efendi ile muhabere ve müraselesi olduğundan şüphelenilendikleri kimselerin
evlerini aramışlar, kendilerinde mektup veya benzeri bir şey bulmuşlarsa onları tevkif
etmişler. », Kurucu, a.g.e., s. 64.
75 Şair ve Doktor Necdet Otaman’ın Kubilay Abidesi’nde 22 Mart’ta yaptığı « Ateşin Nutuk »
başlıklı konuşmasından, Gediz Dergisi, Nisan 1937, s. 4.
76 1930’da bir grup kadının Cumhuriyet Halk Fırkası’na kaydolma isteğine Katib-i Umumiliğin
verdiği cevap iktidarın memurlara bakışını ortaya koyması bakımından önemlidir: « Fırkamıza
kaydolmak üzere müracaat eden hanımefendilerin fırkaya kabulleri muvafık görülmüştür. Ancak
bunlar meyanında muallim hanımefendiler vardır ki, memurin kanunu dolayısıyla bu hanımefendilerin
hiçir fırkaya girmeleri mükü değldir ve zaten bilumum memurini fırkamızın
tabii uzuvları olarak telakki ettiğmiz cihetle bunların kayıt muamelesine lüum yoktur. », BCA
CHP K, 2945 numaralı ve 2 Eylül 1930 tarihli şifre, [Katalog no: 490 01 1 4 10].
örgütlenir ve çeşitli etkinliklerle Kadro doktrinini boşluğa düştüğüne inanılan bu
genç nesile aktarmaya çalışır.
VI. Yorumlar ve Komplo Teorileri
Toplumsal düzeyde üretilen çürütülmesi zor komplo teorileri olayı zemininden
çıkarmıştır. Hiç bir dört başı mamur çalışma bu teorileri çürütemez gibi görünüyor.
Resmi görüşün reddiyesi olarak rejim muhalifi yazarlar tarafından kaleme
alınan çalışmalarda komplo teorisi noktasında eleştirilenle birleşir, sosyal düzeyli
ve mikro ölçekli okumaları reddederler. Çifte yorumlu bu çelişkili açıklamalar,
içerik bakımından benzeşirken aralarındaki ?çatlaklar’ bir araştırmacıya dekorun
arka yüzünü görme fırsatı verir. Bu tür okumalara bir kaç örnek vermek gerekirse
ilk akla gelen Necip Fazıl Kısakürek olur. Ünlü şair ve yazar Tertip başlığı altında
düşüncelerini şöyle ifade etmiştir: « Evet; bütün şahsiyetli Müslümanları, bilhassa
Nakşibendi tarikatı büyüklerini ortadan kaldırmak için hükümetçe düzenlenen
Menemen Vak’ası, tertiplerin en vicdansızını teşkil eder.77 » Yazar sonraki cümlelerinde
komployu Serbest Fırka’nın başarısına ve Şeyh Esad Erbili’nin müritlerinin
iktidarı rahatsız edecek kadar çokluğuna bağlıyor. Bir diğer muhalif yazar ise
şu görüştedir: « İrtica ithamıyla Serbest Cumhuriyet Fırkası kapatılmış, böylece
Cumhuriyet Halk Fırkası iktidar rakibinden kurtulup rahatlamıştı ama, ortada irticayı
teyit edecek ne bir olay ne de herhangi bir olaydan tutuklanan veya tatbikata
uğrayan vardı!.. Ne fes kalıplayan, ne tekke süpüren, ne bayrak açan kimseye
rastlanmamış, bunları Meclis kürsüsünden söyleyebilen İçişleri Bakanı’nın iddiası
muallakta kalmıştı!.. Serbest Fırka mensupları da serbestti, ilgili makamlar
irtica iddiasıyla bu parti mensuplarından kimsenin yakasından yapışmamıştı!..
Böyle olmamalıydı, mutlaka bir oyun sahneye konmalı ve irtica ithamı bu oyunla
adeta ispat edilmeliydi. »78
Kemalist araştırmacılardan Çetinkaya, komplo teorisinin içini resmi görüş
doğrultusunda dolduruyor: « Hadise malum. Bazı gazetelerin dediği gibi bu iş nasıl
olurda üç-beş meczubun işidir diye anılabilir. Hiç bir meczup ve mecnunların
muayyen bir maksat için birleştikleri görülmüş şey midir? Esrarkeş ne demek?
Esrar içenlerde böyle tasavvur ve tasmim edilmiş hareketlere cüretin ihtimali
bile bulunabilir mi? Herifler ne meczup ne de mecnun, böyle olmadıklarına göre,
belki cahil fakat herhalde akılları başlarında adamlardır, demek oluyor. Fakat
yalnız altı kişi, kendi hesaplarına başarılması tasavvur olunan büyük işi kendi
başlarına nasıl başarabileceklerdi? Bu demek ki, bu teşebbüste onlar yalnız değillerdi
ve aralarındaki bağlantı ve kendilerine verilmiş olacak teminat vardı. Ki bu
77 Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, İstanbul, Büyük Doğu Yayınları, 2004, s.
137.
78 Mustafa Müftüoğlu, Yakın Tarihimizden Bir Olay, Menemen Vak’ası, İstanbul, Risale Yayınları,
1991, s. 60.
cüreti mümkün kılacak şekil ve suretteydi. Beş-altı kişi Menemen’e rasgele mi
gelmişlerdi? Yoksa orasını kendileri için hazırlanmış müsait bir muhit addettikleri
için mi oraya gelmişlerdi?79 » Görüldüğü üzere bu çifte hafıza aktarımı olayı
mehdiyyet iddiası bakımından ele almayı ve dönemin şartları ışığında okumayı
reddediyor.
Bu aşamada çalışmanın başlığında sorulan iki soruya cevap vermek gerekiyor.
Bütün metin boyunca detaylandırılan gelişim süreci gösteriyor ki, olay dönemin
şartlarının zorladığı kopuşlardan besleniyor ve bölgesel bir çerçeve içinde
kalıyor. Bu şartlar içinde elbette iktidarın radikal dini uygulamaları da var. Tarikat
dokusundaki bölgesel düzeyli kopuş ise ekonomik sorunlar ve göçmelerdeki
derin hoşnutsuzlukla yakından ilgili. İktidarın sadece söylemlerden yola çıkarak
gelişmeleri ?irticai’ bir olay olarak damgalaması, ortaya çıkan sosyal dinamikleri
reddetmesi anlamına geliyor. Menemen Olayı alabildiğine yaygın dini sembollerle
süslü olmasına rağmen dini boyut son derece yüzeyseldir. Zira Giritli
Mehmet, Paşaköy’de mehdiliğini ilan ettiğinde, mazisini tanıyan bazı köylüler
haklı olarak, ?Sen Subhaneke’yi [duasını] dahi bilmezsin’ diyecekler ve bu iddiaya
inanmayacaklardır. Dolayısıyla her mehdilik iddiası, uhrevi kurtuluş hareketleri
içinde değerlendirilebilirse doğru sonuçlara varılabilir. Serbest Fırka ile
olayın bağlantısına gelince, bu son derece sınırlı ve dolaylıdır. Kronolojik olarak
SCF’nin kuruluşundan aylar öncesinde başlamış bir süreçtir. Fakat mahkemede
verilen ifadelere göre sanıkların tamamı Serbest Fırkalıydı ve komünist gruplar
gibi yasaklanmış hafızalarıyla, tek çare olarak bu partiye yönelmişlerdi. Dolayısıyla
hepsi bu meşru siyasal çatının yıkılışını gözyaşları içinde karşıladılar ve
beklentilerini uhrevi bir kurtuluş çağrısına kulak vererek sürdürdüler.
79 Hikmet Çetinkaya, Kubilay Olayı ve Tarikat Kampları, İstanbul, Çağdaş Yayınları, 1997, s.
21-22.
Sonuç
Menemen Olayı bütün bu muhalefeti bastırmak için iktidara ?altın
tepside’ sunulmuş bir fırsat oldu. Gerçekten de iktidar Menemen Olayı
sayesinde adeta yeniden organize olmuş, böylece Serbest Fırka tabanının
güçlü dinamiklerinin üstesinden gelebilmiştir. Kendini Kubilay’ın
şahsında sembolize eden Cumhuriyet, böylece merkez çevre/gerilimini din üzerinden
yeniden inşa edebilmiştir. İktidarın irtica tehdidiyle sindirme mühendisliğini
kısaca ifade etmek gerekirse buna, çağdışı ilan edilen tarikatlar üzerinden
« Serbestçileri » parçalamakta denilebilir. Zira, Menemen meydanlarının ibretlik
idamları, II. Dünya savaşı sonrasına kadar muhalifler ve liberalizme bir daha
günyüzü göstermeyecektir.
Kaynakça
Acar, Bahriye, “İzmir Basınında Menemen Olayı”, (Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi), Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü,
İzmir, 1977.
Ahenk Gazetesi, 24 Aralık 1929.
Alexandre, Jevakhoff, Les chemins de l’Occident; Kemal Ataturk, Tallandier,
Paris, 1989.
Aksakal, Bedriye, Manisa ve Yöresi, 1987.
Akşam Gazetesi, 9 Şubat 2014.
Altay, Fahrettin, 10 Yıl Savaş ve Sonrası 1912-1922, Görüp Geçirdiklerim,
İstanbul, İnsel Yayınları, 1970.
Anadolu Gazetesi, 24 Aralık 1930.
Anıl, Yaşar Şahin, Mahkeme Tutanaklarına Göre Menemen İrtica Olayı Davası,
İstanbul, Kantaş Yayınları, 2007.
Arıkan, Zeki, İzmir Basınından Seçmeler (1923-1938), İzmir, İzmir Büyük
Şehir Belediyesi Yayınları, cilt I, 2003.
Arşiv Belgeleriyle Menemen Olayı, Genel Kurmay Başkanlığı, ATAŞE Arşivi
Başkanlığı, [http://www.tsk.tr/8_ faydali_bilgiler/tarihtenkesitler.html]
Balkaya, I·hsan Sabri, Ali Fethi Okyar, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
2005.
Baydar, Mustafa, Kubilay, İstanbul, İstanbul Yayınevi, t.y.
Büyük Torbalı Gazetesi, 4 Şubat 2010.
Cevizoğlu, Hulki, Şeyhler Müritler ve Yalancı Peygamberler, İstanbul, Tekin
Yayınları, 1997.
Cumhuriyet Gazetesi, 21 Ocak 1931.
Cumhuriyet Halk Partisi Kataloğu (1923-1950).
Çakmak, A. Nedim, İşgal Günlerindeki İşbirlikçiler, Hüsnüyadis Hortladı,
İstanbul, Kumsaati Yayınları, 2007.
Çetinkaya, Hikmet, Kubilay Olayı ve Tarikat Kampları, İstanbul, Çağdaş Yayınları,
1997.
Bozarslan, Hamit, Le phénomène milicien : une composante de la violence
politique en Turquie des années 1970, Turcica, revue d’études turques, Sayı 31,
1999.
______, “Le mahdisme en Turquie : ?l’Incident de Menemen’ en 1930”, Re438
vue des mondes musulmans et de la Méditerranée, Sayı 91-92-93-94, 2000.
______, Cent mots pour dire la violence dans le monde musulman, Maisonneuve
et Larose, Paris, 2005.
______, Türkiye’nin Modern Tarihi, İstanbul, Avesta Yayınları, 2004.
Cohn, Norman, Les fanatiques de l’apocalyps, millenaristes révolutionnaires
et anarchistes mystiques au moyen âge, Paris, Payot, 1983.
Coşkun, Ali, Mehdilik Fenomeni, İstanbul, İz Yayıncılık, 2004.
Coşkun, Avni, “Osmanlı Dönemi Dini Kurtuluş Hareketlerinin Sosyolojisi”,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 20, 2001.
Demir, Kan, Şehit Kubilay, İstanbul, İleri Yayınları, 2005.
Dost-Niyego, Pınar, Le bon dictateur, l’image de Mustafa Kemal Atatürk en
France (1919-1938), İstanbul, Libra Kitap Yayınları, 2014.
Elbalı, Emin, Kubilay’ın Mezarında ve Yanmayan Şehrin Hikayesi, İzmir,
Meşher Basımevi, 1937.
Emrence, Cem, 99 Günlük Muhalefet Serbest Cumhuriyet Fırkası, İstanbul,
İletişim Yayınları, 2006.
Garcia-Arenal, Mercedes, “Introduction”, Revue des mondes musulmans et
de la Méditerranée, Sayı 91-92-93-94.
Esengin, Kenan, Orgeneral Muğlalı Olayı, 33 Kişinin Ölümü, İstanbul, Yenilik
Basımevi, 1974.
Gonca, Nihal, “Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Menemen Kazası (1923-1933)”,
(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Manisa, 2005.
Göksu, Emel, 1929 Ekonomik Buhran Yıllarında İzmir ve Suç Coğrafyası,
İzmir, İzmir Büyük Şehir Belediyesi Yayınları, 2003.
Haddad, Mouloud, “Les Maîtres de l’heure: moments eschatologiques en
Islam méditerranéen (1847-1908)”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ecole des
Hautes Etudes en Sciences Sociales, Paris, 2008.
Hizmet Gazetesi, 29 Ekim 1929.
Hizmet Gazetesi, 5 Eylül 1930.
Hizmet Gazetesi, 18 Eylül 1930.
Hizmet Gazetesi, 21 Ekim 1930.
Hizmet Gazetesi, 30 Aralık 1930.
İlhan, Avni, Mehdilik, Beyan Yayınları, İstanbul, 1993.
Karahan, Abdullah Neyzar, Şehit Edilişinin 50. Yılında Kubilay, Spor Toto
Kültür Yayınları, Ankara, 1980.
Kırhan, Celal, Öğretmen Kubilay ve Uydurma Mehdi, İstanbul, Sıralar Matbaası,
1963.
Kısakürek, Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, İstanbul, Büyük Doğu
Yayınları, 2004.
Kömür, Recai, “Menemen İstismarı Artık Bitmeli”, Köprü Dergisi, Sayı 4,
1994.
Kurtoğlu, İsmail, “Menemen Olayı”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi),
Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir, 2000.
Mazıcı, Nurşen, “Menemen Olayı’nın Sosyo-Kültürel Analizi”, Toplum ve
Bilim Dergisi, Sayı 90, 2001.
Müftüoğlu, Mustafa, Yakın Tarihimizden Bir Olay, Menemen Vak’ası, İstanbul,
Risale Yayınları, 1991.
Öz, Dilek, “19. Yüzyıl Ortalarında Menemen Köylerinin Sosyal ve Ekonomik
Yapısı”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İzmir, 2005.
Özengin, Oktay, Kubilay Olayı Tarihi, 40 Gün, I·zmir, Ata Matbaacılık, 2013.
Popoviç, Alexandre ve Veinstein, Gilles (dir.), İslam Dünyasında Tarikatlar,
İstanbul, Suf Yayınları, 2004.
Sağlam, Vedat, Ne Menem Menemen, Kubilay Olayı, İstanbul, Nesil Yayınları,
2007.
Sarıkçıoğlu, Ekrem, “Mehdi”, İslam Ansiklopedisi, cilt 28.
Serbest Cumhuriyet Gazetesi, 1 Ocak 1931.
Serbest Cumhuriyet Gazetesi, 19 Kasım 1930.
Son Posta, 26 Aralık 1930.
Tatas, Mehmet, “Menemen [Kubilay] Olayı”, (Yayımlanmamış Lisans Tezi),
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Ankara, 1974.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Ankara, cilt 21-25, 3. Devre, 4.
İçtima, 1930-1931.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Cumhuriyet
Arşivi Daire Başkanlığı:
Başbakanlık Muamelat Genel Müdürlüğü Kataloğu (1924-1951).
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon Daire Başkanlığı, Cumhuriyet’in 75. Yıldönü440
münde Polis Arşiv Belgeleriyle Gerçekler, Ankara, Emniyet Genel Müdürlüğü
Polis Dergisi, Sayı 129, 1998.
Weiker, W. F., Political Tutelage and Democracy in Turkey, ?The Free Party
and Its Aftermath’, Lieden, E. J. Brill, 1973.
Vakit Gazetesi, 27 Aralık 1930.
Varol, Muharrem, Islahat, Siyaset, Tarikat, Bektaşiliğin İlgası Sonrasında
Osmanlı Devleti’nin Tarikat Politikaları, İstanbul, Dergah Yayınları, 2013.
Vett, Carl, Tekke Günlüğü, İstanbul, Elest Yayınları, 2004.
Yeni Asır Gazetesi, 16 Ocak 1931.
Yıldız, Zekeriya, Gül Ateş, Sine Ateş, Menemen, İstanbul, Nesil Yayınları,
2013.__