« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

01 Şub

2016

Abdi İpekçi suikastı

01 Ocak 1970

Dönemin Milliyet Gazetesi genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi'nin 1 Şubat 1979'da suikastçi Mehmet Ali Ağcatarafından öldürüldüğü saldırıdır.

Olay öncesi
1979 yılında Türkiye hem siyasi hem de ekonomik olarak karışıklar içindeydi. Sokaklarda aşayişi askerler sağlamaya başlamıştı. Hayat pahalılığı, elektrik kesintileri ve temel gıda ürünlerinin piyasada yeteri kadar bulunamaması terör faaliyetlerini tetikler duruma getirmişti.

Gazeteci Abdi İpekçi, dönemin CHP başkanı ve başbakanı Bülent Ecevit ile ana muhalefet partisi Adalet Partisi'nin başkanı Süleyman Demirel'i bir araya getirip siyasi çıkmazın bir an önce son bulmasını istiyordu.

Abdi İpekçi 31 Ocak 1979 tarihinde Ankara'ya gitti. 1 Şubat günü saat 10:00'da Başbakan Bülent Ecevit ile görüştü. Aynı gün saat 16:40 İstanbul dönüş uçağına bindi. Aynı uçakta iş adamı Sakıp Sabancı ile yan yana oturdular. İkili uçak İstanbul'a inene kadar sohbet edip ülke gündemini konuştu. Abdi İpekçi Yeşilköy Havalimanı'nda ana muhalefet lideri Süleyman Demirel'i aradı. Abdi İpekçi'nin Bülent Ecevit'e yakınlığını eleştiren Süleyman Demirel Abdi İpekçi'ye 'Bülent Ecevit'e gösterdiğin yakınlığın onda birini bana gösterseydin Türkiye'nin taşı toprağı altın olurdu' şeklinde bir açıklama yaptı. Bu durum Bülent Ecevit ile Süleyman Demirel'i bir araya getirmeye çalışan Abdi İpekçi'yi siyasi krizin son bulması açısından ümitsizliğe soktu.

Havaalanından çıkan Abdi İpekçi Cağaloğlu'nda bulunan Milliyet Gazetesi binasına gitti. O sırada Ayetullah HumeyniParis'ten İran'a dönmüş ve devrim hareketlerini başlatmıştı. İran kargaşa içerisindeydi. Abdi İpekçi gazetenin yazarlarından Sami Kohen'i çağırıp İran gündemi ile ilgili görüş alış verişinde bulundu. Sami Kohen 'İran'da Beklenenler' adlı yazısının son halini tamamlayıp Abdi İpekçiye gösterdi ve onayın ardından yazısını baskıya gönderdi.

Aynı günün akşamı Abdi İpekçi gazetenin sahibi Ercüment Karacan ile akşam yemeğinde buluşup hem Sakıp Sabancı görüşmesini hemde Ankara izlenimlerini anlatacaktı. İşten çıkmadan kısa bir süre önce Abdi İpekçi gazetenin yazı işleri müdürü Hasan Pulur ile görüşüp 'o mavi dosya ne oldu' şeklinde soru iletti. Mavi dosya bir kaçakçılık dosyasıydı ve gündemi meşgul eden konular arasındaydı. Hasan Pulur'dan çalışmalar devam ediyor bilgisini aldıktan sonra eşini arayıp hazır olup olmadığını sordu. Hazırım cevabının ardından eşyalarını hazırlayıp ofisini terketti.

Olay anı


Saat 19:30 sularında gazete binasından çıkan Abdi İpekçi arabasına bindi. Teşvikiye semtinde bulunan evinden eşi Sibel İpekçi'yi alıp gazetenin sahibi Ercüment Karacan'ın Arnavutköy'deki evinde akşam yemeği yiyeceklerdi. Abdi İpekçi 34 SL 001 plakalı açık mavi BMW marka aracıyla önce Karaköy, Kabataş yönünden Dolmabahçe'ye ulaştı. Buradan Taksim'e oradan da Nişantaşı'nda bulunan Emlak Caddesi'ne (şimdiki adı Abdi İpekçi Caddesi) geldi. Hafif bir yağmur yağıyordu trafik az da olsa sıkışık durumdaydı. Abdi İpekçi'nin evi Teşvikiye Karakolu'nun bulunduğu Bostan Sokak'taydı. İpekçi Emlak Caddesinin karakol dönüşünden içeri sapıp evine ulaşacaktı.

Evine yaklaşık yetmiş metre kala trafik durma noktasına gelmişti. Saat 20:15 civarıydı. Abdi İpekçi'nin arabasına ön taraftan yaklaşan saldırgan önce otomobilinin camında delik açtı ardından otomatik silahla açılan delikten Abdi İpekçi'ye beş el ateş etti. İlk iki kurşun İpekçi'nin sağ koluna isabet etti. İpekçi sol eliyle silahın namlusuna hamle yapmak istedi ancak başaramadan saldırgan üçüncü kez ateş etti. Üçüncü kurşun Abdi İpekçi'nin cebindeki kalemi parçalayıp kalbine saplandı. Bu öldürücü darbenin ardından saldırgan iki el daha ateş edip kendisini bekleyen arabaya doğru kaçmaya başladı. Kontrolden çıkan Abdi İpekçi'nin aracı ise kaymaya başladı ve cadde dönüşünde bulunan aydınlatma direğine çarparak durdu.

Otomatik silah seslerini o sırada Abdi İpekçi'nin evinde bekleyen eşi Sibel İpekçi ve gazeteci Leyla Umar'da duydu. Sibel İpekçi 'Abdi'yi vurdular şeklinde bir ifade kullanarak kendini panikle dışarı attı. İkili birlikte olay yerine geldiklerinde kalabalık bir topluluk arabanın etrafını kuşatmış polis ise incelemelerde bulunuyordu. Polis, ilk yapılan kontrollerde Abdi İpekçi'nin henüz hayatını kaybetmediğini belirleyip Şişli Etfal Hastanesi'ne kaldırdı. Ancak Abdi İpekçi burada yapılan tüm müdehalelere rağmen kurtarılamadı.

Suikast sırasında Mehmet Ali Ağca'nın üzerinde siyah kumaş pantolon, siyah ayakkabı,yakalı kazak ve açık renkli pardesü vardı. Ağca olay yerine beyaz Anadol marka bir otomobil ile gelmişti. Aracı kullanan kişi polis ifadesinde cinayet işleneceğinden haberim yoktu diyen Yavuz Çaylan'dı. Mehmet Ali Ağca indikten sonra Yavuz Çaylan aracı o zamanın ünlü restoranlarından biri olan Ruje Nuar'ın önüne park edip beklemeye başladı. Ağca zaman zaman caddenin karşı kıyısına geçip Abdi İpekçi'nin aracının gelip gelmediğini kontrol ediyor ardından tekrar bekleme noktasına geçiyordu. Bu şüpheli hareketleri etrafta bulunan vatandaşların dikkatini çekmiş bu nedenle etkili bir eşgal profili çıkarılabilmiştir.

Mehmet Ali Ağca'nın ifadesine göre birinci planda Abdi İpekçi'nin kaçırılıp başbakan Bülent Ecevit'e şantaj yapılması hedefleniyordu. Ancak bu planın neden işlemediği henüz açığa kavuşmadığı gibi bazı otoriteler katilin soğuk hava ve uzun bekleme süresi nedeniyle stres içine girdiği ve bu nedenle ateş etme yolunu seçtiğini belirtmektedirler.

Suikast sonrası Mehmet Ali Ağca kendisini beklemekte olan Anadol marka araca binerek olay yerinden uzaklaşmıştır. Araç Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nun üzerinde bulunduğu cadde üzerinden önce Taksim'e ardından da Unkapanı yönüne gitmiş daha sonra gözden kaybolmuştur.

Olay sonrası
Abdi İpekçi'nin öldürülmesi Türkiye'de büyük bir infiale neden oldu. Dönemin Hürriyet gazetesi sahibi Erol Simavi'nin önerisi ile 2 Şubat 1979 tarihinde gazeteler siyah başlıklarla çıktılar. Polis her yerde katili aramaya başladı. Katili bulana 6 Milyon TL ödül verileceği duyuruldu. Gazete ve dergilerde katilin bulunmasına yönelik boy boy ilanlar yayınlandı. Aynı dönemde bazı gazetecilere korumalar tahsis edilirken gazete merkezlerinde güvenlik üst seviyeye çıkarıldı. Birçok gazeteci iş çıkış saatleri ve eve gidiş güzergahlarını değiştirirken yine birçok önemli gazeteci güvenlik gerekçesiyle yıllık izne çıktılar.

Her ne kadar 1970'li yılların sonu terör faaliyetlerinin zirvede olduğu bir döneme denk gelse de Abdi İpekçi'nin öldürülmesi birçok kesimde büyük bir şaşkınlıkla karşılanmıştı. Çünkü İpekçi herhangi bir ideolojiyi temsil etmekten çok uzlaştırıcı kimliği ile tanınan bir gazeteciydi.

İstanbul polisinin bu suikast için özel olarak kurduğu ekip çeşitli yerlere baskınlar düzenlemeye başladı. Farklı bölgelerde eş zamanlı aramalar yapıldı. Bu aramalar sırasında, daha sonra Mehmet Ali Ağca'nın arkadaşı olduğu anlaşılan bir kişinin evinde sayfasının yarısı yırtık bir telefon rehberi bulundu. O dönem ki telefon rehberlerinde adres sahibinin krokileri de yayınlanıyordu. O yırtılan sayfada Abdi İpekçi'nin evinin krokisi vardı. Bu durum cinayetin aydınlatılması yönünde önemli bir adım oldu. Evinde arama yapılan kişinin vasıtasıyla çember iyiden iyiye daraltıldı. Zaten robot resimleri ile eşgali tespit edilen Mehmet Ali Ağca suikasttan 5 ay sonra 25 Haziran 1979'da İstanbul Bab-ı Ali'de bulunan tarihi Küllük Kıraathanesi'nde kağıt oynarken yakalanıp ceza evine kondu. Ağca'yı yakalayan polis memuru henüz 37 yaşında olmasına rağmen bilinmeyen bir sebeple emekli edildi.

Mehmet Ali Ağca'nın polis ifadesi
Yakalanan Mehmet Ali Ağca içerde basın mensuplarınında bulunduğu polis ifadesinde şu açıklamaları yaptı; 'İsyan ettiğim için öldürdüm hükümete karşı değil düzene karşı olduğum için öldürdüm açıklacağım tek şey silahlı sağ veya sol eylemci olmadığım, bağımsız tek başına terörist olduğumdur. Kesinlikle hayatımda hiçbir siyasal kuruluşa üye olmadım.' Suikasti ısrarla tek başına işlediğini söyleyen Mehmet Ali Ağca isim vermekten çekinmiş ve ilk etapta olayın kişisel bir mesele gibi algılanmasını istemiştir.

Sonraki gelişmeler


Mehmet Ali Ağca Abdi İpekçi'yi öldürdüğü gün 21 yaşındaydı. Malatya'lı yoksul bir ailenin oğluydu. İstanbul Üniversitesi ikinci sınıf öğrencisiydi. Polis'in yaptığı araştırmalara göre suikastte tetikçi olarak kullanılmıştı. Cezaevinde 6. ayında beklenmeyen bir açıklama yaparak tüm suçlamaları reddeti. Eğer mahkemeye çıkarsa her şeyi açıklayacağını deklare etti. Bu açıklama bazı çevrelere mesaj olarak algılanırken çok geçmeden Mehmet Ali Ağca Maltepe Askeri Cezaevinden üzerinde asker elbisesi ile firar etti.

Bu firar ile ilgili yıllar sonra açıklama yapan Mehmet Ali Ağca eğer içerde kalsaydım bu durum bazı çevreler için yenilgi olacaktı bu nedenle firar ettirildim dedi.

Firar eden Mehmet Ali Ağca kısa aralıklarla İstanbul'un değişik bölgelerinde saklandı. Mümkün olduğunca sabah vakitlerinde dışarı çıkarılmıyor ihtiyaçları aracılar vasıtasıyla sağlanıyordu. Kaçak hayatı yaşadığı süre içerisinde geceleri geç yatıyor sabahları saat 8-10 arasında uyanıyordu. Eve devamlı gazete alınırken Ağaca'nın sıkılmaması için yanında video cihazı ve filmler taşınıyordu. Çoğunlukla zamanını geçirdiği odanın kapısında birileri nöbet tutuyor gelen haberlere göre mekan değiştirmesi sağlanıyordu. Yaşadığı bu hayattan sıkılan Mehmet Ali Ağca bir süre sonra kendisine yardımcı olan kişilerden yurt dışına gönderilmesini talep etti. Bunun üzerine kendisine yeni bir görev tayin edildi. Bu görev sanılanın aksine yurt dışında özgür bir yaşam şekli değil farklı bir cinayet planıydı.

Mehmet Ali Ağca bir süre sonra Milliyet gazetesine telefon etti. Telefonu gazeteci Mehmet Mesci açtı. Telefondaki ses 'ben Mehmet Ali Ağca posta kutunuza bir mektup bıraktım' deyince içerde bir panik yaşandı. Gazete yetkilileri apar topar aaşağı inip posta kutusunda inceleme yaptılar ancak sözü edilen mektubu bulamadılar. Tekrar yukarı çıktıklarında yine telefon çaldı. Arayan yine Mehmet Ali Ağca'ydı ve mektubun posta kutusunda değil çöp kutusunda olduğunu haber veriyordu. Gazetecilerin tekrar inip buldukları mektupta Mehmet Ali Ağca Papa'yı vuracağını ifade ediyordu.

Mehmet Ali Ağca kendisine sağlanan sahte pasaport ile bir süre sonra yurtdışına çıkıp Vatikan'da Papa'yı vurdu. Papa yaralı şekilde kurtulurken Mehmet Ali Ağca ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Uzunca bir süre İtalya'da ceza evinde kalan Ağca daha sonra Türkiye'ye iade edildi. Burada cezasının kalanı çektikten sonra 18 Ocak 2010 tarihinde salı verildi.

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 30810

ulkucudunya@ulkucudunya.com