`Komando`nun ölümü...
İsmail ŞAHİN 22 Nisan 2008
70'li yıllarda "komando" denildiği zaman kimilerinin aklına Milliyetçi gençler gelirdi. Bu tanımlama Milletin, kendisiyle aynı kutsala inanan ve aynı kaynaktan beslenen gençliğe duymaya başladığı "sempatiyi" engellemek için geliştirilmişti.
Böylece, 68'liler olarak "romantize" edilen dış kaynaklı sol topluluğa karşı milli bir tavır geliştirmeye çalışan Milliyetçi gençliğin çalışmalarının "militarist" bir çizgide olduğu topluma pompalanmaya çalışılıyordu.
Milliyetçiler kendilerini hiçbir zaman "komando" olarak tanımlamadılar. Komando, Milliyetçi "toparlanma"dan rahatsız kesimlerin Türk Milliyetçileri ile Nasyonal Sosyalizm arasında bir "illiyet" bağı kurmak için geliştirdiği bir kavramdı.
Bu kesimlerin bir diğer iddiası ise, bir takım kamplarda toplanan Milliyetçi gençlerin ideolojik ve silahlı eğitim aldığı idi. Böylece "komando" mizanseni tamamlanmış oluyordu. Tıpkı Mussolini'nin "kara gömleklileri" gibi, tehlikeli, silahlı bir örgütlenme Türkiye'nin kafasına çökecekti. Bunlara karşı uyanık olmak lazımdı...
Halbuki bu "kamplarda" gençlere Milli ve manevi eğitim veriliyordu. Gençler, "dış kaynaklı" tehlikelere karşı fikri olarak "dirençli" hale getiriliyordu. Bu eğitim, uçurumun kenarına sürüklenmekte olan dönemin Türkiye'sinde çok önemliydi. Milliyetçiler bunun farkındaydı, tabii ki muarızları da...
Nitekim o "kamplardan" yetişen gençler, 70'li yıllarda "komunist", 80 ve 90'lı yıllarda "müstemlekeci" olarak tanımlayabileceğimiz Milli iradeyi dış güçlere "ipotek" etme karakterinde birleşen hareketlere karşı Milli bir direnç noktası oluşturmuşlardır.
Bu yüzden tehlikeli, militaris, şiddetsever; hasılı "komando" olarak isimlendirildiler...
O yıllarda, Ülke meselelerine karşı "milli" bir tavır sergileyen herkes "Komando" olarak damgalanıyordu. Komando olmanız için, meşhur "komando" kamplarında "eğitimden" geçmenize gerek yoktu. Ülke meselelerinde Milletin "cenahında" bulunmaz yeterliydi...
Böyle bir ortamda, CHP'nin dünya eğitim literatürüne geçen "mucizevi" 48 günde öğretmen yetiştirme "projesine" muhalefet eden dönemin Milli Eğitim Bürokratlarından Ayvaz Gökdemir'i tanımlayacak kelimenin "komando" olması mukadderdi.
Aslında, Ayvaz Gökdemir'in "komando" sınıfına dahil olması için yeterince "sabıkası" vardı. CHP'nin, ancak kabile devletlerinde görülebilecek öğretmen yetiştirme politikasını eleştirmesi sadece vurguyu güçlendiriyordu. Gökdemir Milliyetçi Cephe hükümetleri döneminde yaptığı Öğretmen Okulları Genel Müdürlüğü görevindeki "icraatları" ile kara listeye zaten girmişti. Gökdemir'in bu görevi sırasında Milliyetçi gençlere karşı gösterdiği hassasiyet bazı kesimleri ziyadesiyle rahatsız etmişti.
Bu rahatsızlık ömrü boyunca peşinden gelecek "Komando Ayvaz" nitelemesinin toplum hafızasına yerleştirilmesi sonucunu doğurdu. Ayvaz Gökdemir'e kendilerince hakaret etmek isteyen kesimler en ufak fırsatta Gökdemir'in "komando" sıfatını manşetlere taşıdılar. Fakat millet, Gökdemir'i "Komando" ismiyle sevdi.
Bir de, 1995'teki icraatıyla...
O zamanlarda da tıpkı bugünkü gibi ülkeye "komiserler" gelip gider, ülkeyi denetlerdi. Hoş, henüz kimse eli cebinde Anıtkabir ziyareti yapamazdı.
AB temsilcilerinin Güneydoğu'ya gidip yara kaşıması ve hatta ellerinde megafonlarla eylem organize etmeleri o zaman DYP'de siyaset yapan Gökdemir'i rahatsız etmiş, Türkiye'den bir takım taleplerde bulunan Caludia Roth ve sürekasına hitaben şu "veciz" açıklamayı yapmıştı: "3 fahişenin istediğini yapacak değiliz!"
Milletin vicdanının sesi olan bu "şahsiyetli" çıkış ne acıdır ki, Türk mahkemeleri tarafından cezalandırıldı. Gökdemir, bu sözleri yüzünden o dönem için hatırı sayılır bir tazminata mahkum edilmişti.
Ayvaz Gökdemir daha sonraları bu durumu "Beni korkutamadılar, devleti korkuttular." şeklinde yorumlamıştı.
Zamanın medyası bu olay sonrası Gökdemir'e "hücum" etmiş ve her zamanki gibi "komando" geçmişini gözler önüne sermişti: Devrimci öğretmenleri sürgünlere yollayan, Milli eğitimdeki "faşist" örgütlenmenin sorumlularından, vesaire...
Merhum Dündar Taşer, "Biz BOZKURTLAR demiştik. Halk komandolar dedi. İş sözde değil özdedir." diyerek "komando" meselesini kırk yıl önce vuzuha kavuşturmuştu. Fakat, Milliyetçiliği bütün kötülüğün kaynağı gibi göstermek isteyenler "sembol"ün "vasat akıl" için önemini biliyorlardı; bu yüzden "komando" efsanesinin yaşaması lazımdı...
Bu "sembolik" öneme binaen Ayvaz Gökdemir ve onun nesildaşları ile ilgili iddialar ortaya atılırken "komando" sıfatı hep önde tutuldu. Bu insanların Türkiye için yaptıklarının tam bir "kötülük" arzetmesi için "komando" olarak isimlendirilmeleri yeterliydi. Onlara göre, bu insanların yaptığı "şey" kültürel veya siyasi bir faaliyet değil "tedhiş" idi...
Fakat her nasılsa, ülkeyi kana bulayan "kahramanlar" Gökdemir'e "komando" diyerek güya hakaret eden insanların "arkaladıklarının" arasından çıktı...
"Komando" hikayesi, muarızlarının "efsane"leşmesine katkıda bulunduğu kahramanların hikayesine benzer. Eğer Milliyetçilere diş bileyenler bu insanlara böyle "saldırmasaydı", "komandoların" yaptıkları topluma bu kadar çabuk yayılmazdı.
Hasılı, millet, Ülkücülere güya "komando" diyerek hakaret etmek isteyenlerin "yazdıklarını" tersten okuyarak oyunu bozmuştur.
Bu "tersten" okuma "Komando Ayvaz"ın Ayvaz Gökdemir'den daha çok sevilmesinin sebeplerindendir.
Ayvaz Gökdemir bugün bir kez daha "endişe" ile seyrettiğimiz "şer" cephesine karşı Milli değerleri el üstünde tutmuş bir avuç insanın arasında başlattığı yürüyüşünü bugün (21 Nisan) binlerin ellerinin üzerinde tamamlayacak...
O, etrafımızda çok az kalmış "komando"ların son temsilcilerindendi.
Tıpkı kendisinden önce terk-i mekân eyleyen nesildaşları gibi "iyi adam"dı, iyi şeyler yaptı; bizler, onların açtığı yoldan gelenler, onlardan razıyız...
Allah'da onlardan razı, ruhları şad, mekanları cennet olsun...