« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

07 Mar

2016

YUSUF AKÇURA'NIN HAYATI VE FİKİRLERİ

Sayim Türkman 01 Ocak 1970

Yusuf Akçura, 1876 yılında Volga kıyısında bulunan Simbir şehrinde

dünyaya geldi. Babası Hasan Beye ait çuha fabrikaları Rus ordusuna

kaputluk kumaş imal ettiğinden varlıklı bir aileye mensup idi. Yusuf, çocuk

yaşta babasını kaybetti. Bu yüzden fabrikalann ağır yükü annesinin

omuzlanna yüklendi. Yusuf, altı yaşındayken annesi kızakla kaza geçirince

yatalak oldu. Doktorların tavsiyesi ile 1883 yılında annesi ile birlikte Odesa

üzerinden İstanbul'a geldiler.



İlkokulu ve bunun ardından " Askeri Rüşdiye"yi bitirdikten sonra

Pangaltı'ndaki Harbiye Mektebi'ne yazılan Akçura, 1897 yılında Kurmay

Subay oldu. Jön Türklerle ilişkileri yüzünden tutuklanıp Harp Divanının

kararı ile askerlikle ilişkisi kesilerek Fizan' a sürüldü. Ancak bir süre sonra

Trablusgarp'ta rütbeleri geri verilerek göreve başladı. Bir yıl aradan sonra,

1899'da kaçarak Fransa'ya yerleşti.2 Yusuf Akçura ve arkadaşı Ahmet Ferit,

birlikte Paris'e geldikten sonra "Serbest Ulûmu Siyasiye Mektebi"ne

kaydoldular. Her ikisi de burada ünlü tarihçi Albert Sarel ve Emil

Bautmey'den ders alarak batı kültürünü de yakından inceleme imkânı

buldular. Yusuf Akçura, bitirme tezi olarak hazırladığı "Osmanlı

İmparatorluğu Müesseselerinin Tarihine Ait Bir Tecrübe" adlı çalışmasıyla

1903 tarihinde üçüncülükle bu okuldan mezun oldu.3



Öğrenimini tamamladıktan sonra Kazan'a amcasının yanına giderek,

burada Muhammediye Medresesi'nde tarih edebiyatı derslerinde

öğretmenlik yaptı. 1905 Rus Parlamentosunda Duma'nın kurulması üzerine,

Türklerin burada nüfusları oranında temsil edilmesi için çalışmalar yaptı.

Türk ileri gelenleri ile temas kurarak," Rusya Müslümanlan İttifakı" adlı

siyası bir partinin kurulmasına öncülük etti. Daha sonra bu Partinin ileri

gelenlerinden olan Yusuf Akçura, Türkçü1ük konusundaki görüşlerini, Türk

toplulukları arasında yaymaya başladı. Türklerin gazete çıkarmasına izin

verilmesinden sonra, Kazan'da "Kazan Muhbiri"ni çıkarmaya başladı. Aynı

zamanda, Türkiye de Abdülhamit yönetimine karşı çalışanlarla da irtibat

halindeydi.4



Akçura,''Üç Tarz-ı Siyaset" isimli ünlü eserini Kazan'da yazmasına

rağmen, Rus idaresinden çekindiği için, Kahire'de çıkan "Türk Gazetesi"nde

yayımladı. Bu makalede; Osmanlılık, İslamcılık ve Türkçülük tahlil ediliyor

ve sonuçta en uygun siyaset tarzının"Türkçülük"olduğu vurgulanıyordu.5



II. Meşrutiyet'in (1908) ilanından sonra, diğer Türk düşünürleri ile

birlikte İstanbul'a geldi. Harp Akademisi, Darü'ş-şafaka, Medresetü'l Va'izin

ve Darü'l-mu'allimın okullarında siyasî tarih öğretmenliği yaptı.

1909 da İstanbul Darü'l-fünun Edebiyat Fakültesinde, 1914 Mülkiye

Mektebinde tarih dersleri verdi. Mülkiye'deki görevi, 1915'de okulun

kapanması üzerine sona erdi. 1916'da ise, Darü'l-fünun'un yeniden

yapılanması sebebi ile kadro dışı kaldı. 6



Türk milliyetçiliği temelinde ilmi alanda önemli çalışmaları bulunan

"Türk Derneği", 1908 yılı sonlarına doğru Mülkiye Mektebinde Müdür

Celal Beyin nezaretinde kuruldu. Kurucuları; Ahmet Midhat Efendi,

Emrullah Efendi, Necip Asım Bey, Tahir Bey, Dağıstanlı Celal

Korkmazoğlu, Veled Çelebi, Yusuf Akçura, Müverrih Arif Bey, Musa

Akyiğit, Fuat Raif, Filozof Rıza Tevfik, Ahmet Ferit Beydir. Köprülü Fuad

Bey, Mehmet Emin Bey gibi ünlü yazarlar ve düşünürler de bu derneğe üye

idi.7 .



"Türk Derneği Dergisi"nin ilk sayısı 1911'de çıktı, 7 sayı

yayımlandıktan sonra, yerini" Türk Yurdu"na bıraktı. 18 Ağustos 1911 'de

kurulan "Türk Yurdu Cemiyeti"nin kurucuları; Mehmet Emin Yurdakul,

Ahmet Hikmet, Yusuf Akçura, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinzade Ali ve Akil

Muhtar Beydir Mecmuanın imtiyaz sahibi olarak Mehmet Emin Bey,

murahhaslığına Yusuf Akçura, Ahmet Hikmet Bey ve Ziya Gökalp seçildi.

Dergi, eski yazı ile 17 yıl çıkmıştır. 8



12 Mart 1912 de "Türk Ocağı" kuruldu. 20 Haziran 1912 tarihinde,

program genişletiterek 231 tıbbiyeli adına gelen temsilciler ile Mehmet

Emin Bey, Yusuf Akçura, Mehmet Ali Tevfik, Emin Bülent, Dr. Fuat Sabit

ve Ağaoğlu Ahmet Bey tarafından cemiyetin adı "Türk Ocağı" olarak kabul

edilerek çalışmalarına başladı. "Türk Yurdu" dergisi, Türk Ocağının yayın

organı oldu. Akçura, 1931 de Türk Ocaklarının kapatılmasına kadar dergiyi

yönetti. 1919 Bolşevik İhtilali ile Rusya, I. Dünya Savaşı'ndan çekilince

Akçura, Türk esirlerinin yurda dönmeleri için Kızılay tarafından Rusya'ya

gönderildi. Burada, esirlere yardımcı olabilmek için tehlikeli şartlarda görev

yaptı. İstanbul'un Kurtuluş Savaşı sırasında işgali ile tutuklandı. 9 Ancak

daha soma bir yolunu bularak "harp yüzbaşısı" unvanıyla Anadolu'ya geçti.

Yaşına rağmen verilen görevleri başarıyla sürdürdü. 10 Akçura, Anadolu

harekâtına katıldıktan birkaç ay soma, Sakarya muharebelerine girdi.

Ankara'da birçok görevlerde bulundu. Önce Maarif Vekaleti’ne girerek

Çeviri Bürosu'nda vazife aldı, ardından "doğu sorunları" danışmanı olarak

Hariciye Vekaleti’nde çalıştı. Ankara'da Serbest Halk Dersleri Kursu'nda

(1921-1922) ve daha sonra "Ankara Hukuk Mektebi"nde dersler verdi.

1924'te "Türk Yurdu" dergisi yeniden yayımlanmaya başlayınca buradaki

çalışmaları, dergi 1931 yılında kapanıncaya kadar sürdü. 1923 'te İstanbul

milletvekili olarak meclise girdi ve yasama çalışmalarına katıldı. 1934' e

kadar Mecliste İstanbul'u temsil etti. Ölümünden bir yıl önce de Kars

milletvekili oldu. Türk Tarihi kurucu üyesi olarak görev aldı. 12 Mart

1935'te, İstanbul'da vefat ederek Edirne Kapı Şehit1iği'ne defnedildi.



B. YUSUF AKÇURA'NIN FİKİRLERİ



Yusuf Akçura'nın Türkçülük ile ilgili düşüncelerinin İstanbul'da,

Rusya'da ve Fransa'da geliştiği görülür. Harp Okulu yıllarında, Necip Asım

Beyin, Veled Çelebi Efendinin ve Tahir Beyin Türkçülük ile ilgili yazılarını

okumuş ve etkilenmiştir. Ayrıca, İsmail Gaspirinski (Gaspıralı) tarafından

basılan "Tercüman" gazetesi de İstanbul'da dağıtılmakta idi. Bu yazarların

fikirleri, onu derinden etkilemiştir. Harp Okulu'nda öğrenci iken tatil

aylannda Rusya ile ve oradan da orta Asya Türkleri ile temasa geçerek,

buradaki Türklerin sosyal yaşamını incelemiştir. Bu ziyaretleri sırasında,

Osmanlı Türklüğü ile Kuzey Türklüğü arasında kültürel bir 'köprünün

kurulmasım istemiştir.12



Onu, en çok etkileyen şüphesiz İsmil Gasprinski (Gaspıralı) olmuştur.

Kırım'da Rusya'nın baskısına rağmen Müslüman halklarla sıkı ilişkiler

kuran Tatarlann varlıklarını sürdürebildiğini örnek gösteren Gasprinski

(GaspıraIı)'ye göre, bu usulle çeşitli bölgelerde yaşayan Türkler de

varlıklarını koruyabilirdi. Akçura, Gasprinski (Gaspıralı)'nin fikirleri ile çok

erken tarihlerde tanışma fırsatı buldu. O’nunla Rusya'ya yaptığı seyahat

sırasında karşılaştı. Uzaktan da akrabalığı vardı. Gasprinski (Gaspıralı),

1883'ten sonra Kırım Bahçesaray da yayımlarnaya başladığı "Tercüman"

gazetesi ile Türkler arasında; " dilde ve fikirde iş birliği" düşüncelerini

yaymaya çalışmıştır.



İstanbul'da Akçura ve diğer aydınlar bu düşüncelerden etkilenmiştir.

Çarlık Rusyas’ının sansürüne rağmen, Tercüman'ın yayın hayatında

kalmasının sebebi; siyasal alanda ılımlı tutum, doğayı gözlemleme,

gerçekliğin incelenmesini temel alma, laik düşünce yapısı olmuştur. 13



Akçura'nın hayatı boyunca yazmış olduğu yazılar, üç bölüme

ayrılmaktadır:14

ı. Genel Türk Tarihi, özellikle, Türkçülüğe ilişkin yapıtlar,

2. Osmanlı Tarihi konusundaki yapıtlar,

3. Avrupa'nın Yakın Çağ tarihinin siyasal, sosyal ve ekonomik

konular ile ilgili yazıları.

Bu tasniften anlaşılacağı üzere O’nun çalışmalarının önemli kısmını

tarih çalışmaları ve tarih öğretim üyeliği oluşturmaktadır. Yusufun

Türkçülüğünün temelinde tarihin anlamına ilişkin düşünceler egemen

olmuştur. 5



1904 yılında Rusya'da kaleme aldığı "Üç Tarz-ı Siyaset" isimli

makalenin tamamı, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş ve parçalanmasını

önlemeye yönelik çarelerin neler olduğuna dairdir. 16 Bu makale, Mısır'da

Abdülhamit yönetimine karşı savaşan "Türk" gazetesinin 24-34'üncü

sayılarmda yayımlanmış olup, daha sonra Mısır ve İstanbul'da iki kez

basılmıştır. Yusuf Akçura'nın makalesinden başka Ali Kemal'in ve arkadaşı

Ferit (Tek)'in Ali Kemal'e cevabı olan bir mektubu da yayımlanmıştır.

"Üç Tarz-ı Siyaset"te üzerinde durduğu üç ana konu şunlar

olmuştur: 17



1. Bir Osmanlı ulusu meydana getirmek (Osmanlılık),

2. İslamcılığa dayanan bir devlet yapısı kurmak (İslamcılık),

3. lrka dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu meydana getirmek

(Türkçüıük).



Osmanlılık, İslamcılık ve Türkçülük görüşlerinin karşılıklı olarak

mukayesesini ilk defa Yusuf Akçura yapmıştır. 18



a. Osmanlılık: Akçura'ya göre bu fikir, II. Mahmut döneminde

başlamış, Abdülmecit döneminde gelişmiş, Sadrazam Ali ve Fuat Paşalar

döneminde en üst noktaya ulaşmıştır. "Osmanlılık" anlayışına göre asıl

gaye, "Osmanlı memleketindeki Müslim ve gayrimüslim halka aynı siyasal

hakları tanımak ve vazifeleri yüklemek; böylece aralarında tam bir eşitlik

meydana getirmek; fikir ve din bakımından tam bir serbesti vermek, bu

eşitlikten ve serbestiden faydalanarak söz konusu ahaliyi aralanndaki din ve

soy farkına rağmen yekdiğerine karıştırarak ve temsil ederek Amerika

Birleşik Hükümetlerindeki Amerikan milleti gibi, müşterek vatanla

birleşmiş yeni bir millet, Osmanlı milleti meydana çıkarmak ve bütün bu zor

ameliyenin neticesi olarak da “Devlet-i Aliye-i Osmaniye”yi aslî şekliyle,

yani eski sınırları ile muhafaza eylemekti... Osmanlı hududu haricindeki

Müslümanlar ve Türkler bununla o kadar meşgul olamazlardı. Mesele

mahalli ve dahili bir mesele idi".19



Akçura'ya göre; Almanların 1870-71 tarihinde milletlerin esasında

ırkın önemli bir yer tuttuğunu iddia ederek Fransa'yı mağlup etmelerinden

dolayı bu fikir dayanağını kaybetmiş oluyordu20



b. İslâmcılık: Bütün Müslümanların bir halife etrafında toplanarak

fikir ve eylem birliğine varmasıdır,21 Akçura'ya göre İslamcılık, başlangıçta

Osmanlı halkını Müslim-gayrimüslim olarak ayıracak, fakat daha sonra

bütün dünyadaki Müslümanlan bir fikir etrafında toplayarak büyük bir

birlikteliğe sebep olacaktı.



Osmanlılık fikrinin zayıflaması üzerine, Abdülaziz devrinde

"Panislamizm" düşüncesi, yaygınlaşmaya başlamış ve diplomatik

görüşmelere de yansımıştır. Midhat Paşa'nın düşmesinden sonra II.

Abdülhamit döneminde bu fikir, eylem haline dönüşmüştür. Eğitimde,

sarayda, sosyal ve kültürel alanda dinsellik ön plana çıkmıştır.



Müslümanların kalabalık olduğu Afrika ve Çin diyarına elçiler göndererek,

Hicaz demir yolu inşasını devam ettirerek İslamiyet'teki hilafet nüfuzu

kullanılmaya çalışılmıştır.22



c. Türkçülük: Niyazi Berkes'e göre; Rusya'daki Müslümanların

uluslaşma akımı ile Osmanlı topraklanndaki Müslüman ve Türk olmayan

grupların uluslaşma eğilimi arasındaki paralelliği ilk gören kişi Yusuf

Akçura olmuştur. O, aynı zamanda Türkiye'de Türkçülüğün geleceğini, Ziya

Gökalp'tan çok önce kavrayan kişidir,23



Yusuf Akçura, milliyetçi akımın bünyesinde birinci derecede rol

oynamış kişilerden biridir.24 Akçura'nın milleti tarifi şu şekildedir: "Millet,

ırk ve lisanın esasen birliğinden dolayı ictimai vicdanında birlik hasıl olmuş

bir insan topluluğudur" 25. Tarifte de görüldüğü gibi, ırk ve lisan birliği esas

alırunış olmakla beraber kültürel bağlardan olan ve Ziya Gökalp'ın dahil

ettiği din faktörü bu tarife konulmamıştır. Bu da, Mustafa Kemal'in kurduğu

laik devlet anlayışına paralellik göstermektedir.



1908 Temmuzunda, Türkiye'de Jön Türk Devrimi meydana geldiğinde

ülkede Türk milliyetçiliği henüz kökleşmemişti. Hiçbir basın-yayın organı

bu düşünceyi savunmuyor ve siyasiler bu konuda açık bir tutum

takınmıyordu. Siyasal sahnede, "Batıcılar, Osmanlıcılar ve İslamcılar" rol

alıyordu. Yusuf Akçura, 1908 Devrimi'nden sonra İstanbul'a gelerek Türk

milliyetçiliği konusunda yoğun çalışmalar yaptı ve 1911'de "Türk Yurdu"

dergisinde yazılar yazmaya başladı ve 1912 de Türk Ocağının çalışmalanna

katıldı. 1912 Ağustos ayından sonra, " Türk Yurdu Mecmuası"nın ilk

nüshasından itibaren basım ve yayımını Yusuf Akçura yürütmüştür. Bu

dergi ile Türkçülüğün esasını şekillendirmiş ve bütün düşüncelerini yirmi yıl

süreyle bu dergide yayımlamıştır. Yusuf Akçura'nın "Türk Yurdu

Mecmuası"nın kuruluş ve çalışma ilkelerine Türklükle ilgili düşünceleri şu

şekilde yansımıştır.26



1. Türk Yurdu, Türk ırkına mensup halkın ekseriyeti tarafından

okunup istifade olunacak bir tarzda ve lisanda yazılacaktır. Binaenaleyh

lisanı sade olacak, muhteviyatı bu mevzuları Türk ırkı ekseriyetinin

istifadesine yarayacak şeylerden intihap olunacaktır.



2. Türk Yurdu, umum Türklerce makbulolabilecek bir mefkfıreyi

meydana çıkarmağa çalışacaktır.



3. Türk Yurdu, umum Türklerin kendi aralannda tanışmalarına

çalışacak, gerek ahlâki gerek iktisadi cihetten yükselmelerine hizmet

edecektir.



4. Türklerin birbirleri ile tanışmalannı kolaylaştınnak için "Türk

Yurdu Mecmuası", Türk dünyasının her tarafında olup biten işlerden ve

kardeşler arasında sevinç veya kaderi mucip olacak vakıalardan ve muhtelif

Türk illerindeki fikir hareketlerinden ve edebi inkişaflardan haberdar

edecektir.



5. Dahilde ancak Türklük ve Türk unsurunun siyasi ve iktisadi

menfaatlerini müdaf'aa edecektir.



6. Mefkfıresizlikten münbais tembellik ve rehavetin ve ümitsizliğin

önüne geçmeğe çalışacaktır.



7. Türk Yurdu'nun beynelmile1 siyasette takip edeceği istikamet Türk

aleminin menfaatlerini müdafaa olacaktır.



Türk Yurdu dergisi, İttihat ve Terakki'nin kontrolünde olmayan ender

yayın organlarından biri idi. Akçura, Talat Paşanın ve Ziya Gökalp'ın bütün

ısrarlarına rağmen ittihatçıların merkez komitesinde yer almadı. Bunun

başlıca sebebi, yemin metninde bulunan, "Osmanlı, İslâm" gibi kayıtların

bulunması idi. Ayrıca Mustafa Kemal gibi, askerlerin siyasete müdahale

etmemeleri gerektiği fikrine sahipti. Türk Ocağında, "Türk'ün Dünü ve

Bugünü" konusunda çok sayıda konferans verdi. 1914 yılında Birinci Dünya

Savaşı'na girildiğinde, Türk milliyetçi1iği sağlam bir biçimde kök salmış bir

düşünce akımı olarak yer aldı. İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1913'ten itibaren

Türkçü çevrelerin ifade ettiği, ekonomik ve kültürel görüşmelerden yoğun

bir şekilde etkilendi ve politikalarına yön verdi. Bunda Akçura'nın önemli

bir yeri olduğu muhakkaktır.



Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesinde; Türklük siyasetinin İslam

siyaseti gibi ycni olduğunu, Osmanlı sınırlan ile kısıtlı olmadığını ifade

ettikten sonra şu düşüncelere yer verrniştir: 28



"Osmanlı Devleti'nin menfaati, bütün Müslümanların ve Türklerin

menfaatlerine aykırı değildir. Zira, tebaası olan Müslümanlar ve Türkler

onun kuvvetlenmesiyle kuvvetlenmiş demek olduğu gibi, diğer Müslüman

ve Türkler de kuvvetli bir destek olurlar, Fakat İslamın menfaati, Osmanlı

Devleti'nin ve Türklüğün menfaatlerine tamamen uymaz. Zira, İslamın

kuvvet kazanması, Osmanlı tebaasından bir kısmının (gayrimüslim

olanların) sonunda kaybını ve bu cihetle Osmanlı Devleti'nin günümüzdeki

topluluğundaki bir parçasının yok olmasını mucip olacağı gibi, Türklüğün

Müslim ve gayrimüslim dini anlaşmazlığıyla bölümnesine ve binaenaleyh

kuvvetsizleşmesine sebep olur.



Türklüğün menfaatine gelince o da ne Osmanlı Devleti'nin ve ne de

İslamın menfaatine büsbütün uygun gelmez. Zira, İslam toplumunu Türk ve

Türk olmayan kısımlarına bölerek zayıflatır ve bunun neticesi olarak

Osmanlı tebasının Müslümanları arasına da nifak salıp Osmanlı Devleti'nin

kuvvetsizleşmesini mucip olur.



Bunun içindir ki, her üç cemiyete şahıs, Osmanlı Devleti menfaatine

çalışmalıdır. Lâkin, Osmanlı Devleti 'nin menfaati, yani kuvvet kazanması,

şimdiye kadar mevcut olup bahsimizin mevzuunu teşkil eden Üç Tarz-ı

Siyas'i'den hangisini takiptedir? Ve bunlardan hangisi Osmanlı ülkelerine

tatbiktir?"



Akçura, asıl mühim mesele olarak çeşitli din ve ırka mensup olan çok

uluslu Osmanlı Devleti'nde bulunan milletlerin menfaatleri gereği

kaynaşmalarının mümkün olamayacağını ileri sürüyordu. İslam birliğinin ve

Türk birliğinin Osmanlı Devleti'ne yararlı olup olmadığını da şu şekilde

izah etmektedir: 29



"İslam, siyasî ve ictimaı işlere pek çok ehemmiyet veren dinlerden

biridir. İslamın esas kaidelerinden biri "din ve millet birdir", düsturuyla

ifade olunur. İslam, mümin olan kimselerin cinsiyet ve milliyetlerini bitirir;

lisanlarını kaldırmaya çalışır, mazilerini, ananelerini unutturmak ister: İslam,

kuvvetli bir değirmendir ki, farklı cins ve din müntesiplerini öğütüp, dinen,

cinsen bir, aynı haklara sahip, yekdiğerinden hiç farksız Müslümanlar

çıkarır...



İslamın meydana çıkışında, güçlü, muntazam siyası teşkilatı vardı.

Kanun-u esasisi Kur'an idi. Resmı dili Arapça idi. İntihap edilmiş bir reisi,

mukaddes bir riyaset merkezi vardı.



Lakin, diğer dinlerin tarihinde görülen değişmeler, İslam da dahi bir

dereceye kadar müşahede olunur: Irk tesirleri ve muhtelif vakalar neticesi,

dinin teşkil ettiği siyasî birlik kısmen bozuldu. Hicret’ten henüz bir asır

geçmemiş idi ki, Arap ve Acem milliyetleri zıddıyeti, Emeviye ve Haşimiye

hanedanlan arasındaki nefret tarzında tecelli ile İslam birliğine kapanma

bilmez bir yara açtı, Sünni ve Şii büyük ihtilafını ortaya çıkardı.

Bir zaman geldi ki, İslamın kuvveti en aşağı noktasına doğru inmeye

başladı. İslam ülkelerinin bir kısmı, gitgide büyük kısmı, dörtte üçünden

fazlası, Hristiyan devletlerinin hakimiyeti altına geçerek İslamiyetin birliği

delik deşik oldu.



Kuvvetine halel veren bunca vakalar ile beraber, İslam hala pek

güçlüdür. Müslimin arasına, dinlerinde şüphelilik veya daha beteri olan

imansızlık henüz girmemiş denebilir. İslamın hemen bütün tabileri, din

yolunda her fedakarlığı göze alacak, muti, dini ile heyecanlı, dini bütün

kimselerdir.



Hala her Müslüman, Türk ve İranıyim demekten evvel "elhamdülil1ah

Müslüman'ım.." diyor. Hala İslamiyet dünyasının büyük kısmı,

Osmanlı Türkleri hakanını İslamın halifesi tanıyor. Hala bütün

Müslümanlar, günde beş defa Mükerrem Mekke'ye yüz çeviriyor ve

Kabe'yc yüz sürüp Hacer-i Esved'i öpmek için, büyük bir heyecan ile

kürenin her tarafından muhtelif sıkıntıya katlanarak koşuyorlar. Hiç

korkmadan tekrar olunabilir ki, İslam henüz pek güçlüdür. Bunun üzerine

tevhid-i İslam siyasetinin tatbikinde, dahill maniler az güçlük ile

katlanılabilecek surettedir. Lakin harici maniler pek kuvvetlidir. Gerçekten,

bir taraftan İslam devletlerinin hepsi Hristiyan devletlerinin nüfuzu

altındadır. Diğer taraftan bir iki müstesnası dışında, bütün Hristiyan

devletleri Müslüman tebaaya maliktir.



Tâbiyetlerinde bulunan Müslümanların, hatta kuvvetlice manevî bir

vasıta ile olsun, hudutları haricindeki siyasî merkezlere bağlılıklarını

istikbalde, rnühim neticeleri çıkabilecek umumi bir fikre hizmetlerini

menfaatlerine aykırı gördüklerinden ortaya çıkmasından her suretle karşı

koymak isterler, ve bütün İslam devletleri üstündeki nüfuz ve iktidarları

sayesinde bu istediklerini icra da edebilirler. Binaenaleyh, zamanımızda en

kuvvetli İslam devleti olan Osmanlı Devleti'nin bile ciddi bir surette İslam

birliği siyasetini tatbike kalkışmasına, belki de muvaffakiyetle, karşı

koyarlar.



Türk birliği siyasetindeki faydalara gelince, Osmanlı ülkelerindeki

Türkler hem dini, hem ırki bağlar ile pek sıkı, yalnız dinî olmaktan sıkı

birleşerek ve esasen Türk olmadığı halde bir dereceye kadar Türkleşmiş sair

Müslim unsurlar daha ziyade Türklüğü bcnimseyecek ve henüz hiç

benimsememiş unsurlar da Türkleştirilebilecekti.



Lakin asıl büyük fayda; dilleri, ırkları, adetleri ve hatta ekseriyetinin

dinleri bile bir olan ve Asya kıt'asının büyük bir kısmıyla Avrupa'nın

şarkına yayılmış bulunan Türklerin birleşmesine ve böylece diğer büyük

milliyetler arasında varlığını muhafaza edebilecek büyük bir siyasi milliyet

teşkil eylemelerine edilecek ve iş bu büyük toplulukta Türk toplumlarının en

güçlü ve en medenileşmişi olduğu için Osmanlı Devleti en mühim rolü

oynayacaktı. Son vak'aların fikre getirdiği uzakça bir istikbalde, meydana

gelecek beyazlar ve sarılar alemi arasında bir Türklük cihanı husule gelecek

ve bu orta dünyada Osmanlı Devleti, şimdi Japonya'nın sarılar aleminde

yapmak istediği vazifeyi üzerine alacaktı.



Bu faydalara mukabil Osmanlı ülkelerinde meskûn, Müslim olup da

Türk olmayan ve Türkleştirilmesi de mümkün bulunmayan kavimlerin

Osmanlı Devleti elinden çıkması ve İslamiyetin Türk ve Türk olmayan

kısımlarına ayrılarak, artık Osmanlı Devleti'nin Türk olmayan Müslümanlar

ile ciddı bir münasebeti kalmaması mahzurları vardır.



Bugün ekseri Türkler mazilerini unutmuş bir halde bulunuyorlar.

Lakin şu da unutulmamalıdır ki, zamanımızda birleşmesi muhtemel

Türklerin büyük bir kısmı Müslüman'dır. Bu cihetle, İslam dini, büyük Türk

milletinin teşekkülünde mühim bir unsur olabilir."



Makalenin sonunda Akçura; "Müslümanlık ve Türklük siyasetlerinden

hangisi Osmanlı devleti için daha yararlı ve kabil-i tatbiktir?" diyerek cevabı

okuyucularına bırakmıştır.



Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesinde Türk birliği konusunda

söylemleri ile bu birliğe eğilimli olduğunu göstermektedir. Ayrıca,

Türkiye'de "Türk Ocağı"nın kuruluşunda ve "Türk Yurdu" dergisinde çıkan

yazılarında ne Osmanlılık, ne İslamcılık fikirlerini savunduğu sadece

Türkçülüğü savunduğu görülmektedir. Bu yüzden yabancı yazarlar, Yusuf

Akçura'yı Türkçülük hareketinin lideri olarak görmüşlerdir.3o



Mustafa Kemal, Afet İnan'ın hazırladığı "Medenı Bilgiler" kitabında

milleti şu şekilde tanımlar: "Millet, dil, kültür ve mefkûre birliği ile birbirine

bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyası ve ictimaı heyettir.." 31 Bu

tanımdan sonra, Türk milletinin teşekkülünde esas olan unsurlar içerisinde

Türk milletinin halk idaresi olan cumhuriyetle idare edildiğini Türk

Devleti'nin laik olduğunu, her reşit olan kimsenin kendi dinini seçmekte

serbest olduğunu, Türk milletinin siyasi, dil, yurt, ırk, tarih ve ahlak birliğine

sahip olan büyük bir milletten meydana geldiğini misallerle izah etmiştir.



Yusuf Akçura'nın millet tarifinde dini birlik aranrnadığı gibi, ana

unsurun ırk ve dil olduğu, bu tanımla da Atatürk'ün görüşüne paralellik

olduğu görülmektedir. Günümüzde de bu tanım, geçerliliğini muhafaza

etmektedir. 1919'da İstanbul Türk Ocağında verdiği bir konferansta, Türk

milliyetçiliğinin emperyalist ve demokratik özelliklerinden bahsetmiştir. 0,

kendi ifadesine göre demokratik Türkçülüğü savunmuştur. Bu açıdan da

İttihatçıların önemli simalarından olan Enver Beyin benimsediği emperyalist

Türkçülük düşüncesini reddetmiştir.32 Çağırnızda, özellikle 1989'da Sovyet

Birliği'nin dağılmasından sonra ortaya çıkan yeni Türk devletleri ile Türkiye

arasında demokratik bir siyasi bağ meydana gelmiştir. Bunda Yusuf

Akçura'nın ve Atatürk'ün milletlerin haklarına saygı gösteren, emperyalist

düşünceleri reddeden, demokrasi yanlısı görüşlerinin önemli etkileri

olmuştur.



1932 yılında toplanan Birinci Tarih Kongresi'nde33 Atatürk'ün de

katılımı ile J. A. Gobineau'nun Arîleri üstün sayan ırkçı görüşleri; Dr. Reşit

Galip, Şevket Aziz Kansu ve Sadri Maksudi Arsal'ın bildirileri ile

tartışılmıştır. Yusuf Akçura, tartışmalardan çıkan sonucu şu şekilde izah

etmiştir:



"Bir haftadan beri huzurunuzda söz söyleyen arkadaşlarımız ispat

ettiler ki, Avrupalı1arın hükmetmek amacını gözeterek ortaya attıkları ırk

kuramının bilimsel bir kıymeti yoktur... Biz, bütün dünyada yaşayan

insanları, Avrupalılar gibi ve onlar derecesinde hukuka sahip adam evlatları

sayıyoruz".34



Atatürk de "üstün ırk kuramı" ile ilgili çeşitli eserler okumuş ve böyle

bir teoriyi destekleyen herhangi bir açıklama yapmamıştır. Bu sebeple de

Yusuf Akçura ve diğer konuşmacıların fikirlerine katılmıştır. Almanların

"üstün ırk" iddiaları yüzünden çıkan II. Dünya Savaşı, milyonlarca insanın

canına malolmasının yanı sıra ekonomik kayıplara da yol açmış, dünyaya

büyük bir felaket yaşatmıştır. Dolayısıyla, bu teorinin çok zararlı olduğu

görülmüştür.

Ziyaret -> Toplam : 125,07 M - Bugn : 97430

ulkucudunya@ulkucudunya.com