Mevlâna Küçük Hüseyin Ankaravi [ Kaddesallahu Sırrahulaziz ] (Ankara, 1828 –İstanbul,1930)
İsmail Hakkı Altuntaş 01 Ocak 1970
HAYATI
Küçük Hüseyin Efendi; Ankara’nın, Arslan Bey Mahallesinde, Gökmenoğulları’ndan, babası Katırcı Ali Abdullah Efendi ve anası Havva hanım Efendi sulbünden, 22 ramazan 1244 senesi cuma günü dünyaya geldi.
12- 13 yaşına kadar Ankara’da kaldı.
Sonra, babası angaryaya tutulduğundan valiye şikâyet etmiş; bir sonuç alamayınca da, Ankara’yı terk etmek zorunda kalmıştır.
Bundan sonra, babası ile birlikte, Mihaliççık’a gitmiş.
Babasının ölümünden sonra da, 15 16 yaşlarına kadar ağabeyi ile beraber bulundu. Ne var ki, ağabeyi, kendisini zor işlerde kullanmaya başlamış; o da buna dayanamamış. Bundan ötürü, ramazan ayında cerre gelen hocalarla görüşüp İstanbul’a gitmeye karar vermiş. Fakat onun İstanbul’a gitmesine ağabeyi izin vermemiş. Bunun üzerine ağabeyine şöyle demiş:
— Bana izin vermezsen, kendimi Mihalıççık deresine atarım.
Ve ağabeyinden İstanbul’a gitme iznini almış..
İstanbul’a geldiği zaman, üzerinde 15 – 20 mecidiye kadar parası varmış.
Saraçhane’de, Mevlevi bir ustanın yanında çıraklığa başlamış.
Sonradan adı geçen Mevlevi usta; okuma yazma öğrenmesi için, Küçük Hüseyin Efendiyi, Bayezid Camii avlusundaki bir tesbihçinin yanma götürmüş.
Saraç çıraklığındayken, 12 kuruş günlük alıyormuş.
Tesbihçinin yanında iken, sabahlan Süleymaniye Camii’ne gider, ders okurmuş.
Sonraları tütün doldurma işine girmiş. Bu tütün doldurma işinde, günlüğü, otuz kuruşa kadar çıkmış. Bu tütün doldurma işinde iken, günde iki bin paket kadar tütün doldururmuş.
Bir süre de, Gülhane Askerî Esvap Eminliği’nde bulunmuş. Ayrıca mabeyinde ve hastahanede bulunmuş.
Mabeyinde kalışı üzerine şöyle bir deyişi vardır.
—Susmayı daha çok severim; mabeyinde öyle alıştık. Bu yüzden olacak, sohbetin fazlası hoşuma gitmiyor.
KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİNİN HACI FEYZULLAH EFENDİ İLE TANIŞMASI
Küçük Hüseyin Efendinin bir ara karnı şişmeye başlamış; bu sebeple hastalanmış. Ondaki bu hastalığın, ancak okumakla geçeceğini anlatmışlar; bunun için, Topkapı’da bulunan Hacı Feyzullah Efendiye üç gün gidip gelmiş. Her gidişinde de, şu emri almış:
—Bahçede otur bekle..
Küçük Hüseyin Efendi, bu gidip gelmeye, beklemeye dayanamamış; Hacı Feyzullah Efendiye içinden şöyle demiş:
—Okuyacaksan oku.
İçinden geçirdiği bu durumu anlayan Hacı Feyzullah Efendi pencereden şöyle seslenmiş:
—Oğlum, biz üfürükçü takımından değiliz; bize intisab edersen, bu karnındaki şiş geçer.
Bunun üzerine, Küçük Hüseyin Efendi, Hacı Feyzullah Efendiye intisab eder. Bu intisab tarihi, hicrî 1275. yıldır.
HACI FEYZULLAH EFENDİNİN SÜRGÜN EDİLİŞİ
Sonradan, her ne hal ise, Hacı Feyzullah Efendi Midilli’ye sürgün edilir.
Bunun üzerine, Küçük Hüseyin Efendi, Çarşamba’da Murad Molla Dergâhı’na gider; derse başlar, Molla Camî’ye kadar da okur.
Bundan sonra da, şeyhi Hacı Feyzullah Efendinin ayrılığına dayanamaz; Midilli’ye, onun yanma gider.
Midilli’de bulunduğu günlerde, şöyle bir olay olur:
KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİNİN DENİZE GİRİŞİ
Küçük Hüseyin Efendi denize girer. Denize batıp boğulmak üzere iken, Hacı Feyzullah Efendi yıldırım hızı ile yetişir. Küçük Hüseyin Efendiyi boğulmaktan kurtarır. Bundan sonra, şeyhi ile birlikte İstanbul’a dönerler.
KAHVE NAKİPLİĞİ
Küçük Hüseyin Efendiyi, büyük hanımı Elmas hanım; kendisinin Aksaray’da Çukurçeşme Lâle sokağındaki evine yerleştirir. On beş sene kadar, özü sözü doğru olarak hizmetinde bulunur.
Küçük Hüseyin Efendi, Halıcılar’daki tekkede kahve nakipliği de yapmıştır. Şöyle anlatıldı:
—Küçük Hüseyin Efendi, Hacı Feyzullah Efendi ile birlikte, yolda gidiyormuş. Hacı Feyzullah Efendi, Küçük Hüseyin Efendiye dönmüş, şöyle demiş:
—Kıtmirleri, Ashabı Kehf’i bırakmadı; onlar da onu alıp gittiler. Sen de bizi terk etme, bizimle beraber gel.
Hacı Feyzullah Efendinin İstanbul’a ilk gelişinde kaldığı yer; Üsküdar’da Alaca Minare civarında Fettah Efendi Tekkesi’dir.
Şeyhinin emri ile gelmiş, hatmi hacegânda bulunmuştur.
Kendi tarafındaki teveccühü, cezbelerle hakikati göstermiş olduğundan, tekke şeyhi Fettah Efendi ona şöyle demiştir:
—Burada durma, git.
Şeyhi Mehmed Kudsî Efendinin emri ile orayı terk etmiş, Şehremini’nde bir camiin odasında hatim okumaya başlamış.
Bilâhare Halıcılar’a gelmiş.
Bir gün. Hacı Feyzullah Efendi, Küçük Hüseyin Efendiye şöyle sormuş:
—Ar nedir?.
Küçük Hüseyin Efendinin cevabı şu olmuş:
—İsyan olmayacak yerde, zilleti seçmek..
KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİNİN ODASINDAKİ YANGIN Şöyle anlatıldı:
Küçük Hüseyin Efendi, medresede kaldığı günlerin birinde, davet edildiği bir yere gitmiş. Davetten dönüp geldiğinde görmüş ki: Odasının içinde ne kadar eşyası varsa hepsi yanıp kül olmuş.. Bu yangın, diğer taraflara hiç sıçramamış.
Hatırımda kaldığına göre; bu yangının nedeni şuymuş: Yeni bir cüppe yaptırmış, biraz da parası varmış, gaye de bunların yanıp yok olmasıymış.
(Üstteki vaka, Visali Efendi zamanında olmuş..)
KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİNİN BİR HASTALIĞI
Hacı Feyzullah Efendinin zamanında, Küçük Hüseyin Efendi bir hastalığa tutulur; doktora yollarlar. Kalbinden rahatsız olduğu ortaya çıkar. Halbuki 105 yaşına kadar yaşadı.
Dıştan bakılacak olsaydı, bu Fakir’den daha sağlamdı.
Üstteki hastalık vakasını, kardeşlerimizden iki kişiye anlattı; ben de dinledim.
Feyzullah Efendi, halifelerinden Eyyüb Camii Şerifi baş müezzini Osman Efendi vefat ettikten sonra, çocuklarına ayda 300 kuruş maaş bağlamış. Onun çocuklarını yoklamaya da, Küçük Hüseyin Efendi ile birlikte gidermiş.
Üstte adı geçen Osman Efendinin oğluna ben yetiştim.
SADEDDİN HEPER
Aynı camiin Kayyum Başı’sı Halid Efendi bu vakayı Fakir’e bizzat anlattı. Halid Efendi vefat etti. Halid Efendinin oğlu müzisyen Mevlevi Sadeddin Heper’dir.
Mehmed Kudsi Efendi şöyle demiş:
—Her kim İstanbul’u rüyasında görürse bir kurban kessin. Biz göndermiyoruz; malın sahibi gönderiyor.
Feyzullah Efendinin İstanbul’a gönderilmesine itirazda bulunan ihvan ve halifelerine üstteki cevabı vermiş.
Küçük Hüseyin Efendi, Hacı Feyzullah Efendi için çukur bir yerde kahve dövermiş. Kahve pişirdikleri yer de darmış. Küçük Hüseyin Efendi içinden şöyle geçirmiş:
—Kahve ocağında çalışmakla ne olacak?
Bunun üzerine Feyzullah Efendi içeriden şöyle seslenmiş:
—Küçük, kumbaraya atıyorsun.
KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİNİN DERSLERİ
Hacı Feyzullah Efendinin zamanında, Küçük Hüseyin Efendinin dersleri 500 zikir imiş.
Küçük Hüseyin Efendi, sonra fenafiş-şeyh makamına çıkmış. Bunun için. Küçük Hüseyin Efendi şöyle anlatmış:
—O duruma geldikten sonra, ben de Hacı Feyzullah Efendiyi inkâr ettim. Bir bakışta o hal benden gitti.
HACI FEYZULLAH EFENDİNİN VEFATI
Hacı Feyzullah Efendinin vefatı, hicrî 17 cemaziyelâhir 1293 olup günlerden pazar günüdür.
EDİRNELİ (MELEK) MEHMED NURİ
Küçük Hüseyin Efendi, mana tarafından gelen bir işaretle; Hacı Feyzullah Efendinin ileri gelen halifelerinden Edirneli Mehmed Nuri Efendiye bağlanmıştır. Bu zat, Eyyüp Sultan’da:
—Melek Efendi. Namı ile tanınır.
Küçük Hüseyin Efendi, adı geçen zatın 8 sene hizmetinde bulunmuştur.
Küçük Hüseyin Efendi, Mehmed Nuri Efendinin huzuruna vardığı zaman, Mehmed Nuri Efendi sormuş:
—Maksadın nedir? Sonra devam etmiş:
—Eğer dünyalık ise, Biga’dan emin birini istiyorlar; oraya gönderelim. Dünyalık değilse, hücreye koyalım.
Bundan sonra beş kuruş harçlık verir, hamama yollar. Ardından şöyle emreder:
—Ölü yıkanışı ile yıkan, dünya işlerine dair bir söz etmeden de gel.
ERBAİN VE ZENBİL
Verilen emri yerine getirdikten sonra gelir. Gelir gelmez de Mehmed Nuri Efendi onu erbaine sokar; birbiri ardına üç erbain çıkarır. Bu erbain çıkarma işinde o kadar zorlanır ki: Dizlerinin derileri soyulacak hale gelir.
O sıralarda, Mehmed Nuri Efendi, Sirkeci civarında Salkım Söğüt’te Beşirağa Dergâhi Şerifinde irşad işi ile meşguldü.
Küçük Hüseyin Efendi, üç erbainden çıktıktan sonra, Mehmed Nuri Efendinin vekilharcı Ahmed Efendi, Küçük Hüseyin Efendiye çok eziyet etmiş. Bunun bir tanesini şöyle anlattılar:
—Küçük Hüseyin Efendi, Ahmed Efendi ile bir gün Asmaaltına giderler.
Ahmed Efendi, orada zenbili ağzına kadar doldurur; Efendiye verir:
—Bunu taşıyacaksın..
Der. Hâlbuki Küçük Hüseyin Efendi, üç erbainden yeni çıkmıştır; o zenbili taşıma gücünü kendinde bulamaz. Bunun için, Ahmed Efendiye şöyle söyler.
—Bunu taşıyacak halde değilim. Parasını vereyim; bunu taşıması için bir hamal tutalım.
Ne var ki, Ahmed Efendi bu teklifi kabul etmemiş; ısrarla o zenbili Küçük Hüseyin Efendiye taşıtmıştır.
Durumu öğrenen Mehmed Nuri Efendi, adı geçen vekilharcını azarlamıştır.
NUH EFENDİ MEDRESESİ
Küçük Hüseyin Efendinin, Nuh Efendi medresesi ile bağlantısı, Mehmed Nuri Efendinin aracılığı ile başlar. Bu münasebet, hicretin 1302. yılında olur.
Adı geçen medresenin bevvaplık (kapıcı) hizmetini, ücret almamak şartı ile kabul etmiştir.
Bu medresenin kurucusu, aynı medresenin karşısında defnedilmiştir. Bu medrese, hicrî 1100 tarihinden önce yapılmıştır. Sonradan değişik zamanlarda onarılmıştır.
Bu medresenin bahçesine, Küçük Hüseyin Efendi tarafından, iki ahşaptan oda yaptırılmıştır. Kendi odası, büyük hareketten 3 – 4 sene sonra, Visali Efendinin odası ise 1317. hicrî yılda yapılmıştır.
Medresenin hatimhanesinin yanları duvar, damı ahşap, diğer dört odası kârgir ve kubbeli medrese odaları idi.
Küçük Hüseyin Efendi, Mehmed Nuri Efendi için şöyle demiştir:
—Vücudum toprak olsa dahi, onun yaptığı iyiliğin karşılığını veremem.
Şöyle anlatıldı:
Mehmed Nuri Efendinin gözlerinden, bir gün, şıpır şıpır yaşlar damlar.
Küçük Hüseyin Efendi bu durumu görünce corar:
—Bu şekilde ağlamanıza sebep nedir?. Şu cevabı alır:
—Küçük, Plevne’ye o kadar teveccüh ediyorum ki; içeride teveccühü kabul edecek bir ihvan yok.. Bu yüzden teveccühler geri geliyor.
Derler ki:
—Mehmed Nuri Efendinin zamanında, Hekimoğlu Ali Paşa camiinde; gece vakti, oranın müezzini ile, Küçük Hüseyin Efendinin ikinci hanımı gayrı meşru münasebette bulunmayı kararlaştırmışlar.
Durumu manen sezen Mehmed Nuri Efendi, Küçük Hüseyin Efendiye sorar:
—Küçük, ailenin nikâh bedeli ne kadardır?. Gereken cevabı aldıktan sonra da, Küçük Hüseyin Efendiye; beş yüz kuruş nikâh bedeli, ayrıca üç aylık nafaka verir, şöyle emreder:
—Bu kadınını götür, talakı selâse ile boşa..
Küçük Hüseyin Efendi, bu emri yerine getirtti
**
Mehmed Nuri Efendi, Küçük Hüseyin Efendiyi gittiği her yere yanında götürürmüş.
TEVECCÜH
Hatmi hacegân esnasında, Mehmed Nuri Efendi, Küçük Hüseyin Efendiye teveccüh ettiği zaman şöyle dermiş:
—Of şeyhim!.
RUS KRALINA MEKTUP SADIK EFENDİ
Hacı Feyzullah Efendi, Rusya’da bulunan ihvandan birinin bir işi için Rus kralına bir mektup yazmış.
Bu vakaya şahid olan (Rus veliahdi olsa gerek) Yeşilköye kadar gelen Rus orduları kumandanı Hacı Feyzullah Efendiyi aramıştır.
Hacı Feyzullah Efendinin vefatını öğrenen kumandan, Hacı Feyzullah Efendinin oğlu Hacı Sadık ile görüşür. Tabiatıyla bu görüşme, jurnal ediliyor; Hacı Sadık da, Manisa’ya sürgün gönderiliyor. Sonradan Yemen’e sürülüyor. Visali Efendi zamanındaysa, Mekke’ye gidiyor. Meşrutiyette de İstanbul’a dönüyor.
Üstteki olayın diğer yanı da şöyle gelişiyor: Hacı Sadık, Küçük Hüseyin Efendiyi, Mehmed Nuri Efendiye yolluyor; şu sözleri söyletiyor:
—Ebleh hoca Efendi, ahmak hoca Efendi gitsin dışarıya..
Bunun cevabında, Mehmed Nuri Efendi şöyle diyor:
—Bakalım kim gider?!.
MEHMED NURİ EFENDİNİN HALİFELERİ VE ÖLÜMÜ
Mehmed Nuri Efendinin; Çorum’da Ömer Efendi, Edirnekapı’da Abdurrahman Efendi adları ile tanınan halifeleri vardı.
Mehmed Nuri Efendi, hicrî yıl 1302 rebiülevvel ayında öbür âleme göçmüştür. Kabri, Eyyüp Sultan’da Küçük Hüseyin Efendinin kabrinin yakınındadır. Kendi halifelerinden Abdurrahman Efendinin kabri de oradadır.
KOCAMUSTAFAPAŞALI HOCA İBRAHİM
Kocamustafapaşalı Hoca İbrahim Efendinin de, Mehmed Nuri Efendiye bağlılığı vardır.
Küçük Hüseyin Efendi, Hoca İbrahim, Efendi ile beraber, 2 sene kadar Tahtakale’ye gidip sigara veya tütün doldurmuştur. Bu işi yapan fabrikalar kapanınca da, her İkisi de işsiz kalmış.
İş yok, para da yok.. Bu arada Küçük Hüseyin Efendi şöyle diyor:
— Rızkı tekeffül ettin.
Gündüzleri oruç tutuyorlar; akşamdan akşama da su ile oruç açıyorlar.
Bu durumda yedi- sekiz gün kadar devam ediyorlar.
BALÂ MEKTEBİ- FODLA
Bundan sonra, bir gün Balâ mektebinden biri medreseye geliyor, bir molla istiyor.
Bu sırada mollalar da, ramazan ayı münasebeti ile cerre çıkmışlar; medresede Küçük Hüseyin Efendiden başkası kalmamış.
Bu durum karşısında, Küçük Hüseyin Efendi şöyle diyor:
— Bu isi, ben de görebilirim. Ve.. Balâ mektebine kalfa oluyor ve her gün fodlasını veriyorlar.
Küçük Hüseyin Efendinin:
—Fodla..
Dediği, pide gibi yapılan bir ekmektir. Vaktiyle, imaretlerde yapılırdı.
Mektebin hocası da, yemek ikram edermiş. Derler ki:
—Küçük Hüseyin Efendi, adı geçen mektepte kaldığı süre, mektep çocuklarını evlerinden alırdı. Mektepte okuturdu; akşamları da, onları evlerine dağıtırdı. Bu görevi için, mektepten 30 kuruş aylık alırdı.
O zamanlar, çocukların ailelerinden de, güçlerine göre para alınırdı. Ancak, verenden alınırdı; veremeyenden de istenmezdi.
Bir süre sonra, erkek tarafına Mahmud Efendiyi getirdiler; Küçük Hüseyin Efendi de, yalnız kız çocuklarına hocalık etmeye başladı.
Balâ tekkesinden, her gün mektebe yemek gelirdi. Hoca, kalfa ile hafızlığa çalışanlara yedirirlerdi.
İbrahim Efendinin, Küçük Hüseyin Efendiye 7 sene hizmeti vardır.
Küçük Hüseyin Efendinin cebinde ne bulunursa; yemiş veya para derhal dağıtırdı.
***
Küçük Hüseyin Efendi camide yapılan toplantılarda bulunmazdı.
RAMAZAN EFENDÎ CAMİÎ DAĞISTANLI HOCA
Ramazan Efendi Camii’ndeki Dağıstanlı Hoca Mustafa Efendiden de ders alırdı. Dersten sonra, yine medreseye gider yatardı.
İBRAHİM EFENDİ MEKTEBİ
Küçük Hüseyin Efendi şöyle derdi:
— Ne buldumsa, Balâ Mektebi’nde buldum. Bir süre sonra, Balâ Mektebi’nden Kocamustafa Paşa’da, Sünbül Efendi yanındaki İbrahim Efendinin mektebine nakletti.
VİSALİ EFENDİ KISA SAKAL MURAKABE DERSİ KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİNİN HALİFELİĞİ
Visali Efendi, Bursa’dan İstanbul’a gelmiş. Fakat Küçük Hüseyin Efendi, Visali Efendiden kaçarmış.
O günlerin birinde, Aksaray civarında Koska’da yolda giderken, Visali Efendiye yakalanmış.
Visali Efendi onu, hemen bir berber dükkânına sokar, sakalını kestirir. O sıralarda, Küçük Hüseyin Efendi uzun sakallı imiş.
Bundan sonra da, mahallebici dükkânına sokar.
Bu işler biter bitmez de, Visali Efendi, Küçük Hüseyin Efendiye murakabe talim eder. Mehmed Nuri Efendi vefat ettiği zaman, Küçük Hüseyin Efendinin dersi murakabeye kadar gelmiş, fakat murakabe talim edilmemiş.
Bundan sonra da, Visali Efendi, Küçük Hüseyin Efendiye şöyle der:
—Bugünden itibaren halifemsin.
Hacı Sadık Efendiye, babası Hacı Feyzullah Efendi 40 murakabe talim etmiş.
Visali Efendi, Hacı Sadık Efendiye (muhabbetinden dolayı) ait bütün mektuplarını yakmıştır.
Küçük Hüseyin Efendi, Visali Efendiden 4 murakabe almıştır.
Visali Efendi, Halıcılar’da, irşadla meşgul oldu.
MÜHÜR VE BEŞ KURUŞ
Bir gün, Visali Efendi, Küçük Hüseyin Efendiye bir çeyrek, yani: Beş kuruş verir; bir mührü şerif kazıtmasını ister. Şu tenbihte de bulunur:
—Bu parayı mühürcüye ver, üstünü alma.
O zamanlar, bir mühür kazıtmak ücreti, 20 para idi.
O mühürün üzerine de şöyle yazılmasını emreder:
Feyzine mazhar olam ya Rabb, Hüseyin 1320.
HOCA OSMAN EFENDİ
Visali Efendinin ikinci halifesi, Eyyüp Sultan’da Topçularda Hoca Osman Efendi idi.
Bunlar yedi kardeş idiler. Hepsine yetiştim. Bir kısmı ile de, senelerce görüşmek nasıp oldu. Hemen hepsi de, din görevlisi, mektep hocalarıydı.
Visali Efendi, Osman Efendi için şöyle derdi:
—Sohbet ehlidir; yemeğini yedirir. Küçük Hüseyin Efendi için de şöyle derdi:
—Küçük, fakirdir; ama babadır.
Küçük Hüseyin Efendi, medresede iki günlük kuru fodlası varken, bundan başka gelen yiyecekleri:
—Benim idarem var, ehline götürün.. Gibi sözler söyler, kabul etmezmiş.
EYYÜPLÜ OSMAN EFENDİ
Küçük Hüseyin Efendi, Visali Efendinin vefatından sonra medreseye çekilmiş; hiç kimseyi de kabul etmemiş. Kendisine müracaat edenleri de, Eyyüplü Osman Efendiye yollarmış:
—Bizde bir şey yok..
Dermiş. Sonradan, eski ihvandan ve civarda oturanları yavaş yavaş kabul etmeye başlamış.
Cülus tarihi şuydu: Teşrini sani 1318 20 şaban 1320 (M. 1902) cuma günü..
**
Küçük Hüseyin Efendi şöyle demiştir:
— Mehmed Nuri Efendi ile Visali Efendi çiftlerdi; biz onların her ikisine yardımcı olarak geldik.
Küçük Hüseyin Efendi, bir başka zaman da şöyle demiştir:
Erbaindeydim. Haremi Şerifin kapısını açarken şu sözle karşılaştım:
—Nöbet senindir; fakat önünde iki kişi var. Küçük Hüseyin Efendi, bir başka zaman da şöyle demiştir:
—Dikkat et, bak; kimin başına toplanıyorlar?.
Küçük Hüseyin Efendi; ihvanın, özellikle ihvan arasından Azmi beyin ısrarı üzerine, Hicri 1325 senesinde kalfalığı bırakmış, yalnız irşad ile meşgul olmaya başlamış.
NUH EFENDİ MEDRESESİ
Nuh Efendi medresesini, Küçük Hüseyin Efendi, tarikat kardeşlerine bir toplantı yeri yapmıştı.
Bir başka zaman şöyle demişti: — Manevî terbiyem Mevlevîdir.
KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİ’NİN DIŞ GÖRÜNÜŞÜ
Küçük Hüseyin Efendi, 120 cm. boyundaydı. Vücudu da boyuna uygundu.
Cüssesi zayıftı.
Sol yanağında beni vardı.
Sağ gözü ameliyatlıydı.
Sakalı seyrekti; siyah beyaz karışımıydı.
Ağzında dişleri, pek az kalmıştı.
Elleri, ayakları da vücuduna uygundu; yani: Ufaktı.
Küçük Hüseyin Efendi, bir başkasını kendi yerine bedel olarak hacca gönderdi. Bu sebepten de, hacı sayılır.
Küçük Hüseyin Efendinin evi; Kocamustafa Paşa Sancaktar Hayreddin Mahallesi Tekke Sokağı 36 numaradaydı.
Evinde ziyaretçileri kabul ederdi.
KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİNİN HANIMLARI
Dört defa evlenmiştir; şöyleki:
Birincisi: Hacı Feyzullah Efendi zamanında, Firuzağa’da Rıza Efendinin hemşiresi..
İkincisi: Bunu, daha önce anlatılan sebepten talâkı selâse ile boşamıştı.
Üçüncüsü: İhvandan Hacı Nuri beyin hemşiresiydi. Bu, 1344 hicrî senesinde vefat etmişti.
Dördüncüsü: Hadimî Mehmed Emin Beyin ailesinin kız kardeşi Hayriye hanım idi.
Küçük Hüseyin Efendi, Hacı Feyzullah Efendinin zamanında:
— Savmi Davud.. Tabir edilen şekilde, bir gün yiyip bir gün oruç tuttuğunu bu Fakir’e söylemişti.
Küçük Hüseyin Efendi, bir gün, Sünbül Efendi camiinin içinden medreseye giderken, biri kendisine fitresini vermiş; Küçük Hüseyin Efendi de bunu kabul etmiş. Yanında bulunan ihvandan biri, buna çok fena sinirlenmiş. Fakat medreseye gelince, Küçük Hüseyin Efendi o parayı, ihtiyacı olan birine verilmek üzere, hizmetçilerden birine vermiş.
Bunu yapmakla, hem fitre verenin, hem de ihtiyacı olanın gönlünü hoş etmiş; hem de yanındakilere tevazuunu, mahviyetini göstermiş oldu.
Küçük Hüseyin Efendinin medresedeki odasında; kendisi de, kapağı da beyaz topraktan yapılmış bir mangalı vardı. Kapının üzerindeki raftaysa, daima şeker kutusu bulundururdu.
KIŞ ERBAİNİ- KEŞKEK
Kış erbaininden çıktığı gün, yani: Hamsinin birinci günü keşkek ve un helvası yenirdi.
Keşkek şöyle yapılırdı: Koyun gerdanı kaynatılır; sonra buğday ile pişirilir, üzerine de yağ dökülür.
Küçük Hüseyin Efendiye, Mevlevi Remzi Efendi sormuş:
—Nereye kadar ders gördünüz?. Şu cevabı almış:
—Biz satırdan değil, sadırdan okuduk. Dersiam Şehrî Ahmed Efendiye de şöyle demiş:
—Biz, Maksud’a kadar ders gördük.
M Emin bey ile, Küçük Hüseyin Efendi yolda gidiyorlarmış. Görmüşler ki: Meczubun biri, duvara kiremit parçası sokmaya çalışıyor. O, bu halde iken Kücük Hüseyin Efendi şöyle demiş:
—Memlekete veba sokmak istiyor: fakat sokturmayız.
Küçük Hüseyin Efendi, mektuplarının altına:
—Hadim’ül Fükara..
Diye yazar; mührü şerifini de basardı.
*
ERENLER
Bir gün, erenlere ait bir gazel okunuyormuş. Küçük Hüseyin Efendi şöyle demiş:
—Erenler ocağı, bu halkaya dâhil olan erenlerden olur.
Erenler ne demek?.
Bu sorunun cevabını yine kendisi verdi:
—Hakk’a ermek, yani: Varmak.. Demeğe gelir.
İNTİSAB
Küçük Hüseyin Efendi bir başka gün şöyle demiştir:
—Biz, ezel âleminde imam olduk; cemaatle namaz kıldık. Orada bize her kim uyduysa, bu âlemde bize intisab edenler onlardır.
Mana itibarı ile söylediği hemen hemen üstteki gibi; fakat kelimelerin aynı olduğu kesin değil.
*
Bu cümleler de, Küçük Hüseyin Efendinindir:
—Bizim yolumuz, hem mağribî, hem meşrikîdir.
—Ne aynıdır, ne gayrıdır.
Hacı Feyzullah Efendi de şöyle demiştir:
—Bizim yolumuz; hem ittika, hem de aşk yoludur.
İZMİR’İN GERİ ALINIŞI ŞEVKET BEY
Küçük Hüseyin Efendi, İzmir’in geri alınması sırasında 40 gün evden dışarı çıkmadı. Dışa göre, o günlerde hastaydı. 9 eylül şahabı, ziyaretine giden kardeşlerin en küçüğü, son sonuncusuydum. Önümde kardeşlerden Şevket Bey vardı.
Şevket bey, Küçük Hüseyin Efendinin elini öperken; Küçük Hüseyin Efendi. Şevket beyin elini sıkarak şöyle dedi:
—Ölmeyeceğiz, ölmeyeceğiz.
Ordu da, aynı gün İzmir’e girmişti.
Fakir, Eyyüp Sultan’da, Eyyüp Camiinde yatsı namazından çıktıktan sonra, Rami kışlasındaki Fransız müstemleke askerlerinden Müslüman olanlardan büyük bir grup Eyyüb’e indiler; ordunun, İzmir’e girdiğini bizlere müjdelediler.
HAZRETİ ALİ’NİN GEZİSİ
Küçük Hüseyin Efendi anlattı:
—Hazreti Peygamberimiz, Hazreti Ali Efendimize gezmeyi emretmiş; Allah, Hazreti Peygamber’e salât ve selâm eylesin, Hazreti Ali’den de razı olsun.
Bu gezisinde, Hazreti Ali şunları görmüş:
Bir havuza su geliyor; deliği çok, içinde bir şey yok.
Çalılık bir tarlaya bir öküz girmiş; hiç bir ağaç gölgesinden yararlanamamış.
Bir de ağaç görmüş ki: Meyvesi var; fakat içi cılk..
Bir ağaç üstünde bir kuş görmüş ki, sesi gayet güzel; ne var ki, cife yiyormuş..
KEMAHLI OSMAN EFENDİ
Kemahlı Osman Efendi, Mehmed Emin beyden önce, Küçük Hüseyin Efendinin hizmetindeydi.
Bir gün, Emin bey, Küçük Hüseyin Efendiye şöyle demiş:
—Soğuk insanın canına tak dedi..
Bunun üzerine, Küçük Hüseyin Efendi de şöyle demiş:
— Öyle ise, aç kapıyı bak. Sene, 11 şubat 1929 dur; günlerden de pazardır.
KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİNİN HASTALIĞI HAKK’A YÜRÜYÜŞ TARİHİ KABRİ
Pazartesi, ramazan ayının ilk gecesidir. Ertesi gün de, Küçük Hüseyin Efendinin hasta yattığının ilk günüdür.
397 gün hasta yattıktan sonra sonsuz âleme göçtü.
Sonsuz âleme göçü sırasında, başı kalbine dönük durumdaydı.
Hicrî yıl, 12 şevval’ülmükerrem 1348 senesi..
Rumî yıl, 1 mart 1346 idi. Milâdî yıl, 14 mart 1930 idi. Cuma gecesi, saat: 12,05 olmuştu. Kabri, Eyyüp Sultan’da: — Karlık tepe (GümüşsUYU).. Diye bilinen yerdedir.
İkinci şeyhi Mehmed Nuri Efendinin mübarek kabri civarındadır.
Mübarek kabri için ilk kazılan yerde, bir lahd çıktı; bunun üzerine ikinci bir yer kazıldı, burası temiz toprak çıktı.
Onun kabrinin çevresi, ihvanın mezarları ile çevrilmiştir.
Küçük Hüseyin Efendinin kabri, sonradan parmaklık ve duvar ile de düzeltilmiştir.
KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİNİN SÖZLERİNDEN SEÇMELER
Sunacağımız cümleler, Küçük Hüseyin Efendinin seçme, güzel sözleridir:
• Hu, meded Allah..
• Ta, hu bre; dedik.
• Niyet hayır, akibet hayır..
• Niyeti şifa; kasdı boğaz, defi maraz..
• Hak bir, Peygamber Hak; gayrisi nahak..
• Hak bir, Peygamber Hâk’tan.. Demekten başka, Küçük Hüseyin bir şey bilmez.
• Muradı halk, muradı Hak’tır ancak; dokunmazsan kımıldamaz salıncak.
• Ha, şöyle hayır söyle; ha, şöyle Hak kelâmı söyle.
Hay Hak, Hak kelâmını doğru söyle.
Hay Hak, sakın, kalbini yerine bırak..
Hay Hak, halimize sen bak..
Hay Hak, halımıza sen bak; kilime kim bakacak..
Hay Hak, Hakk’ı bilirsen, kazmanın sapını yerine bırak..
• Ah sevdiğimi sevse kamu halkı cihan, hemen sohbetimiz, kıssa-i canan (sevgili hikayesi) olur.
• Aslına rücu eden kıblesini bulur.
• Arayan, Leylâ’sını ve mevasını ve Mevlâ’sını bulur.
• Bizim iman ehli, ehli imandır. Bizim hal ehli, ehli haldir. Bizim öptüğümüz eli.. . (devamı bulunmadı.)
• Karışma Hakk’ın işine; düşme hükümet peşine..
• Karışma Hakk’ın işine; düşme halkın peşine..
• Hükümetin emri, şeriatın emridir.
• Allah işini bilir; karışmaya gelmez.
• Akıl erişmez Allah’ın işine; yazı karıştırdı kışına..
• Sevsinler seni..
• Şeriat; şu senin, bu benim..
Tarikat, hem senin, hem benim..
Hakikat; ne senin, ne benim.
Marifet; (sükût)
• Sofrai Celil, berekâtı İbrahim Halil, sırrı Ali, pirimiz Şah Nakşıbendiyy’ül Velî, Mevlânâ Küçük Hüseyin Iillah’il Fatiha..
• Yediren doyuran, esirgeyen, koruyan Allah’ın adı ile.. “Kâfirler, Kur’an’ı işittikleri zaman, neredeyse seni gözleri ile yerinden kaydıracak gibi oluyor; şöyle diyorlardı: (Kalem, 51- 52)
— Galiba sen, delinin birisin. Hâlbuki o, dünya âlem için bir anıdır.” . âyetleridir.
Bunlar için Küçük Hüseyin Efendi şöyle derdi:
— Hem sofilere, hem ariflere veya âşıklara…
• Sıhhatı vücud (can sağlığı), ahseni hizmet (en güzel hizmet), ev içinde dirlik…
KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİNİN BİR DUASI
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Resulellah (salât ve selâm sana ey Allah’ın Resulü)..
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Nebiyyellah (veya) ya Habibellah (salât ve selâm sana ey Allah’ın Peygamberi, (veya) ey Allah’ın sevgilisi.)
Veselâmün alel mürselin, velhamdü lillâhi Rabb’ilÂlemin (selâm, bütün resullere; Âlemlerin Rabbı Allah’a hamd olsun)..
VelÂkibetü lilmüttakin, aman ya Rabb’elâlemin (iyi sonuç, takva sahipleri içindir; sana sığınırız, ey âlemlerin Rabbı)..
Hayırların fethi (gelmesi, hayır kapılarının açılması), şerlerin defi için, görünür görünmez kaza ve belâlardan emin olup güven içinde olmamız için, Allah rızası için el Fatiha..
Nazarımda yine afak siyah fam oluyor;
Bu gariplik büküyor boynumu yine akşam oluyor;
Ne metanet, ne tahammül, ne de aram buluyor;
Sanırım gurbet ilinde yine bayram oluyor.
Küçük Hüseyin Efendi, akşama doğru medresede daima üstteki cümleleri okurdu.
Yüce dağ başında ben kar idim;
Yel estikçe yilmır yılmır eridim;
Ezel yarin kıymetlisi ben idim;
Şimdi kapılarda bakan ben oldum.
• Çıkıp Arafat Dağı’na hac etmeklik ne güzeldir, ne güzel..
• Yolunda fedai can etmeklik ne güzeldir, ne güzel..
• Din Muhammed dini; ekmek, buğday ekmeği..
• Dağ dağ üstüne olur; ev ev üstüne ol
• Tutagör yar eteğin; ko, ne derlerse desinler..
• Nurunu gördük ama, sıfatını bilmiyoruz.
• Sohbet için: Zaman, mekân, uygun ihvan..
• Çıktım gurbet iline, gezmedik yer kalmadı..
• Önden, arkadan söylenmedik söz kalmadı..
• Allah’ımız var; ne gamımız, ne hunimiz var. Hımımız da ne? Dilin persengi..
• Hamd olsun Allah’ın fazlü keremine..
• Hamd olsun Allah’ımıza, çok şükür ya Rabbi.
• Kabulü duâ, aşkı niyaz, lillâh’il Fatiha..
• Aşk irade, gönül sultan..
• Habibi Hudara salâvat (Allah’ın sevgilisi Hazreti Muhammed’e salâvat).
• Aman ya Rabbi, kusurumuzu affeyle ya Rabbi..
• Allah, tevfikı selâmet, hayırlısiyle.. ;
• Âlem yahşi biz yaman, âlem buğday, biz saman..
• Fatiha okumasını bilir misin?. Düşman dost olur.
• Her şeyin ilmini bilmek güzel ama, Allah bildirirse.. (Hulusi nakletti)
• İçelim kahveyi, bırakalım gençliği.. (Cemâl nakletti).
• Tavada bıraktık; havada arıyor..
• El kârda, gönül yarda..
• Bilen demez; diyen bilmez..
• Tarik, mihenk taşıdır..
• Şifa olsun.
• Dünyamız çok zarif oldu..
• Neler geldi, neler geçti bu fenadan.. Arzu alamadık yalan dünyadan..
• Haram hele al..
• Delikanlılık başa belâ..
• Yiyelim, içelim; bu geçitten geçelim..
• Yedik, içtik; öte yana geçtik..
• Buraya gelenler, Allah rızası için gelsinler; diye bir levha koyalım. (Bunu Kudsî Efendi nakletti.)
• Biz, burada Allah için Allah, diyoruz..
• Bekle babı vuslatı, bir gün sana ihsan olur.
• Bir Müslüman’a bir tane lâzım.. (Kadın için söylenmiştir).
• 13’te ere, 16’da yere..
• Tutagör yaratanı; ko, ne derlerse desinler..
• Âdet edinme; âdeti bozma..
• Şerre âlet olma..
• Emir, edepten üstün., (elemrü fevk’el edeb)..
• Kahveyi icad eyledi bir pir;
• Zır zır değil; sabah iki, akşam bir..
• Halk ile oldukça lâzımdır mümaşat (dokunmak) eylemek;
• Ger bana uymazsa eyyam (günler), uyarım eyyama ben..
• Gece yağan rahmet; gündüz yağan zahmet..
• Yandı Kerem’in arpa tarlası.. Hayvanlarımız aç kalmasın ama, ne yapalım?.
• Sığmadı tefsire nokta; ermedi aklı cihan.. Mushafı sinemde kaldı; çıkmadı esrarı aşk.. (Emin bey nakletti).
• Heva ise yeter; gönül, gel Allah’a dönelim gel..
• Siva ise yeter; gönül, gel Allah’a dönelim gel..
• Sülük kaydını bırak; Allah’ı düşünelim..
• Bak da zevkine; bak da keyfine..
• İstanbul, dar’ülamandır.
• Süreceğin safa, çektiğin zahmete değmez..
• Hatmi sağir: Defi belâ için..
• Hatmi kebir: Esas.
• Efdali zikir: Lâ ilahe illallah..
• Efdali duâ: Elhamdülillah..
KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİDEN BİR KERAMET HACI NURİ BEY HÜSEYİN HİLMİ PAŞA
Rumeli’de Osmanlıların mezalim yaptıkları gerekçesi ile, düveli muazzama denilen yedi büyük devletten kurulmuş bir komisyon vardı.
Bu komisyonun merkezi Selanik’teydi. Türk murahhası ve komisyon başkanı da. Hüseyin Hilmi paşaydı. Özel kalem müdürü de, ihvanımızdan, Hacı Nuri beydi.
Üstte adı geçen Hacı Nuri beyin kız kardeşi, sonradan Küçük Hüseyin Efendinin 3. ailesi olmuştur.
Hacı Nuri beyin, şeyhi Küçük Hüseyin Efendi ite haberleştiğini bilen Hüseyin Hilmi paşa, bir gün Hacı Nuri beye şöyle dedi:
—Her şeyimize burnunu sokan, her sırrımızı öğrenen Avusturya murahhasının durumunu Küçük Hüseyin Efendiye yaz, onu başımızdan def etmesini rica et.
Küçük Hüseyin Efendiye mektup gelir. Mektupta yazılı Avusturya murahhasının adını bir kâğıda yazar; sarığının içine koyar.
Bir gün, medresede abdest alacakmış. Bildiğiniz gibi, başına mesh ederken sarığını arkaya doğru kaldırması gerekir. Sarığı kaldırırken, eline Avusturya murahhasının adı yazılı kâğıt gelmiş:
—Bunu hala taşıyacak mıyız?. Diyerek, o kâğıdı yırtmış.
Bu sırada, hizmetini gören halifelerden Osman Efendi; o anın saatini ve gününü tesbit etmiş. Haliyle, Osman Efendinin durumdan haberi yokmuş.
Aradan bir zaman geçmiş; Avusturya murahhası da, izinli olarak Viyana’ya gitmiş. Aynı gün ve saatte, kalb krizi geçirmiş, sokakta düşüp ölmüş.
Bunun üzerine, Hüseyin Hilmi paşa, Hacı Nuri beye şöyle der:
—Küçük Hüseyin Efendiye bir mektup yaz; memleket namına kendisine teşekkür et.
Sonradan, Osman Efendinin şahid olduğu vaka ile mektup münderecatının birbirini tamamladığı görülmüş.
KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİNİN EVİ
Hüseyin Hilmi paşa, Sultan Hamid devrinde sadrı azam olarak İstanbul’a geldi. Her hafta, Sultan Hamid’in huzuruna çıkar, memleket işlerini görüşürdü.
Hüseyin Hilmi paşa, her huzura çıkışında, Küçük Hüseyin Efendiye bir ev alınmasını teklif etmek istermiş. Ne var ki, üç hafta arka arkaya huzura girdiği halde, bu teklifi unutumuş; dışarı çıktıktan sonra da aklına geliyormuş.
Paşa bu durumu düşünmüş düşünmüş, kendi kendine şöyle demiş:
—Demek ki, padişahın ev almasını Küçük Hüseyin Efendi istemiyor..
Bunun üzerine, Hacı Nuri beye, Küçük Hüseyin Efendi için uygun bir ev bulmasını rica eder.
Ve bizim de yetiştiğimiz, Küçük Hüseyin Efendinin oturduğu Sancaktar Hayreddin mahallesindeki Tekke Sokağı 36 numaralı evi satın alırlar.
KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİNİN EL DEFTERİ
Küçük Hüseyin Efendinin 10X6 cm. boyundaki el defterinden notlar:
• Her kande aşk ehli var ise karib ola;
Herkim karib gönlün alursa er ola..
• Kişi hüsnü rızası ile çıkıp terki diyar etmez;
Sebepsiz gurbetin kahrın kendine ihtiyar etmez.
• Tehidest (eliboş) kapuna gelse:
—Git Efendi obur. Derler.
Elinde güzeşte (burada: Eli dolu, anlamına) olsa;
—Gel, içeri buyur.. Derler.
YUNUS’UN DEYİŞİ ÜZERİNE AÇIKLAMA
Teşrini sani (kasım) 23, 1302 tarihiyle.. Sefer’ülhayr 27, 1303. (M. 1884)..
Üstteki yazı ve tarih defterin bir yaprağından alındı.
Derviş Yunus kaddese’llâhü sırrahu’l azîz hazretlerinin nutku hikmetâmiz kudsîlerini ElHac Mehmed Feyzullah’ilKudsî Efendi hazretlerinin şerhi kudsîleridir.
Bu güzel şerh, 1282 (M. 1865) tarihinde Arap dili ile reşadpenahîlerden sudur etmiştir.
Denize bir ip gerseler;
Üstüne ceviz serseler;
Ol ipi düşürseler;
Ne hoş olur cunburdusu..
Burada, denizden murad, âhiret âlemidir.
İpten murad, kişinin ömrüdür.
Dünya, manasına da gelir; şeriat, manasına da..
Üzerine ceviz sermekten murad; insanın kendisinin bu maddî unsurlara bağlı vücududur.
İpin düşürülmesi, kişinin güzel ömrünün son bulması ile, amellerine göre âhiret hayatına gitmesidir.
Şişeden bina kursalar;
Bir hayli vakit dursalar;
Sonra sopa ursalar;
Ne hoş olur şangır dışı..
Şişe binadan nıurad, kişinin bu unsurlara bağlı vücududur. Nazlı nazlı nimetler içinde süslü hayli zaman yaşar.
Sopa ile vurmak, ölüm meleğinin gelmesidir.
Şangırtıdan murad, âhiret âlemine gittikten sonra, geride kalanların anı, figanıdır .
Derviş Yunus söyler bunu;
Sakın ipe serme unu;
Baktın ki, dünyanın sonu;
O kopacak kıyamettir..
—Yunus söyler bunu..
Demek, onun size nasihati, öğütü demektir.
—ipe serme unu.. Demek de şu demektir:
—Güzel ömrünü masiva arzusuna verme, boşa giderme..
Kopacak kıyamet ise, kişinin ölümüdür; bu da küçük kıyamettir.
Yerden göğe küp yığsalar;
Tepesine dek çıksalar;
Sonra bir tekme ursalar;
Ne hoş olur gümbürdüsü..
Küp yığmak, kişinin ibadetidir; yerden göğe kadar olsa..
Küplerin tepesine çıkmak, yapılan ibadetlerini insanın beğenip onlara güvenmesidir. Bu hali ile, kötü sıfatlardan kendini beğenme sıfatını kazanmış olduğundan, ettiği amellere tekme vurmak gibidir. Cümle amelleri ortada olur.
Gümbürtüren murad ise, büyük kıyamettir.
Doğruyu en iyi bilen Allah’tır.
Zikrile maksuda eren;
Hak’la pazarı kuran;
Canım canana veren;
Aşıkı şeyda buyur..
Fethi naçare yetiş
Derdile timare yetiş;
Bu dili naçara yetiş;
Ey gözü şehla buyur..
Mevlâ talibi isen, her kişiden himmet dile; gafil olma.
Matlabm varsa sırrı Kur’an’da ara.
Kasım Hilmi yaz bunu; Sakın, ipe serme unu..
Gör, insanın nedir sonu,
Gönülde bağla sen onu.
Aman Allah, aman Allah,
hal dilim yaman Allah..
Özetle, buraya kadar Küçük Hüseyin Efendinin küçük el defterinden, kendi el yazısı, başkaları tarafından yazılmış bazı parçalarla Yunus’un, Feyzullah Efendi şerhini naklettik. Bunlardan maada, Eşrefi Rumi, Niyazi, Yunus’a ait olanları da vardı.
KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİNİN YEMEK ÂDETLERİ KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİNİN İBADETLERİ
Küçük Hüseyin Efendi, ramazanı şerifte, akşam namazını kıldıktan sonra iftar ederdi. Diğer normal günlerdeyse (alaturka vasati) saat 11’de akşam yemeğini yerdi. (akşam namazından bir saat önce)
Normal günlerde, belirtilen saatte yemeğini yedikten sonra, abdest tazeler; akşam namazının vaktini beklerdi.
öğlen vakti ise, öğlen namazını eda ettikten sonra yemeğini yerdi.
Sabahları ise, sabah namazını kıldıktan sonra, yazın biraz uzanırdı. Kalktıktan sonra işrak namazını kılardı.
Akşam namazından sonra, çoğunlukla 4 rekât evvabin namazı kılardı.
Geceleri, imsake iki saat kala kalkar, üç çeyrek saat (45 dakika) kadar meşgul olurdu; peşinden teheccüd namazını kılardı.
Gündüzleri nadiren yatardı.
Geceleri, en çok (vasati) alaturka saate göre, üçe kadar otururdu.
Ramazan gecelerinde dörde kadar otururdu.
Sabahlan bir kahve, yahut çay, veya süt içmek âdetleri idi. Çayın limonunu hafif, şekerini çokça atar içerdi.
Sevdiği yiyecekler içecekler arasında tatlı ve yoğurt vardı. Tatlıyı, yoğurdu yerdi; özellikle ayranı her zaman içerdi.
Üzümü, karpuzu, armudu severek yerdi.
Makarna (erişte) çorbasını çok severdi. Her cuma gecesi, medresede yoğurtlu, naneli makarna çorbası yapılırdı.
Takvim yapraklarını her gün koparıp yanına kor; namaz vakitlerini beklerdi.
Cuma günleri, öğlen ezanından bir saat önce, yemek yerlerdi. Ondan sonra da, hizmetini gören Emin bey ile yaya olarak Sünbül Efendiye,, bazen da, ramazan Efendiye giderlerdi. Son zamanlarında, payton arabası ile gitmeye başladı.
Cuma namazından sonra, medreseye teşrif ederdi. Medrese kapısında,halifelerden, Kemahlı Osman Efendi, kendisini kapıda karşılardı.
Medrese içerisinde, kendisi tarafından yapılan, sol taraftaki kendi odasına girerdi. Pencere yanındaki köşede yer minderine, iki dizi üzerine otururdu. Gelen ihvan, misafirler ellerini öperlerdi.
Gelenlerin bir kısmı, odada bir süre oturduktan sonra, medresenin kubbeli odalarından birine girerlerdi. Yahut mevsimine göre, bahçedeki yere serilmiş hasırlar üzerine veya sandalyalara otururlardı.
Küçük Hüseyin Efendiye kahve nakibi ve medrese hadimi Osman Efendi, (mevsime göre) kahve veya çay getirirdi. Bir müddet sonra ayran ve limonata içtikleri vakidir.
Gelen ihvana da, kahve ikram edilirdi.
Sonra Küçük Hüseyin Efendi abdest tazeler; ikindiye 20 dakika kala hatmi hacegân okunurdu. Hatmi hacegân bittikten sonra, cemaatle ikindi namazı kılınırdı.
Hatmi hacegân her cuma günü, her sabah, cuma geceleri, pazartesi geceleri, kandil geceleri okunurdu.
Küçük Hüseyin Efendi, bayram namazlarını, bazen Hekimoğlu Ali Paşa’da, çoğunlukla da, Sünbül Efendi camii şerifinde eda ederdi. Ondan sonra da, medreseye teşrif ederdi.
Kurban bayramında kurbanlar kesilir, bir kısmı dağıtılır, bir kısmı da büyük bir kazan içine konur ve pişirilirdi. Gelen ihvana, misafirlere sofralar açılırdı.
İlk sofrada, Küçük Hüseyin Efendi, halifeleri ile yabancı misafirler yerlerdi.
Bayramın her günü, Küçük Hüseyin Efendi medreseye teşrif ederdi. Gelen ziyaretçiler, ihvan arasında güzel sesli olanlar aşr-ı şerif, ilâhi ve gazeller okurlardı; bir süre sonra da giderlerdi. Küçük Hüseyin Efendi ise, akşama kadar otururdu.
Küçük Hüseyin Efendi, geceleri yatarken, abdest alıp yatardı. Şu duaları da okurdu:
25 kere istiğfar..
1 kere âyet’elkürsî..
21 kere besmele-i şerif..
3 kere selâmün alâ Nuhun filâlemin (Âlemlerde Nuh’a selâm olsun)..
İMAMLAR İÇİN SORULACAK SORULAR
Yediren doyuran, esirgeyen koruyan Allah’ın adı ile..
İmamı Azam hazretlerinden rivayet edilmiştir; şöyleki:
İmam olacak kimsenin, dört meseleyi bilmesi gerekir. Bu dört meseleyi bilenin imam olması caizdir; bilmeyenin de imam olması caiz değildir.
O dört mesele şunlardır:
1. İmam namaza başlarken şöyle diyecek:
—İşbu namazı kendim için kılarım, cemaat için niyet ederim.
2. İmama:
—Biz sana uyarız, sen kime uyarsın?. Diye sorulduğu zaman, şöyle diyecektir:
—Ben, Hazreti Muhammed Mustafa’ya uyarım; Allah ona salât ve selâm eylesin.
3. İmama:
—Bizim imamımız sensin; ya senin imamın kimdir?.
Diye sorulduğu zaman şöyle diyecektir:
—Benim imamım Kur’an’dır.
4. İmama;
—Bizim namazımız seninle tamam olur; senin namazın kiminle tamam olur?.
Diye sorulduğu zaman şöyle diyecektir.
— Benim namazım ilimle, Hazreti Peygamber Efendimizin sünneti ile yani: Şeriatla tamam olur.
KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİNİN CEZBE SEBEBİ GAZEL
Feyzullah Efendinin meclisinde okunduğu vakit, Küçük Hüseyin Efendinin ilâhî cezbe zuhuruna sebeb olan gazel şudur:
Özüme sevda bıraktı, canıma efkârı aşk;
Bir bakışta âteşe yaktı beni dildarı aşk..
Feyzi İsa, hikmeti Lokman bana kâr eylemez;
Yedi kudret taa ezelden yazdı çün bimarı aşk..
Pare pare olmasın, ya neylesin biçare dil;
Her nazarda bin tecelli gösterir didarı aşk..
“Sığmadı tefsire nokta, ermedi aklı cihan;
Mushafı sinemde kaldı çıkmadı esrarı aşk..”
Zulmet-İ şirki riyadan kurtarır kendini;
Zahidin kalbinde tâbân olsa ger envarı aşk..
Dergehi şahı velayettir penahım Âkifa;
Bendei kerrarı aşkım, bendedir kerrarı aşk..
LEVHALAR
Küçük Hüseyin Efendinin hanei saadetindeki misafir odasında asılı olan levhada şunlar yazılıydı:
— Elhamdü lillahi alâ niamihi (ihsan eylediği nimetlerden dolayı Allah’a hamd olsun).
Küçük Hüseyin Efendinin medresedeki odasındaki levhada ise şunlar yazılı idi:
Âyinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim;
Mir’atı Muhammed’den görünür Allah daim..
Medresedeki Visali Efendinin odasında asılı olan levhadaysa şunlar yazılı idi:
Kalmasın senden eser asla, kemal ancak budur;
Varını yok eyle, vahdette visal ancak budur..
*
ŞİİRLER
Burada, değişik zatlardan çeşitli şiirler
Şu beyt, Feyzullah Efendinindir:
Bu, bir vehbi ilâhîdir; Kesb ile olur peyda..
Küçük Hüseyin Efendi şöyle dedi:
— Feyzullah Efendinin birçok eserleri vardı. Onların hepsini, Visali Efendi aracılığı ile denize attırmış..
Şu da, Feyzullah Efendinin bir gazelidir:
Gel ey âşıkı sadık, dilersen vaslı cananı;
Ara kâmil insanı, kabul kıl canla anı..
Kim koysa başı dergâhına, azad etmez asla anı;
Terk eyle kıl ü kali bulasın vaslı cananı..
Budur maksudı aslî, budur âşika sermaye;
Âşıkı sadık olagör sayin ola meşkûr..
Vücud (devamı bulunamadı)..
MALATYALI HACI HASAN FİRAKÎ (VİSALİ)
Malatyalı Hacı Hasan Efendiden alınmıştır:
Âşıkların al canını ver anlara cananını;
Âşık neyler can ü teni, ister heman cananını..
Visali 1315
Şu cümle Visali Efendinindir:
— Ustura gibi ihlâs; bileği taşı gibi teslimiyet..
Ekin ekip çift sürmeyen;
Sofrasına nan kesmeyen;
Arının kahrını çekmeyen;
Balın kadrini ne bilir!.
Visali
Fitneler icad eder ol çeşmi fettanın senin;
Gamzeler kanım döker, hiç yok mu imanın senin?
Şal ü kaşmiri düşürmüş iken ebru üstüne;
Hem belinde hançeri, der: Dökerim kanın senin.,.
Pek zayıf etti vücudum narı hasret el’aman;
Eyle teskin tabi hicrin, söyle dermanın senin..
Bağı hüsnün gülistanına ermesin tek bîr zeval;
Bu Firakı candan olsun günde kurbanın senin..
Firaki (Visali)
Aşkın serer ateşi ta kalbime düştü;
Ahım işiten, yandı diye başıma üstü;
İmdadıma eşkin (göz yaşını) dökerek dide yetişti;
Hepsi kalıp âciz dediler, yandı bu eyvah;
Yansın ko, dedim sönmeye söndürmeye Allah..
Kalbimdeki ateş büyüyüp cisme yayıldı;
Bu halime canan acıyıp düştü bayıldı;
Gül rahlerine gözyaşlarımı döktüm ayildı;
Ağuşuma yaslandı, dedi sönmedi mi ah;
Yansın ko, dedim sönmeye döndürmeye Allah..
Söndürmek için etti derağuş beni yar;
Hayfa ki, anın kalbi de ol rütbede pürnar;
Bir kat daha dil ateş olup oldu şererbar;
Ben mi sebeb oldum vah vah dedi ol yar;
Yansın ko, dedim sönmeye söndürmeye Allah..
(Visalî Efendi)
Bahçei âlemi hoşbu ile doldurdu o gül;
Gonceî gülfem ile âşıkı soldurdu o gül;
Şivei naz ile bülbülleri öldürdü o gül;
Güle geldi gülerek gülleri güldürdü o gül;
Gül güler miydi güle, gelmese gülzara o gül..
Eyledi mürde iken halkı cihanı ihya;
Zatı pakiydi anın nuru Huda’dan peyda;
Mayeı aşk olan âdem nice olmaz şeyda;
Güle geldi gülerek, gülleri güldürdü o gül;
Gül güler miydi güle, gelmese meclise o gül..
Sundu erbabına ol sakii aşk badeleri;
Kaldı hep mesti müdam zümrei üftadeleri;
Tal’atî, şevki şad eyledi naşadeleri
Güle geldi gülerek gülleri güldürdü o gül;
Gül güler miydi güle, gülmese gülzara o gül..
Vasfedip Bari Huda şanına LEVLÂK okudu;
Hakipayını temenni edip EFLÂK okudu..
(Visalî Efendi)
Bu şiirin devamı bulunamadı,
MEHMED EMİN BEY (NAMÎ)
Küçük Hüseyin Efendinin hizmetini gören Mehmed Emin beyin defterinden:
Murğ-i ruhum görmek ister ya Muhammed ruyunu;
Koklamak ister gönül her lahza anber buyunu..
Bastığın toprakların içsem serapa suyunu;
Dinledikçe gaşy’olur dil daima hoş huyunu..
Her çiçek senden alır bî-şüphe renk ü buyunu;
Sürmedir gözsüzlere bîşek gubarı makdemin;
Boş değildir döktüğü eşki hazini didenin..
Mürdeyi ihya eder İsa gibi muciz demin;
Melcei sensin ancak bendei ûfkendenin..
Madihin Zatı Huda’dır ya Resulallah senin;
Ya Resulallah, zikrinle kalbim pürnur olur;
Gam gider şadı gelir beyt’ül hazen mamur olur..
Cümle âlem müznib olsa şüphe yok mağfur olur;
Bulan zat ü sıfatın taa ebed mesrur olur..
Desti nasibinden içen Namı gibi mahmur olur..
(Mehmed Emin bey Namî mahlasını kullanırdı.)
Habli bülbülden çıkan muhrik seda;
Bülbül âlet, söyleyen Zatı Hûda..
(Namî)
Uçurduk bülbülü altın kafesten;
Meded umma her nefesten..
(Namî)
Narı aşkta yanmayan bilmez zevki visali;
Zevk halinden ibaret sanma zahid vehmi visali.
(Namî)
Ey padişahı lem yezel; Yoktur şerikin filezel..
Dillerde destan bu mesel; Zatın, sıfatın pek güzel..
Hayran bu hale kâinat; Etmiş ihata nuru zat..
Aşkınla mali sanihat; Zatın, sıfatın pek güzel..
Verdin vücud ezdada sen; Geldi zuhura bu beden..
Kimdir seni inkâr eden; Zatın, sıfatın pek güzel..
Gâhi olursun bir hacer; Gâhi olursun bir şecer..
Her ferd seni tenzih eder; Zatın, sıfatın pek güzel..
Bir sırrı azamdır cihan; Her zerrede zatın ayan..
Sinemde buldum bir nişan; Zatın, sıfatın pek güzel..
Sığmam demişsin bir yere; Göz tabiî şebpere.. (Yarasa)
Girdin umume’n kalblere; Zatın, sıfatın pek güzel..
Terk eyle Namî varlığı; Hail olan ağyarlığı..
Gelsin sana Hak varlığı; Zatın, sıfatın pek güzel..
(Namî)
Kim ki nasa hizmet etse naili amal olur;
Cana minnet bilse elbet müsterih’ülbâl olur..
(Namî)
Bilirim bezmi elestte mazharı feyz oldu gönül;
O zaman biz biz idik, şimdi acep n’oldu gönül!.
(Namî)
Narı aşkta yanmayan aşk ehlini tayib eder;
Cisri aşkı geçmeyen (devamı bulunamadı).
(Namî)
Baharın zevkine yoktur nihayet;
Hezar eyler neden durmaz şikâyet..
(Namî)
RASÛLÜLLAH SALLALLÂHÜ ALEYHİ VE SELLEME ÖVGÜ
Aşkı Habibi Kibriya, yaktı beni ser ta bepa;
Virdim budur subhu mesa, ruhum Muhammed Mustafa..
Olsun sana canım feda..
Senden mukaddem enbiya, aldı bütün senden ziya;
Ey nuru çeşmi evliya, ruhum Muhammed Mustafa..
Olsun sana canım feda..
Kutan umuma mucize, Hak’tan getirdin sen bize;
Oldun muin her âcize, ruhum Muhammed Mustafa..
Olsun sana canım feda..
Açtın şeriat babını, teşkil edip mihrabını;
Kurdun güzel bünyadını, ruhum Muhammed Mustafa..
Olsun sana canım feda..
Her parmağın bir selsebil, şakk’ülkamer bahir delil;
Tasdik eden olmaz zelil, ruhum Muhammed Mustafa..
Olsun sana canım feda..
Baldan elezdir sözlerin, şifadır gözlerin; Hamişisin öksüzlerin, ruhum Muhammed Mustafa..
Olsun sana canım feda..
Açtın tarikı hafiyeyi, kestin zulamdan reşteyi;
însan edip napuhteyi, ruhum Muhammed Mustafa..
Olsun sana canım feda..
Sayende hep üftadegân, buldu hayatı cavidan;
Namî kulun müştakı an, ruhum Muhammed Mustafa..
Olsun sana canım feda..
(Namî)
Tahammül kalmadı tende felekin çevri yetmez mi;
Hususî lutf ü ihsanı acep bir gün erişmez mi?.
Ne çekti Âdem ü Havva felekten etmedi şekva;
Kurulmuş bir dolap ama görenler hayret etmez mi,.
Seherde açılır güller öter şevk ile bülbüller;
Bilir misin neler söyler bu gam bir lahza bitmez mi?.
Girer pervane devrane atılır şemi suzane;
Yanar biçare merdane ne hikmettir bilinmez mi?.
Doğar hurşid güler yüzler füsunkârdır güzel gözler;
Gönül cananını özler acep bir gün görünmez mi?.
Sunar peymaneyi saki yakar bilcümle uşşakı;
Cihanda aşk kalır baki bu şerbetten içilmez mi?.
Nedir Namî bu feryadın muamme aşkla bünyadın;
Lisanda bir kuru adın kalırsa hiç yetişmez mi?.
(Namî)
Nedir bu çektiğim senden benim, ey nefsi emmâre;
İnandım, yokmuş insafın âlemde mekkâre..
Aziz ömrüm heba ettim, rehi nafteye gittim;
Bilerek dostu incittim, senin mekrinle gaddare..
Aman derdim lisanımdan, geçilmezdi figanımdan;
Tutan yoktu inanımdan? tapardım batıl efkâre..
Bahar geçti hazan geldi, bana külli siyan geldi;
Nedamet bağrımı deldi, yüzüm yok Babı Gaffare.
(Namî)
İnkıraz bulmaz tarikat, kalkmadan seyr ü sülük;
Ekmel insan önünde eğdi baş bunca mülûk..
(Namî)
Dem çeker feryad edersin bîtevakkuf taa seher;
Söyle bülbül, nalei cangâhı kim şerh eder?.
Goncei naşüküftenin ömrü bilirsin az olur;
Ehli “aşktan var mı başka derdine hemraz olur?.
(Namî)
Vücud birdir bütün eşya cemali Hakk’a revzendir;
Hemeostla hemeezost kemal ehline ruşendir;
Vücud iklimi cesettir, serapa bahri hikmettir;
Yapansa desti kudrettir yıkarsa yapmak ehvendir;
Hudanın aynıdır, değil gayrı hakikatta taayyünden münezzehtir..
(Namî)
Camı aşkı nuş eden Mansur gibi berdar olur;
Zümrei uşşak içinde akıbet serdar olur..
Levmi idimden ne korku, bizde varlık kalmadı;
Bülbülü vahdetserayız nağmemiz gülzar olur..
Haleti aşkı ne bilsin sofii napuhtegân;
(Namî)
Cümle eşya Zatı Hak’tır Hak, münezzeh cümleden;
Her kabın şeklin alır, bir şekle mal olmaz neden?.
Oynadı sırrı mahabbet, ten gılafın giymeden;
Mai mevhum gitti, suret oldu âyineden..
Hub cemalin görmeğe müştak idi âyineden;
Bir âmâi mutlak idi, Âdemi halk etmeden..
Mürğu aşka lâne oldu kalbi kâmil cümleden;
(Namî)
Evveli aşk, âhiri aşk, aşka yoktur intiha;
Leylei isradaki sırra olanlar aşina..
Vak’agir intizar olmuş bu hale daima;
Cümlenin maksudu nokta, perde olmuş masiva..
Münezzehtir hululden Zatı Bari;
Bütün sular görürsün bahre cari;
Tebahhurdan olur hâsıl (devamı bulunamadı).
(Namî)
Canlar içinde can idin;
Her derde sen derman idin..
Âşıklara sultan idin;
Anlar içinde an idin..
*.
Hacei manadan aldı dersi Ümm’ülKitap;
Noktai vahdette çekildi, (devamı bulunamadı)..
(Namî)
Nuru mutlak, sureta insanda oldu runümd;
Kalbi Âdem, buldu bu nurdan cilâ..
(Namî)
Masivadır cümle eşya, Hakk’a mir’at oldu dil;
Har ü haşek istemez imiş anı sende bil..
(Namî)
Kuvveden fiile getirmiş, kudreti Mevlâ’ya bak;
Yokladın mı aslını, nutfedir bir katra kil..
(Namî)
Açıldı didei canım;
Göründü mahı tabanım..
(Namî)
Desti kudretle bezenmiş her çiçek;
Karşıdan hoştur temaşa eylemek..
Barekallah doğrusu sabbağına;
Verdi revnak bülbül, can bağına..
(Namî)
Secdegâhım kabe kavseyni Habibi Kibriya;
Kiblegâhım ravzai huldü berini asfiya..
Serveri evlâd-I Âdem, nuru çeşmi evliya;
Aşk u şevk ile yanar cismi zaifim daima;
Buk’ai Batha’da doğdu afitabı kibriya;
Makdemi teşrifin bildi ganimet enbiya..
Nuru feyzi ukdesinden oldu seyrabı evliya;
Vahyi Hak’tır her kelâmı, yok hilafım Namiya..
Rahmeten lilâlemin’sin ya Muhammed Mustafa..
(Namî)
Eylesin sayin Huda meşkûr derviş;
Sana dünyevî, uhrevî makamında kılsın reha..
(Namî)
Terki dava, ketmı mana menzile îsal eder;
Vücud birdir, bütün eşya Cenabı Hakk’a revzen dir..
(Namî)
Gûş ü huşunda yer etsin pendnamei Attar senin;
Kıblei ehli aşka pirev olmuş seyri üallahta senin..
(Namî)
Ey sakii ruzi elest;
Uşşakı kıldın meyperest..
Ağyarla oldun dest bedest;
Oldun neden hatırşikest..
Biz köşei meyhanede;
Ağyarla sen kâşanede..
(Namî)
Sırrı Hak’tır, anlaşılmaz kal ile dilhanesi;
Aşiyanı kibriyadır Âdem’in kâşanesi..
Kadrinin kadrini bîşek Namıi Kemter bilir;
Leylei kadre müsadif gelen hep şâd olur..
(Namî)
Kâinat gördüm bugün pür velvele;
Düştü iklimi vücuda zelzele..
Feyzi Hak cari iken her bir dile;
Kim demiş girmez imiş Allah ele..
Malum olsaydı eğer insanlara sırrı kader;
Esbabı âleme eylerdi irası keder..
Atıl u batıl kalırdı mutlaka sayi beşer..
(Namî)
MEHMED EMİN BEYİN MEKTUBU HASAN REŞAD BEY
Aşağıda, Mehmed Emin beyin, Hasan Reşad beye yazdığı mektubu okuyacaksınız.
Mektup şöyle başlıyor:
Ruhum Reşadcığım,
Evvelâ üzerimize vacib olan selâm ve duayı ifa ettikten sonra, tevalii sıhhat ve temadii muvaffakıyatımzı zevali napezir Rabbımızdan dilerim.
Amin en Peşaver’e muvasalat buyurulduğuna dair, esmer güzeli Sadık beye yazdığımız mizahtan ziyade bir felsefei İslâmiyeyi muhtevi bulunan mektubunuz, manzuru âcizi oldu.
Babil Kulesi’ne, güzel bir numune teşkil eden vapurdaki seyahatinizin güzel geçtiğini yazmış ve velayetten de bahsetmişsiniz. Nefse hoş gelen bir şey ama bu söylediğiniz vücudu hakkanînin zuhur ve büruza gelmesine ve bu da mevhibei sübhaniye olduğuna şüphe yoktur. Maalesef, o da bu Fakir’de yoktur.
Zannı âciziye kalırsa kemalâtı beşeriye ahlâkı hasene ile kaimdir. Bunun içinde cümlesi münderiçtir. Keşif ve keramet, velayete maşrut değildir. Marifet, tasfiyei kalb ve tezkiyei nefistir. Buna muvaffak olanlara da:
— Ashabı dil (gönül ehli).
Denir. Bu da duanız bereketi ile teysirnüma (kolaylıkla) olur.
Hüsnü zan iyi şeydir. Sui zandan tevakki etmek lâzımdır, itibar, mevcudadır; mevhuma değildir.
Bir mevcud ki, ahdi ezelîyi ifa ettikten sonra otuz altı sene daha daim ve bakidir. Bizler, onun babı saadet medarında en âciz ve naçiz bir kıtmiriyiz. O, bir mir’atı yektadır ki, nuru mutlak o sıfatı celileden nümayan olur. Bunlara:
— Hellâli müşkilât (zorlukları çözen)..
Denir. Bizler de onun re’fet ve barigâhı şefkatine sığınmış âcizleriz. O, zevali napezir kapıda enfası madudemizi bitirmek isteriz, inşaallahü teâlâ.
Hatırımdan çıktığın yoktur Reşad, bir an bile;
Âlemi ervahda verdik biz seninle el ele..
Nuru zatı kibriya cari iken dilden dile;
Didei nadide meyletmez her bir güle..
Kudreti Mevlâya nisbet bahrı umman zerredir;
Zerrei naçiz içinde sırrı insan kürredir..
Limaallah vaktinin sultanına bir bendedir;
Mayemiz hubbü Ali’dir, bilmeyen etkendedir..
Sinei bîkünyemizde ehli beyti Mustafa;
Hattı zerrinle yazılmış pençei âli aba..
İptilâdan ivtilâya sevk eder hükmü kaza;
Hüccet ü burhan buna işte Aliyy’ülMurtaza..
Kâinat gördüm bugün baştan başa pürvelvele;
Düştü iklimi vücuda nagehan bir zelzele..
Feyzi Zatı Mustafa sari iken dilden dile;
Kabil olmaz kim demiş, girmez imiş Allah ele..
Cümle eşya zildir amma müntehidir aslına;
Aklı cüz’î perde olmuş giremez bir faslına..
Harf ü savte bürünen bir noktadır bak aslına;
Âyeti sırrı aceptir anla gir de faslına..
Cümle esmanın esası ismi Budur, ismı Hu;
Cayigir olmuş ezelden noktai sevdada (süveyda olabilir) bu..
Akil ü dana isen hariçte etme cüstücu;
Mahzeni ilmi ledünsün değmez bu yolda güjtegû;
Ah ateşi yar ile geçti ömrü bülbülün;
Rengi ruyi buldu revnak ah bülbülden gülün..
Menzdi canana yol bulmaksa kasdın Namiya;
Haydarı Kerrar’a doğru çek inanın düldülün..
Zemzemesiyle tasdiatıma nihayet verir ve tecdid edildiği halde hakkınızda hayırlı olacağını inayeti ilâhiye ve imdadı ruhaniyeti Peygamberiye ve himmeti kudsiyei Hazreti istinaden, arz eyler ve doya doya yanaklarınızdan öperim. Ebülfükara Reşadcığım..
(Tevcihime gücenme; Yazmaktan üşenme..)
*
İhvandan Şevket beyin, Küçük Hüseyin Efendi için yazdığı gazeller:
Mazharı sırrı hayatı cavidansın ya Hüseyin;
Kutbu âlem mihveri kevn ü mekânsın ya Hüseyin..
Üç muazzam zata erdin, cismini nur eyledin;
Âlemi lahut içinde gizli sultansın ya Hüseyin..
Bir güzide hılkata mazhar olup zatın senin;
Nimeti uzma vücudun feyzi ihvansın ya Hüseyin..
Merhamet ü şefkat muhassas zatına ey nuru Hak;
Öyle teslimi ilallahsın ki, irfansın ya Hüseyin..
Nakşibendî Halidî’de Şeyh Feyzullah kulu;
Sende hatm olsa revadır nuru burhansın Hüseyin..
Firkatin göstermesin âlemde Allah’ım bize;
Bin yaşa ey padişahım, tenlere cansın Hüseyin..
Bezmı canana kavuştur Şevketi avareyi;
Esmai zülcelâl Rabbı Rahman’sın Hüseyin.
**
Nasıl vasfeyleyem bilmem Cenabı Şeyh Hüseyin şafî;
Lisanım aciz ü kahir meded ya Şeyh Hüseyin Şafî..
Tarikı Nakşibendî’de bugün yektai arz oldu;
Gönüller derdinin dermanıdır sultan Hüseyin Şafî..
Cenabı Şah Feyzullah Visalî can u canandan;
Hilâfetle mübeşşer sakii vahdet Hüseyin Şafî.
Ne hacet arz u izaha dilâ meydanda asarı;
Güneş gibi ziya saldı cihana Şeyh Hüseyin Şafî.
Küçük, derler velâkin pek büyüktür, namına kurban;
Tahayyürde kalır insan muazzam Hüseyin Şafî.
İlâhî sen inayet kıl o ekmel zata her daim;
Muammer hem mükerrem olsun o sultan Hüseyin Şafî.
Füyuzat bahş olsun hem umum ihvan ve yârana;
Bana da bir nazar kılsın yeter Şevket Hüseyin Şafî.
*
TAVSİYE
RECEB EFENDİ TEVFİK EFENDİ
Küçük Hüseyin Efendinin halifelerinden; Receb ve Tevfik Efendilere, Küçük Hüseyin Efendi şöyle demiştir:
— Ne şeyh olacaksınız, ne şeyh bulacaksınız; dersinize devam ediniz.
Bu vakayı, Receb Efendi anlattı.
Dil nazargâhı Celili Ekberest..
Âşıkta gam, keder n’eyler;
Gam, halkı cihanındır..
Gel uzun etme bu işi; Söz piri muganındır..
**
Hatadan beri olan mekândan münezzehtir.
**
Hased o rinde ki, asudedir mezarında..
MEVLÂNÂ HALİD ZİYAEDDİN BAĞDADÎ HAZRETLERİNİN YAZMIŞ OLDUĞU SİLSİLEİ ŞERİFE
Allah’a hamd olsun. O, öyle büyüktür ki; sevgi bağı ile bağlı zattan gelen Hüseyniye, Feyziye, Kudsiye, Halidiye, Nakşıbendiye intisabını feyiz yollu ihsan eyledi.
Bu büyük ihsanını; yerin doğusuna, batısına aylar gibi, güneşler gibi dağılan özünde sözünde doğru âşıklara yaptı.
Yüce Allah, Efendimiz, sahibimiz Muhammed Mustafa’ya salât ve selâm eylesin. Aşkın kaynağı odur; sürürün olduğu yer odur.
Yüce Allah, onun âline, ashabına da salât ve selâm eylesin. Çünkü onlar olanca güçleri ile yaratanına şükür eden, Ahmediyet makamındaki koılun, hakikatlar denizindeki sırlarını almak için dalıcılardır.
SİLSİLEİ ŞERİFE
(Silsile klişesi eserin sonundadır.)
1. Nebi (Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz Hazreti Muhammet Mustafa;) ..
2. Sıddık (Hazreti Ebu Bekir; Allah ondan razı olsun)..
3. Selman, (Selmanı Farisî; Allah ondan razı olsun)..
4. Kasım (Hazreti Ebu Bekir’in torunu)..
5. Cafer (İmam Caferi Sadık)..
6. Tayfur (Bayezidi Bistamî)..
7. Ebülhasan (Ali Harkanî)..
8. Ebu Ali (Fazl Farmidî)..
9. Yusuf (Hemedanî)..
10. Abdülhalik (Hace Abdülhalik Gucdüvanî)..
11. Arif (Rivegerî)..
12. Mahmud (İncir Fağnevî)..
Adı geçen zatlar, Maveraünnehir (Ceyhun ırmağının ötesindeki beldeler) ülkesinin şanlıları idiler.
13. Ali (Hacei Azizan Ali Ramitenî)..
14. Baba (Muhammed Baba Semmasî)..
15. Külâl (Seyyid Hace Emir Külâl)..
16. Nakşıbend (Muhammed Bahaeddin Şah Nakşıbend)..
17. Alâeddin (Attar)..
18. Yakub Cerhi..
19. Hace Ahfar (Ubeydüllah) meşhur oldu..
20. Muhammed Zahid (Vahşî)..
21. Derviş Muhammed (Istırarî)..
22. Hacegî (Muhammed Emkinegî)..
23. Baki (Muhammed Baki Bülah)..
24. Müceddid (İmamı Rabbani Ahmed Ömerî)..
25. Urvet’ülVüska (İmamı Rabbanî’nin oğlu Muhammed Masum)..
26. Seyfeddin (İmamı Rabbanî’nin torunu)..
27. Seyyid Nur (Muhammed Bedvanî)..
28. Habibüllah Mazhar (Şemseddin Canı Canan)..
29. Şah Abdullah pirimiz..
Hallerine imrenilerek bakılan bu zatlar, bizim için; karanlık gecenin ardından gelen bayram sabahı oldular.
30. Ziyaeddin ki, asrında eşi yoktu, bizim Mevlânâ Halid’imizdi. Bu zata intisab etmekle, âlem baştan sona şenlenmişti.
31. Muhammed Kudsî.. Bu zat, Mevlânâ Halid hazretlerinin feyizler deryasından kana kana içti. Kendisinden de, âlem halkı sınırsız lütuf buldu.
32. Şah Feyzullah.. Bu zat dahi, Muhammed Kudsî Efendinin kemal sırlarından bolca nasib aldı. Ruhlar bahçesine, bu zatın himmeti ile Yüce Hakk’m feyzi güneş gibi doğdu.
33. Muhammed Nuri.. Şeyh Feyzullah Efendinin kemalât şulesinden geldi. Bu zatla kulların içi dışı şen ve mesrur oldu.
34. Visalî Efendi.. Muhammed Nuri Efendinin feyiz kokusundan Mevlâ Visalî Efendiyi Allah âşıkı eyledi.. Onun tevhid şarabından içen âşıkları mahmur oldular.
35. Küçük Hüseyin Efendi.. Onun parlak güneşinden feyiz aldığından, cananın vuslat nuruna erdiğinden; Hüseyin Efendi zamanının seçkini, Yüce Zat’ın meşhur âşıkı oldu.
Yüce Allah, bizi feyizleri ile yararlandırsın.
Yüce Allah, Efendimiz, sahibimiz nurun nuru Muhammed’e salât ve selâm eylesin..
Yüce Sultan, her şeye gücü yeten, zatına yenilgi olmayan, çok çok bağışlayan Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.
**
Şah Abdullah Dehlevî’den itibaren. Küçük Hüseyin Efendiye kadar gelen zatların sonsuz âleme göç tarihleri şöyledir:
1. Abdullah Dehlevî: 1240
2. Mevlânâ Halid Bağdadî: 1242
3. Muhammed Kudsî Kunevî: 1260
4. Hacı Feyzullah Efendi: 1293
5. Muhammed Nuri Edirnevî: 1302
6. Hasan Visalî Efendi: 1320
7. Küçük Hüseyin Efendi: 1348
**
Hattat Halim Efendi tarafından silsilei şerife için yazılanların sırası ile okunuşu şöyledir:
1. Ya Hazreti Muhammed Bahaeddin Nakşıbend, (Allah ondan razı olsun)..
2. Mevlânâ Halid Ziyaeddin Bağdadî kuddise sırruhu.
3. EşŞeyh Muhammed Kudsî Kunevî kaddesellahü sırrahu.
4. Mevlânâ Feyzullah’üdDin kuddise sırruhu.
5. Eş-Şeyh Muhammed Nurî Edirnevî kuddise sırruhu.
6. Eş-Şeyh Hasan Visalî kuddise sırruhu.
7. Küçük Hüseyin Hüsnî Ankaravî kuddise sırruhu.
(Bu zatların isimleri bulunan klişe eserin sonundadır).
**
Küçük Hüseyin Efendinin kabri şerifinde baş taşında şunlar yazılıdır:
HU Meded Allah Mazharı Feyzi Huda Ankara’lı Şeyh Küçük Hüseyin Hüsnî Efendi Hazretleri
Doğumu: 22 ramazan 1244 cuma günü Ölümü: 12 şevval 1348
**
(Baş taşı yazısını Hattat Hulusi Efendi yazmıştır. Fakir, kendisine:
—Yazınızın altına imzanızı niye yazmadınız?.
Diye sordum, şöyle dedi:
—Küçük Hüseyin Efendinin baş taşına imzamı atmaya teeddüp ettim.
*
KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİNİN EL DEFTERİNDEKİ NOTLARDAN ALINANLAR
Hazreti Seyh kuddise sırruh’ülâli Mevlânâ Ziyaeddin Halid’ülBağdadî Efendimiz hakkında meşahirden (meşhurlardan, tanınmışlardan) Keçecizade Molla İzzet Efendinin medhiyeleridir (övgüleridir).
MEVLÂNÂ HALİD’E KEÇECİZADE’NİN MEDHİYESİ
Birtakım iman füruşan (satanlar) bir alay dellâli din;
Satmada sukı riyada (gösteriş pazarında) kâlei (kumaş) imali din..
Anların destinde (elinde) kalmış mustarken (perişanken) hali din;
Bir mükemmil (ikmal edici) zat, şimdi eyledi ikmali din..
Nakarat (tekrar):
Şeyh Halid’dir
gül ruhsarı millet (millet yanağında gül) hali (ben) din;
Âsitanî huldi cennet (daimî cennet kapısıdır) fedhuluha halidin (ebedî kalıcıları olarak oraya
girin)..
Şah Abdullah Azam, yani: Kutbü Dehlevî; Ruhı cismi bendegân (kulların cismine ruh) canı cihanı manevî (dünyanın manevî canı)..
Bir çerağı (lâmbası, kandili) ile verdi âleme bu pertevi (ışığı);
Gülşeni firdevse (Firdevs cennetinin gül bahçesine) döndü serbeser (baştanbaşa) dünya evi..
Nakarat:
Şeyh Halid’dir
Destgâhı kâlei irfana (irfan kumaşına tezgâhta) oldur Nakşıbend (nakış vuran);
Resmeder isterse narı ateşe (yanan ateşe) tuhmü sepend (üzerlik tohumu)..
Eyle iman kim kerametiyle memlu (dolu) köy ü kend;
Duzeh (cehennem) inkârına düşme olursun derd mend (zavallı)..
Nakarat:
Şeyh Halid’dir
Bestedir (bağlanmıştır) desti Resulüllah’a (Resulüllah’ın eline) tar rabıta (zülfüne tutunup);
Nezdine reh bağlayıp (zatına yol tutup) fikr’et karara rabıta (rabıta kararı ile).. Hazreti işan (bu zatlar) olup şimdi medarı rabıta (rabıta yeri);
Tazelendi goncai bağı diyarı rabıta (rabıta şehrinin bahçe gülü yeniden açtı)..
Nakarat:
Şeyh Halid’dir
Hanigâhı (tekkesi) hem bihişt abad (cennet ülkesi) hem darüsselâm (selâm yurdu); Çünkü kıldı Hattaı (bölge) Bağdad’dan teşrifi Şam..
Firkatiyle (ayrılığı ile) duzeh (cehennem) oldu
kişveri (iklimi) darüsselâm; Her ne derlerse’desinler bir sürü ervahı ham (çiğ ruhlu insanlar)..
Nakarat:
Şeyh Halid’dir
Kârı daim isri ashabı Resul’e iktifa (Resul’ün
ashabı izinde gitmek); Kesbi (kazancı, işi) bu bender ki (baş ticaret yeri) ki, fanide (dünyada) terki masiva (Hakk’m zatından gayrını bırakmak).. Şam’ı teşrif eyledi ol bülbülü vahdet neva (tevhidi anlatan);
Maksadın âlemde iştimam (koklamak) ise, buy-u vefa (vefa kokusu)..
Nakarat:
Şeyh Halid’dir .
Halidîlerdir fesad ümmeti tathir eden (temizleyen);
Seyfi batın (mana kılıcı) ile ehli zâhin tedmir
eden (ceza veren).. Mülhidinin (dinden çıkanların) can ü dinin arsat şimşir eden (kılıç alanına çeken);
Daim ehli sünneti cennet ile tebşir eden (cennetle müjdeleyen)..
Nakarat:
Şeyh Halid’dir
Hakipayı (ayak tozu) çeşmi cana (can gözüne) ta olunca sürme sa (sürme gibi);
Dideduz (göz dikip) hasretim Mevlâ bilir subhu mesa (akşam sabah)..
Andelip hamem (bülbül kalemim) oldu vasfına destansera (destan yazan);
Bana da yek şemme (bir koku) lütfetsin o gülsenden (gül bahçesinden) Huda (Allah)..
Nakarat:
Şeyh Halid’dir
İntisabım (bağlılığım) var ezelden şüphesiz dergâhına;
Münkeşif oldu (açıldı) dili zarım (inleyen gönlüm) dili agâhına (ayık gönlüne)..
Şüphe etme rahı Hak’tır (Hak yoludur) zahida (ey zahid) git rahına (gir yoluna);
Buyi irfanı (irfan kokusunu) sezersin düşme istiknahına (derinliğine)..
Nakarat:
Şeyh Halid’dir
Olmasam ben bendei (molla) Celâleddin (Mevlânânın bağlısı) eğer; acı fahrin (şeref tacını) etmemiş olsam o şahın zibi ser (başa süs)..
Baş koyup dergâhına İzzet olurdum hâki din (din toprağı);
Arzuhalim eylesin Şam’a revane (götürsün) eşkter (çokça gözyaşı)..
Nakarat:
Şeyh Halid’dir
YUNUSTAN DERVİŞLİK ÜSTÜNE
Hayıf (yazık) benim geçen bunca ömrüme;
Dervişlik ne güzel sultanlık imiş..
HU, dedikçe safa verir canıma;
Dervişlik ne güzel sultanlık imiş..
Dervişin birisi Bayezidi Bistam;
Dervişlikte buldu derdine derman;
Tahtını terk etti İbrahim Edhem;
Dervişlik ne güzel sultanlık imiş..
Dervişin enine aba biçtiler;
Aşk şarabın kana kana içtiler;
Cümle sahabeler böyle göçtüler;
Dervişlik ne güzel sultanlık imiş..
Bakmamış şu dünyanın haline;
Padişahlar çare bulamaz ölüme;
Var Yunus sen de şükür eyle haline;
Dervişlik ne güzel sultanlık imiş..
HİCAZ MAKAMINDA İLÂHİ
Gizlice şaha buyur, hanei tenha (boş eve) buyur;
Sevdiğim aman kerem et, lütfunla cana buyur..
Halk uyur, ağyar uyur, ey güli rana (güzel gül) buyur..
Meclisi aşka gel ey yar eyleyelim ah ile zar;
Sen sensin Efendi ben biçare baisi sevda (sevdaya tutulan) buyur..
Halk uyur, ağyar uyur, ey güli rana buyur..
Tekkei aşka dönelim, firkatle ah edelim;
Halkai zikre girelim, sen de gel ihya buyur..
Halk uyur, ağyar uyur, ey güli rana buyur..
Zikrüe maksuda eren, Hakla pazarı kuran;
Canını canana veren, âşıkı şeyda buyur..
Halk uyur, ağyar uyur, ey güli rana buyur..
Fethi naçara yetiş, derdile Umara (tedaviye) yetiş;
Bu dil (gönül) biçare yetiş, ey gözü şehla buyur..
Halk uyur, ağyar uyur, ey güli rana buyur..
Teşne midir (susamış mıdır) yoksa felek kanıma;
Eyledi hasret, beni cananıma;
Bunca etti şer Tayfî, cefa canıma;
Rahm’edip ağlar bana hep âşıkan..
EŞREFOĞLU RUMÎ’DEN
Etme felek gayrı sitemler yeter;
Derdi derdim olmada daim beter;
İncidiyor gönlümü gayet keder;
Gel beni ağlatma güldür ey güzel..
Şol ki can vermez bu yolda pes niçin canan diler;
Müddeidir (iddiacıdır) ko ani kim (dostu) ol yalan diler»
Dost yolunda âşika elbette can vermek gerek;
Zira ol dost aşkını bîdil ü bıcan diler..
Eşrefoğlu Rumî aşka vereli hep varını;
Bimurad olup yürür, ne vasıl ne hicran diler..
Hali dilzarımı (gönlümün iniltisini) duysa cihan;
Rahm’edip ağlar bana hep âşıkan..
Olmada günden güne halim yaman;
Rahm’edip ağlar bana hep âşıkan..
Şerh edemem şöyle ciğer pareyi;
Yar ise açtı sineme yareyi..
GALİB’DEN DÖRTLÜK
Biçaredir ümmetlerin isyanına bakma;
Acıdub hasretle duzehe (cehenneme) kakma..
Rahm’eyle aman ateşi hicranına yakma;
Ezcümle ( özellikle) kulun Galib pürcürmü bırak
Gâh esiri gurbet eyler, geh enisi gam (gam arkadaşı ) beni;
Şaşmışım bilmem ne yapsam bu dili nakâma (aradığını bulamayan gönüle) ben..
*
**
Her kanda (nerede) aşk ehli var ise karib (ğârib veya yakın) ola;
Her kim karib (ğarib veya yakın) gönlün alırsa arola..
Kişi hüsnü rızası (hoşnutluğuyla) çıkıp terki diyar etmez (vatanını bırakmaz);
Sebepsiz kurbetin (gurbetin) kahrın kendine ihtiyar etmez.
Tehidest (eli boş) kapıya gelse geç (veya gel)
Efendi obur derler; Elinde güzeşte (hediye veya verecek bir şey) olsa gel içeri buyur derler..
KASIM HİLMİ’NİN ŞİİRİ
Kenci aşkı (aşk hazinesini) ister isen dili viranda (yıkık gönülde) ara;
Hızır’veş (gibi) abı hayatı zulmet-i tende (beden karanlığında) ara..
Rahı Hakka (Hak yoluna) seni ir şad eyleyen manayı bul;
Ademi manayı talipsen kâmil insanda ara..
Her hacerden (taştan) güher (cevher) olmaz, maden olmaz her tür ab (toprak);
Zahida (ey zahid) gir bahri aşka (aşk denizine) dürrü (inciyi) ummanda ara..
Allem’elesma (isimleri öğretti) rumuzun (işaretini) men arefe (kendini bilen) sırrın;
Dahi anlamak şanından ise ehli irfanda ara..
On sekiz bin âlemi keşt eylesen (geçsen) bulmak muhal;
Seni yoktan var eden Mevlâ’yı var sende ara..
Talibi Mevlâ isen, her kişiden himmet dile;
Gafil olma, matlebin (isteğin) var sırrı Kur’an’da ara..
Kasım Hilmi yaz bunu, sakın ipe serme unu;
Gör insanın nedir sonu, gönülde bağla sen anı..
Aman Allah aman Allah, hal dilim yaman Allah..
(Geredevî Kasım Hilmi)
RESULÜLLAH İÇİN NAATI ŞERİF
Gönül zülfü şikâre dolaştı ya Rasulellah;
Acep Mansurveş dare dolaştı ya Resulellah..
Gehi zülf il gehi haddin (yanağın) tecellisinde mest olup;
Gehi ağyar ü geh yare dolaştı ya Resulellah..
O geh teslim, geh vahdet, geh kesret makamında;
Makalât üe eş1 ara dolaştı ya Resulellah..
Gerek vahdet üe kesret, gerek enfüs ile af ak;
Şenin’çün devredip kâr e dolaştı ya Resulellah..
Vücudun merkezi âlem medarı hestii imkân;
Muhiti kevn olan dare dolaştı ya Resulellah..
Senin zat ü sıfatın Hak bilenler erdiler nura;
Seni hak bilmeyen nare dolaştı ya Resulellah..
Marizi derdi aşk olmuş Salahı feyz ü mülküne;
Şifâyâb eyle Umar e dolaştı ya Resulellah..
(Salâhı)
NİYAZİ’DEN BİR ŞİİR
tlmi bahri vücud esdafinin dürdanesiyem ben;
Maarifi kenz ü dil vessafının viranesiyem ben..
Benim ilmim katında müçtehidler âciz oldular;
Veli ilmi ilâhînin deli divanesiyem ben..
Birer cümle cihanın halkı bir bir razı oldular;
Benim bir hale meylim yok, Hakk’ın bilmem nesiyem ben..
Bikülli âlemin halkı bilürler bende bir derd var;
Bilinmez sevdiğim kimdir nenin mestanesiyem ben..
Egerçi sureti âherde geldim âlem mülküne;
Ne maziyem, ne müstakbel, her anın anesiyem ben..
Yitürdüm benliği benlik bana Hak benliğindendir;
Tekellümde hitabı gaybetin kârhanesiyem ben..
Ne Mısrî’yem, ne Mehdî’yem, ne İsa’yem, ne inşa nem;
Bu yanan daimî şem’in velî pervanesiyem ben..
(Niyazî-i Mısrî )
MAHVÎ’DEN BİR ŞİİR
Cemalin şem’ine Mevlâm gönül pervanelik ister;
Eriyip kalmayam asla gönül suzanelik ister..
Visalin seyrine canım vusul ister, a sutanım;
Bırakıp akl ile şanım gönül divanelik ister..
Bu dünya renk belâsından, dahi ağ u karasından;
Geçip külli hevasından gönül ferzanelik ister..
Bırakıp izzetin, varın, rızasın isteyen yarın;
Çıkarıp camesin, arın, gönül uryanelik ister..
Ciğer aşk ile kebab olsun, vücud mülkü harab olsun;
Yıkılsın hep tür ab olsun gönül viranelik ister..
Bu imkân âlemin koya, sıva hubbünden el yuya;
Hüviyetten haber duya, gönül merdanelik ister..
Makamı cema azm’ede, fenafillahta seyr’ede;
Bekabillahı taht ede, gönül şahanelik ister..
Cenahı aşkla (aşk kanadıyla) uçup bu Mahvî
cümleden geçüp; Şarabı vahdeti içip gönül mestanelik ister..
*
MEVLÂNÂ ŞAH FEYZULLAH BAKİ EFENDİMİZ HAKLARINDA HALİFELERİNDEN FÜHULÎ HACI EMİN EFENDİNİN METHİYELERİDİR
Cemali Hakk’a mir’atı safadır Şeyh Feyzullah;
Derunı âşıka mihri ziyadır Şeyh Feyzullah..
Hakikattan olan âmâ bu sırdan hissedar olmaz;
Bilâ şek şemsi eflâki bekadır Şeyh Feyzullah..
Olanlar bülbülü gûyay’ı bağı vuslatı canan;
Bilir kim rehberi halvet seradır Şeyh Feyzullah..
Mahabbet cür’asından nuş eden ihvana malumdur;
Güruhu âşıkana muktedadır Şeyh Feyzullah..
Vücudun şehrin ihrak eyleyen zata hüveydadır;
Sönmez taa ebed şem’i hüveydadır Şeyh Feyzullah..
Elest bezmindeki ahd üzere sabit eyler uşşakı;
Rahı Hakk’a acaip rehnümadır Şeyh Feyzullah..
Serrai vahdeti ez can ü dil arzu eden gelsin;
Tamam mürşidi vaslı Huda’dır Şeyh Feyzullah..
Şarabı aşkla medhuş olan anlar bunu ancak;
Delili bezmi hası kibriyadır Şeyh Feyzullah..
Bırakıp redd ü inkârı bu zata iktida eyle;
Ki zira pir ev âli abadır Şeyh Feyzullah..
Celis olan bu kavme iki âlemde şaki olmaz;
Tariki Nakşıbend’e pişuvadır Şeyh Feyzullah..
Fühulî, küntü kenz’in esrarına vâsıl olan salık;
Bilir kim Cenabı Hak’tan atadır Şeyh Feyzullah..
TEVHİD ÜZERİNE
Seraser cümle âlem semme vechüllah imiş bildim;
Giyip âlem libasın görünen Allah imiş bildim..
Seçerden âyeti «inni enellah» dedi işittim;
Hakikatta şecer Musa Kelimullah imiş bildim
Dedi Şahı Velayet, noktadır asli kelâmullah;
Haberdar olmayan ol noktadan bedhah imiş bildim..
Gel ey sofi ko esmayı haber al zatı yektadan;
Senin cismi lâtifin, hep sıfatullah imiş bildim..
Sıratı müstakim üzre sebat et sıdkı niyetle;
Muradı ehli aşkın hep cemalullah imiş bildim..
Hakikat bahrinin gavvası fehm eyler rümuzatı;
O kenzin gevheri esrarına agâh imiş bildim..
Zebun et nefsini salik isen dergâhı Mevlâya;
Hemişe zikri hak ey Lütfi doğru rah imiş bildim..
(Lütfî)
**
NUTKU MECNUNÎ
Katrayız gerçi veliy amma ki derya bizdedir;
Nüh u felek seyyareler, çarhi muallâ bizdedir..
Bizdedir kenci hakikat, bizdedir sırrı meknun;
Mefharı sırrı ilâhî dürrü yekta bizdedir..
Zahida gel bize taan etme ki, biz âşıklarız;
Bülbül’i bağı cananız, derdi rana bizdedir;
Nefhai ruh’ülkudüstür kalbimiz pak eyleyen;
Gönlümüz âyinedir nuru tecellâ bizdedir..
Gerçi biz Mecnunî’yiz, ama değil Leylâ için;
Âşıkı sadıklarız, gel gör ki, Leylâ bizdedir..
(Mecnuni)
**
BEDRİ EFENDİ HACI FEYZULLAH EFENDİNİN TORUNU BEDRİ EFENDİNİN BİR ŞİİRİDİR
Seyri gülsen, ey peri sensiz bana zindan olur;
Cennet olsa meskenim sensiz bana külhan olur..
Gülarakla lâle’rengin (gül damlası lâle renkli)badeler nuş eylesem;
İçtiğim peymaneler sensiz bana al kan olur..
Meclisinden dur olup bir an seni ben görmesem;
Her demim, her saatim sensiz bana hicran olur..
Can verilmez mi Efendim sen gibi bir mürşide;
Böyle bir âşık kölen her dem sana kurban olur..
Bedriya, halin arz eyle gel canana;
Bekle babı vuslatı, bir gün sana ihsan olur..
*
Acep hayran oldum, aşka uyalıdan;
Yanıp püryan oldum aşka uyalıdan..
*
Kalenderanı hakikî odur ki fanide;
Ne kaydı ser, ne gamı derdi masivaya düşer..
*
NESİMÎ’DEN BİR ŞİİR
Çünkü bildin müminin kalbinde beytullah var;
Niçin izzet etmedin ol evdekim Allah var..
Yılda bir kez hac olursa Kabe’de ey hacegân;
Gir gönüller Kabe’sine nice bin haccullah var..
Pehlivandır ol kişi kim nefsini islâh eder;
Hep erenler meclisinde ana eyvallah var..
Kenzi mahfidir hakikat ey Nesimî ebsem ol;
Sırrını faş etme zira bu yolda çok gümrah var.
(Nesimi)
Bu çardakı âlem zindanı pür belâdır;
Her ferdi âferide bir derde müptelâdır..
TAVSİYE
Kılleti menam, kılleti taam, kılleti kelâm (Az uyumak, az yemek, az konuşmak..)
(Hazreti Ali)
MANALI DEYİŞ
Kudretinden bizi yarattı Mevlâ;
Şükür birliğine imanımız var..
Okuyup ismini tavaf eyleriz;
Metaımız erbabına satarız;
Cevahire maden dükkânımız var..
Gel özün düşürme nefsi hevaya;
Yüzükara gitme ruzu cezaya..
Mürşidi kâmili bulmayanların;
Pirinden nasihat almayanların;
Derununda aşkullah olmayanların;
Başına bir torba samanımız var..
Cümlenin çektiği kendi amali;
Nasibinde olan buldu kemali..
Sadiya aşkıle avvarin (emanetçilik) eyler;
Akıtıp göz yaşın melâmet eyler;
Bizim günahkâr ümmete şefaat eyler;
Resulullah gibi sultanımız var..
TAVSİYE
Zahirde güt şeriatı;
Batında tut tarikatı;
Ta bulasın hakikati
Ermeye zeval sana..
KANUNÎ’DEN
Bütün dünya benim olsa gamım geçmez, nedendir bu!. (Kanunî)
BAKÎ’DEN
Ezelden taa, türab ü gamla yuğrulmuş bedendir bu.. (Baki)
KANUNÎ’DEN
Camei sıhhat Huda’dan halka bir hil’at gibi;
Bir libası fahir olmaz cisme ol kisvet gibi;
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi;
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi..
(Süleyman Kanunî şehzadei birinci Selim Han)
ÜÇÜNCÜ SELİM’DEN
Namei hicranı yazdım sukkai hasret gibi;
Bir cefai kahir olmaz bendeki uzlet gibi;
Halk içinde muteber bir nesne yok servet gibi;
Olmaya servet, cihanda yar ile sohbet gibi..
(Murtazai Âsitanî sakini Mahallei üçüncüSelim Han)
NİYAZİ’DEN
Ey derde derman isteyen;
Yetmez mi derd derman sana?.
Ey rahatı can isteyen;
Kurban olandır can sana..
Yağma edersen varlığın;
Gider gönülden darlığın;
Mahveylersen ağyarlığın;
Yar oliser mihman sana..
Sermaye bu yolda neman;
Teslim olur buna inan;
Sıdkıyle Allah’a dayan;
Etmez mi gör ihsan sana..
Tevhide tapşur özünü;
Kimseye açma razını;
Şeyh izine tut yüzünü;
Şeyhin yeter burhan sana..
Eyün kişi yol alamaz;
Maksunu tez bulamaz;
Bekle maarif kapısın;
Yüz göstere irfan sana..
Dünya ile ukbayı ko;
Ula ile uhrayı ko;
Var ol kuru sevdayı ko;
Matlab yeter sübhan sana..
Candan taleb kıl yarını;
Ver canı bul didarını;
Yok eyle kendi varını;
Kim var ola canan sana..
Çürüklerin hep sağ olur;
Zehrin kamu bal yağ olur;
Dağlar yemişli bağ olur;
Cümle cihan bostan sana..
Güçtür kati Hakk’ın yolu;
Dergâhı hem gayet ulu;
Sıdkıyle olmazsan kulu;
Etmez yolu asan sana..
Kulluğa bel bağlar isen;
Şam ü seher ağlar isen;
Sular gibi çağlar isen;
Tez bulunur umman sana..
Bülbül oluben ötegör;
Gül gibi açıl tütegör;
Aşk oduna can atagör;
Gülzar olur niran sana..
Yüzün Niyazı eyle hâk;
Derdile bağrın eyle çâk;
Kalbin sarayın eyle pak;
Şayet gele sultan sana..
(Niyazî-i Mısrî)
MÜRŞİDİ KÂMİLİ İMA EDEN BİR ŞİİR
Hisarı aşkta bir çoban buldum;
Sürüyü salmış kenara çoban.
Çaldığı kavalın hayranı oldum;
Yedi makam çalar davara çoban..
Yazlağı kışlağı hayr’ülberiyat;
Çaldığı makamda türlü tesir at;
Ululara sordum, nedir bu halat;
Dediler kâmildir bu kâra çoban..
Ziyaret ile bu yanına vardım;
Ziba kavalından bir avaz aldım;
Sürüsüyle görünce hayrette kaldım;
Her birin çekmiş Umara çoban..
Çobanın elinde asai Musa;
Dilinde devreder esmai hüsna;
Dertli davarına düdüğü şifa;
Mazhar olmuş sırrı Settar’a çoban..
Sürüsün korur kurda yedirmez;
Melik otağına yabanı girmez;
Vasfi, bu kemale her çoban ermez;
Sıdk ile yar olmuş Gaffar’a çoban..
(Vasfî)
*
Asumandır kubbesi hep ihtirakta kandiller;
En ziyabahş kanadili güneşle mahtır..
Kaldırılmakla tekâya kaldırılmaz zikri Hak;
Cümle mevcudat zakirdir, cihan dergâhtır..
(Emin Bey)
Ne kahrı desti adadan bil;
Ne lütfü aşinadan bil..
Kanaat ehli derviş ol;
Kamu kârı Huda’dan bil..
GÜZEL SÖZ
İnsan doğunca kulağına ezan okunur; ölünce namazı kılınır. Demek hayat, ezan ile namaz arası kadardır.
**
MÜNACAAT
Gönlüme doldur Huda’ya aşkın sevdasını;
Sil gider bu tenden gayrının kavgasını;
Açıver gönül gözünü, ölmeden öldür beni;
Ah bu cana ver hidayet, istesin Mevlâm seni..
Siliver hem fazlın ile kalbimizin pasını;
Asiler için yarattın rahmetin deryasını;
Gam eksildikçe artar nefsimin hırsı kati;
Bir işim yok ki ağartır yüzümün karasını..
Ey Hakkı, gel bu fenadan vazgeçüben fariğ ol;
Ah n’edeyim son nefeste halimin n’olasını..
**
EVLİYA İÇİN
İksiri azaradır nutku ehlüllah;
Taşa düşse anı sim ü zer eyler;
Yek nazarda haki kimya ederler;
Velî suretinde ihfa ederler..
Varisi enbiya denmiş anlara;
Bakma hakaretle dervişanlara;
Mürde gönülleri ihya ederler;
Seni de vâsili canan ederler..
Hem raha cehd eyle, kali hal eyle;
Kal ehli olandan infisal eyle;
Arayıp anlara ittisal eyle;
Her kemliğe iyilik arif kârı derler..
Sakın faş etme sırrı sübhanı;
Eğer öğrendinse ilmi irfanı;
Bekle gece gündüz babı gufranı;
Bir kula yar olsa lütfu rabbani;
Dehri İskender’de zülkarneyn eyler..
YUNUSTAN MÜNACAAT
Senin âşıkların kılmaz nazar firdevsi âlâya;
Ne huriden haber söyler, ne meyleyler musaffaya..
Nükuşu masivaüllahtan geçirmiş bunları aşkın;
Komuşlar cümle sevdayı, dolaşmışlar bu sevdaya..
Eğer ol âşıkların halin sorarsan, gayrıdan sorma;
Sorarsan hali mecnunu sor ol ruhsarı Leylâdan;
Gel ay Yunus, gözünü yum cemali masivaüllahtan;
Ki bunda göresin Hakkı ne lâzım vaadi ferdaya..
(Yunus)
AŞK ÜZERİNE
Geldim devrana gülzarı aşka;
Oldum pervane bu narı aşka..
Gördüm kurulmuş darı ene’lHak;
Mansur dikilmiş berdarı aşka..
Mahvetti zatım, fiil ü sıfatım;
Hal ile girdim ikrarı aşka..
Cam ü ene’lHak mest etti mutlak;
Mestane geldim pazarı aşka..
Kesret bir oldu, zulmet nur oldu;
Müstağrak oldum envarı aşka..
Aşk ile doldum, maksudu buldum;
Ben bende oldum Hünkârı aşka..
SAĞLIK – VUSLAT
Bilmedik zevkü visali;
Çekmedikçe firkatin..
Olmayınca hasta kalbin;
Bilmez âdem sıhhatin..
*
KEMAL
Kalmasın senden eser asla,
kemal ancak budur;
Varını yok eyle vahdette,
isal ancak budur..
RUHÎDEN TAŞLAMA
Sanma ey Hoca ki, senden sim ü zer isterler;
Yevmü lâyenfeüda kalbi selim isterler..
Berzahı havf ü recadan geçegör nakâm olup;
Demi âherde ne ümid ü ne bim isterler..
Unutup bildiğin arif isen nadan ol;
Bezmi vahdette ne ilim, ne âlim isterler..
Haremi manide bigâneye yol vermezler;
Âşinai ezelî yarı kadim isterler..
Cürmüne muterif, taata mağrur olma;
Ki şifahanei hikmette sakim isterler.
Kiblei manayı fehm eylemeyen göçenler;
Sehv ile secde edip ecri azim isterler..
Ezber et, kıssai esrarı dili ey Ruhi;
Hazır ol, bezmi ilâhide nedim isterler..
**
MANEVÎ ÖĞÜT
Pâk eyle gönül çeşmesini taa durulunca;
Dik tut gözünü gönlüne, gönlün göz olunca..
İnkârı bırak, dil destisini çeşmeye tut dur;
Ol abı sahabahş ile dur desti dolunca..
Çün Hak seni derbanı cihanhanesi (dünya, yani:gönül kapıcısı) etmiş;
Dur kapuda gayrı koma taa anı bulunca..
Ol koma kim, sonra çıkarmak güç olur güç;
Şeytan çerisi hanei kalbe dolunca..
Ver âşık evi sahibine çık aradan sen;
Elbet gelir Allah evine sen savulunca..
Çektik bu cihan içre nice mihnet ü zahmet;
Ol piri hüda mürşidi kâmil bulununca..
Ey Lâî mekânım, seni ben çok aradım çok;
Gönlümde mukim olducağın ta duyulunca..
**
Külah ü hırkayı eyle terk, nefse eyle külah;
Hevai taç ü ridaya (rütbe veya giysi) düşen riyaya düşer..
Kalenderanı hakikî odur ki fanide;
Ne kaydı ser, ne gamı masivaya düşer..
**
İbni vakt ol, gider elden habı (uykuyu);
Vakit naziktir, uyan ey habî (uykucu)..
**
Diz çökerek ağlayan, yüreğini dağlayan;
Nasibinden mahrum kalmaz, tanrıya bel bağlayan..
Dışın halk ile, hüsnü ahlâk ile; İçin Hak ile, zikri Hallâk ile..
**
ÖLMEDEN ÖLMEK
Hayatı cavidanı, şeyhi kâmilden sual ettim;
Ölmeden evvel ölmektir, deyince intikal ettim..
**
ŞERİAT
Şeriatsız kişi uçsa havaya;
Gönül verme o gibi çürük mayaya..
**
İNSANI KÂMİL OLMAK İÇİN
Görmek değil imiş görmek;
Bilmek değil imiş bilmek;
Evliyaya gönül vermek;
Rengine boyanmak gerek..
*
KUDDUSÎ’DEN DEYİŞ
Veli olmaz kişi taşlanmayınca;
Siva endişesi boşlanmayınca..
Kemâle eremez salik diriğa;
Bu aşkın oduna haşlanmayınca..
Söğütte biter mi hiç tatlı elma;
Yarılup sarılup aşılanmayınca..
Yiyemez körpe kuzu türlü otu;
Büyüyüp gün begün dişlenmeyince..
Ne denlü aklı olsa da kişinin;
Okumaz hacaya başlanmayınca..
Dahi başlanmakla âlim olmaz;
Çalışıp dersine düşlenmeyince..
Sabii baliğ hemin akıl olur mu;
Nice yıl geçip yaşlanmayınca..
Amel çokluğuna yok itibar hiç;
Kulundan halikı hoşlanmayınca..
Gel ey Kuddusî, sen de olma tenbel;
Vücud bulmaz bir iş işlenmeyince..
**
AH HATMİ HACEGÂN
Ey sine narı aşka yan, bul bir hayatı cavidan;
Olsun nasibin her zaman, esmarı hatmi hacegân..
Ervahı cümle evliya, gelmiş diyorlar merhaba;
Ehli gönüller pürziya envarı hatmi hacegân..
Bu halkaya kim ki ehak, cezbeylemiş bizzat Hak;
Ehli Huda’ya hoş sebak, etvarı hatmi Mcegân..
Dönmüş gönüller hazrete, aldanmamışlar kesrete;
Benzer riyazı vahdete, gülzarı hatmi hacegân..
İnmiş melekler saf saf, bu halkayı eyler tavaf;
Allah’a olmuştur muzaf, huzzarı hatmi hacegân..
Eyler teveccüh piri aşk, diller dolar tesiri aşk;
Olmuş bütün tefsiri aşk, güftarı hatmi hacegân..
Yok iptida ü intiha, bu halkadır vahdetnüma;
Neşreyleyüp nuru Huda, serdarı hatmi hacegân..
KUR’AN ÂYETLERİ
Bilmek istersen eğer adedi âyatı;
Cümlesi altı bin altı yüz altmış;
Bindir vaad beyanında, anın bini vaiyd;
Hem bini emri ibadet, bini nehy ü tehdid;
Bini emsal ve iber, bini ahbarı füsus;
Beş yüz âyatı haram ile helâl muhsus;
Buldu çün yüz âyatı teşbih ü duaya çü rüsuh;
Altmış altısı dahi âyeti nasih ü mensuh..
*
Ebed azmi belde öldunsa ey Baki;
Bilirsin ki, cihan mülkü Süleyman’a değil baki..
Şaha, azminde izharı tehevvür (düşünmeden acele) eyledin ama;
Buna çarhı felek derler, ne sen baki ben ben baki..
(Bakî)
*
İLÂHİ SIR
Dersi aşkın müşkilin Yahya nice halleylesün;
Söyle, neyler kendini bilmez, bilenler söylemez..
*
GÜZEL BİR ÂDET
Hacı Feyzullah Efendi, her mayıs ayında şöyle yaparlarmış:
50 dirhem (60 gram) çörek otu, 50 dirhem (60 gram) bal, bunları karıştırıp yermiş. Çörek otu, yıkanacak, kavrulacak..
**
Bişah Nakşıbend Mevlânâ EşŞeyh Muhammed Bahaeddin..
Zülcenaheyn Mevlânâ EşŞeyh Halid’ülBağdadî..
Kutb’üz Zaman Mevlânâ EşŞeyh Küçük Hüseyin..
Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun;
Resulüllah Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa’ya salât ve selâm olsun.
Kaynak :
MEVLÂNÂ KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİ, İbrahim Ekrem Eyyubi (EKREM ARKI)Düzenleyen ve Baskıya Hazırlayan: Abdulkadir AKÇİÇEK, İstanbul, 1988