Teksesliliğin hâkimiyetini kırmak için...
UFUK SÖYLEMEZ 30 Nisan 2008
TÜRKİYE’NİN en büyük sorunu tek sesliliğin çok seslilik gibi gösterilmesi ve medyadaki tek seslileştirmedir...
Medyayı kontrolleri altında tutanlar şüphesiz bu görüşe karşı çıkacaklardır. Demokrasiden, insan haklarından, özgürlüklerden, farklılıkların zenginlik olduğundan bahsedeceklerdir. Hatta Türkiye’nin hiç bu kadar renkli olmadığından dem vuranlara dahi rastlanabilecektir.
Fakat mesele tam da budur: Çok seslilik edebiyatı Türkiye’nin koyu bir tek seslilik tiranlığı haline geldiğini artık gizleyememektedir. Kalemiyle Türk insanının ve Türkiye’nin kadim çıkarlarını korumaya çalışanlar tasfiye edilmekle kalmayıp marjinalleştirilmektedir. Kurucu ruhu ve değerleri savunan her aydın ne idüğü belli olmayan statükoya hizmet etmekle suçlanmakta, içe kapanmayı ve dünyadan kopmayı istemekle itham edilmektedir.
Antidemokrat yaftası
KENDİ teksesliliklerini çok seslilik diye yutturmak isteyenlerin fütursuzlukları o kadar artmıştır ki, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın Anayasa’dan ve yasalardan kaynaklanan görevini yapması konusunda yasaları açıkça çiğneyerek yorumlarda bulunmakla kalmayıp, kendilerine bunun yanlışlığını hatırlatanlara anti-demokrat yaftasını yapıştırabilmişlerdir. Buna karşılık, giderek bir cadı kazanına dönüşmekte olduğunun açık sinyallerini veren bir operasyonda en temel hakların çiğnenmesine kayıtsız kalınmıştır. Hatta bazıları tarafından neredeyse açıkça savunulmuştur. Durumun vahameti, İlhan Selçuk’un zaten hassas bir seyir takip eden sağlığını bozan ve onu ölüm kalım noktasına getiren göz altına alma ve sorgulama olayıyla, o da ancak kısmen, ortaya çıkmıştır. Kısaca Türkiye, ısrarla çok seslilik görüntüsü verilmeye gayret edilip, bütün büyük değerlerin kendisini kamufle etmek için akıl almaz bir şekilde suiistimal edildiği bir teksesli zorbalık döneminden geçmektedir.
Geleceği tehdit ediyorlar
ÖNÜMÜZDEKİ mesele, kendisini maskelemekte ve olduğundan başka göstermekte iyice maharet kazanmış olanların Türk Milleti’ni ve Türkiye’nin geleceğini iyiden iyiye tehdit eden bu zorbaca tekseslilikleştirmeye direnme ve onunla mücadele etme meselesidir. Gitgide ağırlaşan ekonomik şartlar altında bir hayat mücadelesi veren, gerçek anlamda seçim yapma kriterlerinden gitgide uzaklaştırılan ve bu uzaklaştırma operasyonu da ahlâksız bir popülizmle kamufle edilen bir sosyal vasatta insanımızdan böyle bir mücadeleyi beklemek gerçekçi değildir. Üstelik haksızlıktır. Bunu yapabilecek olanlar ve böylece insanımızın gerçeklerin farkına varmasını sağlayabilecek olanlar sadece ve ancak Türkiye’nin Cumhuriyetçi kurucu ruhuna ve değerlerine samimiyetle bağlı olan donanımlı milli unsurlardır.
Milli unsurlar, Türk insanının, kendi çıkarlarını, geleceğini, onu var eden Cumhuriyetçi kurucu ruhu ve değerleri işitemez hale getiren bu tekseslileştirmeye karşı güçlü bir mücadeleyi başlatmak mecburiyetindedirler. Bu onların kurucu ruha ve değerlere karşı manevi borçları ve sorumluluklarıdır.
Demokratlık maskesi
AYRICA kelimenin gerçek anlamıyla hayatta kalabilmelerinin yegane şartıdır. Çünkü bu demokratik mücadeleye girişmedikleri takdirde sadece kendi seslerini ve mesajlarını duyuracak bütün araçların ortadan kaldırılmış olmasının acısını yaşamakla kalmayacaklardır. Bütün kulakların onların seslerine ve mesajlarına bir şekilde kapatıldığını göreceklerdir. Son Sabah ve ATV operasyonu bunun açık bir kanıtıdır.
Peki mücadelenin yolu ve yöntemi nedir? derseniz, bu sorunun cevabı hiç olmadığı kadar kolaydır, kolaylaşmıştır: Türkiye’de siyasi mücadelenin tek ekseninin artık milli-gayrı milli ayrımı olduğunu kavramak ve bu kavrayışın temel gerekliliğini yerine getirmek: Milli unsurların Türkiye’yi demokratlık maskesi altında zorbaca bir tekseslileştirmeye götürenlere karşı Cumhuriyet paydasında, kayıtsız-şartsız bir araya gelmeleri zamanı çoktan gelmiştir. Aksi halde yarın gerçekten çok geç olacaktır.