« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 Şub

2016

MAĞRUR OLMA PADİŞAHIM SENDEN BÜYÜK ALLAH VAR

Kenan Çamurcu 01 Ocak 1970

Bedbaht zalim bir gün ölür gider, fakat Allah'ın laneti üzerinde baki kalır.
Şirazlı Sadi (Bostan)

2006 Şubat'ında İstanbul'daki Azeri Caferi cemaatinin Aşura günü Halkalı'da düzenlediği “Kerbela Matemi” merasimine doğru yürüyorken telefonum çaldı. Arayan kişi Radikal muhabiri olduğunu ve yönettiğim bilgihikmet.com sitesindeki AK Parti eleştirilerimle ilgili haber hazırladığını söyledi.

Sitede entelektüel düzeye titizlenen analizler yayınlıyorduk. Politikacı değildik ve iktidarı yerinden etmeye çalışmak gibi bir gayretimiz yoktu. İktidar eleştirilerimiz de bu çerçevede anlamlıydı. Telefondaki genç muhabire bunu hatırlattım. Zaten yazageldiğim analizlerden birkaç cümle tekrarlayıp konuşmayı bitirdim. Fakat haber manşetten “AKP'ye içeriden salvolar” http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=178294) şeklinde girip Erdoğan'ı iktidarı bırakmaya çağırdığım yazılınca ortalık karıştı. Başka gazetelerde haber tekrarlandı, televizyonlarda okundu vs. O sırada çalıştığım kurumdaki görevime telefon tebliğiyle son verildi.

Bu iktidarın, sırf eleştiri gerekçesiyle işten attığı ilk İslamcı yazar sanırım bu fakir. Üstelik iktidarın hükmettiği ve tahakküm ettiği heryerde işe alınmam imkansız hale getirilerek. Tüccar siyasetin erken iktidar vakitlerinde daha, düşünün. Zulmün, adeta başka itirazlar başgöstermesin diye ibret-i âlem muamelesi yaptığı numune oldum.

Ayakkabı kutularında veya kasalarda saklayacak kadar param hiç olmadı, o cesamette parayı kazanmadım da zaten. O yüzden işten atıldığım an ailem kör kuruşa muhtaç oldu. Küçük çocuklarım işten atıldığımı işitip de endişelenmesin diye onlara günlerce televizyonda haber seyrettirmedik. O sırada sekiz yaşında olan kızımın, işten atıldığımı kazara televizyondan öğrendiğinde korku içinde bana dönüp “Baba biz şimdi ne yapacağız?” deyişini hiç unutmadım.

İşten atılmanın üstüne, 2006 Ramazan'ının bitmesine iki gün kala geçirdiğim kalp krizi geldi. Acilen yakındaki özel hastanede anjiyoya aldılar. Kalbim durdu, güç bela geri döndürdüler. Ameliyata alacaklardı, ama paramız yoktu, durdurdular. Hanımın ricasıyla Muharrem Usta araya girdi, fiyatı yarıya indirtti, borç harç bypass ameliyatı oldum. Zor ve sıkıntılı günlerdi.

Bana ve aileme bunları yaşatan muktedirlerin bir kısmı, kıt kanaat imkanımı hiç çekinmeden paylaştığım, şimdi iktidar halesinin çekirdeğinde güç teşhir eden eski dostlar. Yaşadıkları ruh çürümesinin geometrik artışına, ilerleyen senelerde nice insana yaptıkları kötülüklerle tanık olduk. 2011'den bu yana ise artık kötülüğün bedenlenmiş haline dönüştüler.

Yavuz Selim'in teatral “mağrur olma padişahım senden büyük Allah var” seremonisini cep telefonuna açılış mesajı yapıp yadeden zamane muktediri, tıpkı sünnetine tabi olduğu Sultan gibi, hakiki manayı kastedenleri acımasızca imha ediyor. Yavuz'un o cümleyi hakiki manada söyleyenler için taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmama iştiyakını vakanüvislerin şehvetle detaylandırdığını kayıtlarda görüyoruz değil mi?

Barış Bildirisine imza attığı için İstanbul Ticaret Üniversitesi’ndeki görevine son verilen Halil İbrahim Yenigün'ün açıklamasını okuduğumda on sene öncesine dönüverdim. Yenigün, 1980’de şehid edilen merhum Sedat Yenigün’ün de oğluymuş. Solcular ve laikler Sedat öğretmeni pek bilmez. Kıdemli İslamcıların hatıra defterindeki yeri çok mühimdir.

Sedat öğretmenin oğlu, ona hakaretler eden ve açlıkla terbiye etmeyi deneyen muhafazakar muktedirlerin tehditlerine şöyle cevap vermiş:

“İnsanlık ve Müslümanlık geçmişimden aldığım ahlâk ve adalet ilkeleri gereği iktidara hakikati söylemek ile hakikate ve adalete şahitlik etmek herhangi bir rızık endişesiyle veya cezaî takibat tehdidiyle vazgeçebileceğim değerler değildir. Ellerindeki otorite ve malları iktidar ve servet sahipliği şeklinde yanlış bir biçimde telakki edenlere şunu tekrar hatırlatmak isterim ki Rezzak ve Mâlik olan Allah’tır. Kendilerine rızık ve mülkten bir kısım verilmiş olanlar asıl Mülk ve Rızk sahibini unutmasınlar; çünkü hesap günü sandıklarından daha da yakındır.”

Malik ve rezzakın sadece Allah olduğuna itikattan vazgeçmemiş mümini aç bırakmakla tehdit etmenin tehdit edilene hiç etkisi ve zararı olmaz. Ama bunun zulmün sahibine ilahî azap ve gazap olarak döneceğinin Kur'an'da da, Hadis-i Nebevî'de de pek çok şahidi var. O sebeple böyle durumlarda, rablığa yeltenen tuğyana Hz. İbrahim gibi sakince meydan okuruz: “Benim rabbim güneşi doğudan getiriyor, hadi sen de batıdan getir.” (Bakara 258).

Hakaret kartelasından her gün bir yenisine hedef yapılan akademisyenler arasında başörtüsüne özgürlük isterken kahraman ilan edilip omuzlara alınanlar da var. O kahramanlara şimdi hain diyorlar. İyi de bu vicdansızlık, izansızlık, insafsızlık ve merhametsizliği Allah çarpmaz mı? Vallahi de, billahi de çarpar. Çarpacak, göreceğiz.

IŞİD'çiler Türkiye'nin şehirlerinde üzerlerine giydikleri veya taşıdıkları bombalarla serbestçe dolaşıyorken savaş karşıtı bildiri yayınlayan akademisyenleri işten atıyor veya gözaltına alıyorlar. Bildiri yayınlamayı teröre destek olmakla suçladılar. Bu, ifade özgürlüğüne girmezmiş.

Ömrümüzün büyük bölümü devlete “laikliğin tarifini yap” demekle geçti. Şimdi tüccar siyasetin mimarlarına “ifade özgürlüğünün tanımını yap” demekle meşgulüz.

Dünyanın ifade özgürlüğünü nasıl anladığını bir kenara bırakıp muktedir tüccar siyasetin kendi tarifini yapmasını talep ediyoruz. Çünkü neyin suç olduğunu bilemez hale geldik. Sürekli tarifin ve kuralın değiştiği siyasi rejime hukukîlik değil, keyfîlik yakıştırılır. Kural sabit olmazsa suç nasıl tespit edilecek? Yeşilçam filmindeki IV. Murat karakteri gibi: Kadehi ağzına götürürken içki yasağını kaldırıp masaya bıraktığında yasağı geri getiren muhafazakar.

Hz. Peygamber 7. yüzyılda Medine'de, kendisi dahil, herkes için bağlayıcı bir üst metin akdetmişti. 1400 sene sonra cahiliye keyfîliğine geri döndük.

Eski Türkiye'nin sahipleri laisistlerle de, yeni Türkiye'nin sahipleri muhafazakarlarla da Türkiye kapalı rejim. Sadece nema havuzunun başındakiler değişti. İktidarın yalağından şapırdatarak nemalananların sınıf atlamak için el etek öptüğü talihsiz vakitler bunlar.

Bizim diyar, ister laik, ister muhafazakar olsun devletin merhametsizliğiyle maruftur. 1915, 6-7 Eylül, Kara Cuma ve başka utançlarla yoğrulmuşuz. Buraların merhameti menkıbe senaryosudur sadece.

Tüccar siyaset, karanlık tarafta olanların, içlerindeki kötülüğü dışa taşıracakları münbit ortamı oluşturdu. Bunun vebali hiç kuşkusuz fecidir. İslam, kötülüklerin ortaya çıkma cesaretinin kırılıp iyiliklerin fışkırmasını teşvik eder. Galiba muhafazakarlık bunun için hem siyaset, hem de toplumsal hayatta İslam'ı seyreltti.

Muhafazakarın dinliliği, “beyan asıldır” protokolü gereği ve yalnızca sosyolojik. Yoksa fiilen ve davranışsal bakımdan dinliliğin ve dindarlığın haysiyetini andıran emarelere pek rastlamıyoruz. Dindarın tanımlayıcı vasfı günah duygusuna sahip olmasıdır. Günah duygusundan tamamen arınmış muhafazakarlar dinli görünüyor sadece.

Kesin olan şu ki, tüccar siyaset muhitinin marazı “Allah'ın seçilmiş kavmi” psikozu. Ne halt işlerlerse işlesinler ilahî adaletin hesap sormayacağını sanıyorlar. Tabii ki yanılıyorlar. Diğer yanılanlar gibi, Allah'ın huzurunda başları eğik, “Ne olur bizi geri gönder de iyilik yapalım” diye yalvaracakları sahne (Secde 12) 'eskilerin masalları' değil. Böyle ayetlerle karşılaştıklarında Muaviye gibi, ayetin filan toplulukla ilgili olduğu, kendisini ilgilendirmediğiyle avunmanın asla kurtarmayacağı akıbet ve ukubat tablosu o.

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 49818

ulkucudunya@ulkucudunya.com