Sözün özü
HASAN ÜNAL 30 Nisan 2008
DIŞ güçlerin Türkiye’ye yaptıkları baskılar ve talepleri açısından bir değerlendirme yapıldığında içeride yaşadığımız mücadelenin adı ve adresi açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Mesela daha düne kadar laiklik olmazsa demokrasinin olmayacağını söyleyen AB yetkililerinin, bugünlerde ‘laiklik olmasa da olur, yeter ki sandıktan çıkan iradeye saygı gösterilsin’ demesini nasıl izah etmek gerekir.
Veya kapatma davası vesilesiyle AKP’ye akıl veren (!) içerdeki tercüme büroları ve dışarıdaki çıkar çevrelerinin hep birlikte ‘AB reformlarını yavaşlattın, o yüzden başına bunlar geliyor’ demesi ne anlama gelir? Aynı iç ve dış çevreler ne tür reformlar yapılması gerektiği konusunda da hemen ortaya atılıp, yol gösteriyorlar (!).
Mesele Aslında Çok Açık
Bu çevrelerin hepsinin söyledikleri yan yana getirildiği zaman AB reformları adına 301. maddenin toptan çöp sepetine atılmasını istedikleri; eğer ilk anda bunu yapmak siyaseten mümkün olamazsa, maddenin işlemez hale gelmesini sağlayacak yeni düzenlemeler yapılmasını istedikleri anlaşılıyor. Mevcut Türk Ceza Kanunu AB yetkililerinin de onayıyla büyük bir reform olarak birkaç yıl önce sunulduğu halde şimdi ne oldu da bu maddeden rahatsızlık duyuluyor?
Rahatsızlığın sebebi, Türklüğe hakaret edildiği takdirde savcıların harekete geçip soruşturma açmaları. Bunun yapılmasını istemiyorlar. Aynı madde bir önceki ceza kanununda 159 olarak geçiyordu ve orada soruşturma açılıp açılmaması gerektiği konusunda Adalet Bakanlığının izni gerekiyordu. O zaman AB yetkilileri Adalet Bakanlığının yetkili olmasını yargıya siyasetin müdahalesi olarak görüp buna karşı çıkmışlar ve sonuçta soruşturma açma yetkisi doğrudan savcılara bırakılmıştı.
Aslında son yıllarda 301 maddeden dolayı çok sayıda dava açıldığı iddiası da rakamlar karşılaştırıldığında doğru değil. O halde AB bu maddeye neden takmış durumda? Sebebi açık; çünkü Türklüğe ve Türk milletine soykırımcılar diyerek saldırmak isteyenlere karşı bu madde bir zırh oluşturuyor. Dolayısıyla medya yoluyla yürütülen psikolojik harekat yeterince başarılı olamıyor. AB bundan dolayı rahatsız ve maddenin ya köklü bir şekilde değiştirilmesini ya da tamamen kaldırılmasını istiyor. Ve yeni düzenleme ile yetkinin savcılardan alınıp tekrar Adalet Bakanlığına verilmesine ilk adım olarak razı oluyor.
AP Raporu
AKP’nİn kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne dava açılmasından bu yana dış güçlerin ve bilhassa AB kurum ve yetkililerinin yaptıkları açıklamalar ve girişimler içerde ne tür bir mücadele ile karşı karşıya olduğumuzu ortaya koymuyor mu? Avrupa Parlamentosu bir rapor hazırlıyor. Anayasa Mahkemesi hakimlerine kararlarını hukuk devleti ilkelerine, Avrupa standartlarına ve Venedik Komisyonu’nun tavsiye niteliğindeki kararlarına uygun vermesini istiyor.
Oysa lütfedip kapatma davası ile ilgili iddianameyi okusalar görecekler ki, iddianame tam da Avrupa standartları ve Venedik Komisyonu kararları dikkate alınarak hazırlanmış. Ama neticede adı üstünde bir iddianame. Ne olacağına hakimler karar verecek. Ama hukukun üstünlüğü lafını sürekli kullanan ve kendi ülkelerinde bunu sürekli uygulayan AB ve kurumları, iş Türkiye’ye gelince hukukun üstünlüğünü unutup, tam tersine hukukun katli anlamına gelen müdahaleler yapabiliyor Türk yargısına... Böyle bir hukuk devleti olur mu? Bunu kendi ülkelerinde yapabilirler mi?
Ya aynı raporun Ergenekon soruşturması hakkında istediklerine ne demeli? Çünkü rapora göre bir ‘örgüt’ söz konusu. Oysa bu soruşturma hakkında henüz bir iddianame bile hazırlanmadı. İddianame bir örgütten bahsetse daha doğrusu iddia etse bile bunun varolup olmadığına yargı kurumları karar verecek. Ama AP hemen bir örgüt olduğuna karar vermiş ve bu örgütün bütün uzantılarının içeriye tıkılmasını istiyor.
Nasıl Yorumlamak Lazım?
Bütün bunları nasıl yorumlamak lazım? Avrupa Birliği kendinden geçmiş bir halde bugüne kadar savunduğu ilkeleri nasıl ayaklar altına alır? Refah kapatılırken sesini çıkarmayan dış güçler şimdi neden panik halindedir? Bütün bunlar bir laik-anti laik mücadelesi olsa bu kadar dış güç aynı anda aynı telden çalar mıydı? Aynı anda Barzani’den AB’ye ve oradan Rum-Yunan ikilisine kadar hepsi birden neden AKP’ci oldu?
Dışardan gelen bu net tavırlar, içerde yaşananların sağ-sol veya laik-anti laik mücadelesi olamayacağını gösteriyor. İçerde bazı çevreler hala sağ-sol veya laik-anti laik çerçevesinden bu mücadeleye bakarak halkın kafasını karıştırıyor. Oysa mesele milliler ile gayri milliler arasındaki bir mücadeledir. Refah’ın kapatılmasına karşı çıkmayanların laiklik karşıtı fiillerin odağı olma konusunda muhtemelen çok daha ileri gitmiş bulunan AKP’ye kol-kanat germeye çalışmaları da bundandır. Çünkü Refah milliydi; ama AKP dış güçlerle tam bir teslimiyet ve işbirlikçilik içerisinde. Ekonomiden siyasete her alanda öyle...