TÜRKİYE, PYD VE SURİYE KÜRTLERİ
Sedat Laçiner 01 Ocak 1970
Gelişmiş bir devlet, çevresindeki ülkelerde yer alan etnik, dini ve siyasi grupları en ince ayrıntısına kadar çalışır. Üniversiteler, araştırma merkezleri ve benzeri kurumlar bunun için vardır. Köklü devlet geleneğiyle övünen Türkiye’nin de komşularındaki demografik yapıyı iyi çalışması, geçmişini ve mevcut durumunu bilmesi gerekirdi. Ancak gerçekler bu idealin çok uzağındadır.
1990’ların başında Irak karışınca, Irak Kürtlerinin Türkiye için ne kadar stratejik önemde olduğunu gördük. Ancak aynı zamanda Türkiye’nin Irak Kürtleri, Türkmenleri ve Arapları konusunda ne kadar büyük bilgi eksikleri olduğunu da öğrendik. Ne yazık ki 1. Körfez Savaşı’ndan 2003 Irak İşgali’ne kadar geçen sürede Türkiye Irak ve Kürtler konusunda bilgi açığını kapatamadı.
Irak’ın işgalinden sonra Kürtler kuzeyde devletleşme sürecine girdiler ve bu süreç hala devam ediyor. 2005’de ben Ankara merkezli bir düşünce-araştırma merkezi olan USAK’ın başkanlığı görevini yürütüyordum. Devletin Irak ve bölge konusundaki bilgi ve görüş eksikliğine yakından şahit oldum. Benzeri sıkıntılar Suriye ve İran konularında da yaşanmasın diye o günlerde USAK olarak bir karar almıştık. Bu bağlamda Suriye ve İran Kürtlerini araştırmak için bir çalışma programı başlattık. Suriye Kürtleri üzerine kapsamlı bir rapor çıktı ortaya, bir de makale. O raporu zaman içinde geliştirdik ve devletin ilgili birimlerine ve akademik dünyanın önemli isimlerine gönderdik. Hatta genele hitap eden haliyle raporu internete de koymuştuk.
O rapor dağıtılırken devletin önemli kademelerindeki bazı isimlerin “Suriye’de de mi Kürt varmış” diye şaşırdıklarını hatırlıyorum... İşte o Kürtler ile biz bugün savaşın eşiğindeyiz. Türk topları, Suriye’li Kürtlerin liderliğini yapan PYD/YPG güçlerini vuruyor.
O günlerde pek de ilgi görmeyen Suriye Kürtleri Raporumuz dikkate alınsaydı, o raporun üzerine yenileri hazırlanıp, güçlü bir Suriye Kürtleri politikası inşa edilseydi, bugün çok farklı bir manzara ile karşı karşıya olurduk.
Bu bağlamda Türk devletinin en önemli dış politika sorunlarından bir tanesi bilgi ve fikir zayıflığı ise, bir diğeri de, yine bununla bağlantılı olarak geç kalmaktır.
O günlerde Suriye Kürtleri arasında PKK’nın etkisi çok zayıftı. Bunun bir nedeniEsad’ın zamanında PKK’nın Kürtler arasında Suriye topraklarında güçlenmesine müsaade etmemiş olmasıydı. Bir diğer neden ise bölge Kürtlerinin geleneksel yapısı ve kendilerini PKK’dan çok Barzani’ye yakın hissetmeleriydi.
PKK’nın Suriye Kürtlerine hâkim olamamasında bir diğer neden olarak ise Kürtlerin silahlı hareketlere sıcak bakmaması gösterilebilir. Arap Baharı’na kadar Suriye Kürt önderleri daha barışçıl yöntemleri savunuyorlardı.
Türkiye, Esad’la da arasının iyi olduğu 2011 öncesinde Suriyeli Kürtlere büyük yatırım yapmalıydı, onlarla temaslarını güçlendirmeliydi. Ancak bu yıllarda Suriye-Türkiye ilişkileri daha çok ticaret alanında gelişti, diğer boyutlara yeterince önem verilemedi.
Arap Baharı ve sonrasında ise PKK, bilinçli ve sistemli bir program dâhilinde Suriye Kürtlerinin barışçıl kanaat önderlerini devre dışı bıraktı. Bu süreçte bazıları korktu geri çekildi, bazısı ise fiziksel olarak ortadan kaldırıldı. PKK’nın Suriye Kürtlerine hâkim olma kampanyasını en iyi Barzani anladı ve buna karşı koymak için özel bir çaba gösterdi, ancak buna gücü yetemedi.
İşte, Türkiye en geç bu safhada bir şeyler yapabilirdi ve Suriye Kürtlerini daha makul ve işbirliğine açık önderler arkasında toplayabilirdi. Bu konuda Barzani ile işbirliği de yapılabilirdi.
2012 sonrasında ise artık pek çok şey için geç kalınmıştı. Bundan sonra atılacak her adımın maliyeti daha fazlaydı. 2013 yılında ve sonrasında Suriye’deki gerçekleri, PKK’nın bu ülkeye güçlü bir şekilde sızdığını yazdım, söyledim. 5 Şubat 2013 tarihinde Star gazetesindeki yazımın başlığı “PKK Suriye’ye yerleşirse” idi. Ve dediğimiz oldu, PKK Suriye'ye fena halde yerleşti...
Herkes, Çözüm Süreci’ne büyük ümitler bağlarken ben ve birkaç kişi PKK’nın değişmeye niyetinin olmadığını, örgütün en iyi ve güçlü militanlarını Suriye’ye kaydırdığını defalarca söyledim. Ancak bu uyarılarımız Çözüm Süreci’ne ve Hükümete eleştiri olarak algılandı ve kötü olan ben oldum.
Çözüm Süreci boyunca Türkiye, Suriye’de PKK faaliyetlerine ve PYD’nin Suriye Kürtlerine hâkim olması sürecine yeterince müdahil olmadı. Ankara, bunun yerine Esad Rejimi’ni devirmeye odaklandı. O zaman da söyledim, Türk Dış Politikası’nın önceliği başka halkların hak ve özgürlükleri değil, öncelikle Türkiye’nin çıkarları olmak zorundadır. Türkiye’nin Suriye’nin iç işlerine bu kadar çok karışması, Esad karşıtı silahlı muhalifleri çok güçlü bir şekilde desteklemesi hukuki de değildi, gerçekçi de değildi. Klasik dış politika ilkelerindne açık bir sapma olan bu politika sonucunda Türkiye'nin zararına pek çok gelişme yaşanırken, hedeflenen politikalara da ulaşılamadı.
Türkiye, altın değerindeki o yıllarda Suriye’de iç savaşın büyümemesi için ne gerekiyorsa onu yapmalıydı, ama tam tersi oldu. Suriye'nin karışmasına, birçok büyük devletin Suriye'ye yerleşmesine Türkiye'nin izlediği politikalar da maalesef katkıda bulundu.
O yıllarda aynı zamanda Suriye’ye PKK’nın sızmasını önlenmeli, onun yerine daha makul grupların Kürtlere önderlik etmesine yardımcı olunmalıydı. Tüm bunlar yapılırken, Suriye’nin parçalanması ihtimali de göz önünde bulundurulmalıydı ve buna dönük hazırlıklar da eksiksiz şekilde yapılmalıydı. Yani Suriye dağılırsa olası bir Kürt devleti, olası bir Türkmen devleti vs. nasıl olmalıdır, bunun üzerinde çalışılmalıydı.
Burada gözden kaçan bir diğer grup ise Türkmenlerdir. Ne yazık ki Türkiye, 2003 Irak İşgali’nden günümüze Irak ve Suriye’deki Türkmenler üzerine ciddi bir politika geliştiremedi. Türkmenlerin hak ve hukuku yeterince korunamadığı gibi, Türkmenler ile Kürtler arasında olası bir işbirliği-ittifak ilişkisi de oluşturulamadı. Bunun yerine Türk ve Kürt unsurlar birbirlerine düşmanmış gibi algılandı, bu yöndeki sahte algıları güçlendirecek hatalar yapıldı.
2014 boyunca PKK’nın PYD olarak Suriye’nin kuzeyine hakim olduğunu, Rojava üzerinden Güneydoğu’nun karışacağını; PYD üzerinden PKK’nın meşrulaştırılmaya çalışıldığını, meselenin çok ileri bir boyuta geldiğini yazdım durdum. Ama 2014 yazında bile bu sözlerim Çözüm Süreci karşıtlığı ve Hükümete muhalefet olarak değerlendirildi. O günlerde sözde iktidara yakın bazı yazar-çizerler PYD ve PKK güzellemesi yapmaktaydılar. Bugün aynı isimler PKK ve PYD’yi en ağır sözlerle yerin dibine sokuyorlar.
Sözün özü; yıl 2016 ve Türkiye PYD’yi durdurmaya çalışıyor. Oysa köprünün altından çok sular aktı. ABD, Rusya, büyük Avrupa devletleri ve diğer birçok ülke PYD’nin yanında saf tuttu. Yani artık mesele daha zor. Artık PYD ile ilgilenmek daha maliyetli. Üstelik Suriye'de PYD ile ilgili her çalışma, Türkiye’nin içlerine dokunan sinirlere dokunmak gibi. Kuzey Suriye ile Türkiye'nin Kürt Sorunu ve terör sorunları öylesine iç içe geçti ki Suriye'de yanlış hatlara yapılacak ölümcül bir müdahale hiç istenmedik sonuçlar doğurabilir.