Standart ne olmalıdır?
Ali Bulaç 01 Ocak 1970
İstibdat rejimleri tabiatları gereği daha çok yayılmak ve derinleşmek ister. Baskı mekanizmasını işletenler buna mecburdur. Çünkü hem daha çok baskıyla tatmin olmak isterler; hem baskının gevşemesi durumunda mağdur olanların öç almasından korkarlar.
İnsanların veya nesnelerin doğası olduğu gibi ideolojilerin ve inanç biçimlerinin de doğası var. Bu Allah'ın ilmi, iradesi ve kudretinden bağımsız mutlak ve ezeli-ebedi bir kötülüğün öz olarak bulunduğu ve çeşitli insanların ya da ideolojilerin doğalarını teşkil ettiği anlamına gelmiyor. Böyle olsaydı, kötülük veya şer dediğimiz fenomen varlık aleminde uluhiyete iştirak etmiş olurdu. Oysa Allah'ın birliği fikri ve inancı demek olan Tevhid, Allah'ın dışında kalan varlıkların tümünü izafileştirir. Üç varlık alanı izafidir: Bilgi, iktidar ve servet. Her üç alanda da mutlaklık sadece Allah'a mahsustur. Bizce kötülük, “iyinin yanlış kullanımı”, yani suistimali sonucu ortaya çıkar. Bu yüzden, zulüm ve haksızlık yapan insanlar ya da insanların sosyal hayatlarını tanzime talip ideolojiler “kötülük yapma” iddialarıyla ortaya çıkmazlar. Onların da iddiaları “sulh, salah ve iyilik”tir. “Onlara yeryüzünde fesat çıkarmayın dendiğinde, biz sadece ıslah ediyoruz, derler.” (2/Bakara, 11.)
İslam bakış açısından, küfür veya şirk, sadece “batıl, akıl-dışı ve saçma” bir inanç değil, doğasında haksızlık ve zulüm ihtiva eden bir ideolojidir de. Allah'a kendi mülkünde isyanı öngören bir düşünce, Allah'ın mahlukatına tabii ki zulmeder, hak ve hukuklarını ihlal eder.
Küfrün devamı zulmün devamını beraberinde getirir. Allah'ın haklarına tecavüzü göze alanlar, hiç kuşkusuz kolaylıkla insanların ve diğer varlıkların haklarına tecavüz etmeye yeltenirler.
Başlangıçta “düşman ilan edilen” bir kesime dönük olsa bile, “düşman kesim” sindirildikten sonra, bir türlü kana doymayan bir vampirin sonraları yakınlarına da yönelmeye başlaması gibi bir şeydir bu. Yüzyılımızın otoriter ve totaliter rejim deneylerinden çıkarılacak en önemli sonuç, baskılara karşı “tek bir standart”la karşı konulması gerektiği hurafesidir. Mesela, diyelim ki, sol düşünceye mensup biri haksızlığa uğradığında, sağ tarafta olanlar susar veya sağdan biri haksızlığa uğradığında sol taraftakiler ses çıkarmaz. İşte bu, haksızlığın kendisine karşı değil, haksızlığa maruz kalana göre standardın belirlenmesi halidir. Oysa sahih dinin öngördüğü tek bir ahlaki ilke vardır. O da, Mazlumder'in kullandığı sloganda ifade edildiği üzere “Mazluma dini sorulmaz!” Zulüm kime yapılırsa yapılsın, zulme uğrayanın dinine veya bir başka kimliğine bakılmaksızın ona sahip çıkılmak ahlaki sorumluluktur. Bu sorumluluk zulmün kendisine karşı çıkmayı gerektirir.
Sahip oldukları düşüncelerin içeriği, bu düşüncelerin meşruiyet dayanağını teşkil eden referanslar ve yöneldikleri amaçlar her ne olursa olsun, bir düşünce sadece düşünce olması hasebiyle ifade edilmeye hak sahibiyse, bu düşüncenin sahipleri tarafından ifade edilme hakkı her kesim tarafından savunulmalı ve bu hakkın ihlal edilmemesi için ortak çabalarla kararlılık gösterilmelidir. İşte bu, ahlaki, evrensel ve üzerinde anlaşma sağlanmış asgari müşterek diyebileceğimiz “tek standart”tır. “Hakaret, iftira, nefreti yayma ve cinayete teşvik, teröre veya iç savaşa davetiye çıkarma” türünden çağrılar tabiatı gereği kapsam dışıdır. Çünkü her ne olursa olsun, hiç kimseye başkasını tahkir etme, şahsi, ailevi veya mesleki itibarını zedeleme, algı operasyonlarına maruz bırakma veya davasını şiddet ve terör yöntemlerini kullanarak savunma hakkı verilmemiştir.
Allah'ın adaleti emretmesine karşılık, adaleti tarif etmemesi manidardır. Zira olayların vukuuna paralel olarak bizler o anda adil olacağız, belirli-somut olay karşısında adalet terazisine başvuracağız. Bu açıdan bizim esas alacağımız tek standart adalettir. Eğer gücü eline geçiren hukuk vaz'edip zulmetme hakkını kendinde görürse, bu teamül olur, ondan sonra gelip de gücü eline geçiren de mukabil zulme başlar, zulmetmeyi kendi hakkı ve yetkisi görür. Bu bir siyasi rejimin başına gelebilecek büyük musibettir.