Yetti be kardeşim, yetti!
Emin Çölaşan 01 Ocak 1970
Sevgili okuyucularım, bu ülkede 80 milyona yakın insanız… Ve hep can sıkıcıhaberlerle yaşamak zorunda kalıyoruz.
Bir tek gün olmuyor ki içimizden gelerek güzel bir şeyler konuşalım.
2016 yılında Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde şu yaşadıklarımıza bakın:
Güneydoğu’da tankların ve topların bile kullanıldığı savaş. Her gün gelen şehit cenazeleri…
Büyük kentlerimizde can yakan ve yüzlerce insanımızın ölümüne neden olan bombalama olayları…
Hedeflere bakın siz, Ankara’nın göbeği Kızılay meydanı ve İstanbul’un göbeği İstiklal Caddesi…
24 saat boyunca yüzlerce sivil ve üniformalı polis tarafından korunan bölgeler.
* * *
Bir toplum düşünün ki televizyonu her açtığında, gazeteyi her eline aldığında karşısında aynı görüntüler, aynı haberler var:
Yanmış ve parçalanmış bedenler, kopuk kol ve bacaklar, yerlerde kan…
Siren sesleri, feryatlar…
Ve her seferinde yetkili ağızlardan, yani ülkeyi yönetenlerden aynı bildik sözler:
“Kanları yerde kalmayacak. Hainlerin kimliği tespit edildi!.. Bu alçakça ve hain saldırıyı lanetliyor ve kınıyoruz!”
Oysa lanetlemek ve kınamak sorunu çözmüyor.
* * *
Varsayalım böyle bir ortamda Başbakan veya İçişleri Bakanı olarak görev yapıyorsunuz.
Bir, üç, beş… Bir türlü çare bulamadığınız, kınamakla yetindiğiniz terör olayları sonrasında istifa etmeniz gerekmez mi?
Hayır, Türkiye’de böyle bir kavram asla yoktur ve bundan sonra da olmayacaktır… Çünkü o makamlara gelenlerin kafasında böyle bir düşünce hiçbir zaman olmamıştır.
* * *
İnsanlar sokağa çıkmaktan, hele de kalabalık yerlerde olmaktan korkuyor.
Terörün esas hedefi de zaten budur.
Toplumu korkutmak, sindirmek ve panik yaratmak.
Türkiye’de bunu büyük ölçüde başardığını da itiraf edelim.
Bazıları “Kardeşim, terörle yaşamaya alışacağız” diyor!
Sanki kilo vermek için ekmek yememeye alışacağız der gibi, bizimle alay edercesine!
* * *
Şimdi bombalama eylemleri yapılıyor, yakında bireysel suikastlar, adam öldürmeler başlayabilir.
Sıra ses getirecek cinayetlere gelebilir.
Hiç kuşkunuz olmasın, aynı pişkinliği o zaman da sürdüreceklerdir.
* * *
Dünkü İstiklal Caddesi bombası iyi ki erken saatte, ortalığın henüz tenha olduğu bir zamanda patladı. Yoksa ölü ve yaralı sayısı artar, felaketin gerçek yüzü daha beter ortaya çıkardı. Bombacı acaba yanıldı mı, panik mi yaptı, ya da üzerindeki bombayı uzaktan kumanda ile başkaları mı patlattı?
Kızılay’daki bomba iyi ki Pazar
gününe, nispeten tenha bir zamana denk geldi.
Görüyor musunuz, nelere şükretmek zorunda kalıyoruz!
* * *
Kızılay bombasından sadece iki gün önce Ankara’daki ABD büyükelçiliği vatandaşlarını uyardı:
“Bahçelievler semtine uğramayın, tehlikelidir.”
Bombayı bildiler de yerinde beş kilometre kadar yanıldılar.
Alman hükümetinden gelen ciddi terör ihbarı nedeniyle Ankara’daki büyükelçilik, İstanbul’daki başkonsolosluk ve Alman lisesi tatile sokuldu.
ABD ve Almanya olacakları biliyor, vatandaşlarını uyarıyor…
Peki bizim hükümetimiz bizi uyardı mı?
Hayır!
Üstelik böyle bir korku (!) yarattıkları için ABD ve Almanya’ya kızdılar. İstanbul Valisi “Yok böyle bir şey” diye açıklama yaptı.
Yandaş basın alay etti, ertesi gün bombalar patlayınca susmak zorunda kaldı.
Ama işte, olan bize oldu.
* * *
Ankara ve İstanbul’dan sonra terör eylemleri öteki büyük kentlerimize sıçrar mı? İzmir, Adana, Bursa, Antalya, Trabzon…
Bunu bilmiyoruz.
Sıçrasa da sıçramasa da sonuç değişmez.
Koltuklarında oturanlar eylemi kınamakla ve lanetlemekle yetinir, her şey birkaç gün sonra unutulur gider!
Haaa, ilk iş olarak yayın yasağı getirmeyi de unutmazlar.
Bu yasağın ne olduğunu, ne işe yaradığını anlayabilmiş değilim.
* * *
Bugün Nevruz kutlamaları başlıyor. Aslında baharın gelişini simgeleyen anlamlı bir bayram günü…
Ama uzun yıllardan bu yana devlet ve millet düşmanları tarafından olay çıkarmak için sömürülen bir gün.
Korku dağları bürüdüğü için hükümet Nevruz kutlamalarını bütün Türkiye’de yasakladı.
İzin verilen tek yer yarın için Diyarbakır.
Nedeni yine korku!..
Lastik fazla şişip patlamasın, hiç değilse bir subap açık kalsın diye Diyarbakır’a izin vermek zorunda kaldılar.
* * *
Sevgili okuyucularım, ülkemizin manzarasını bir yazı ile kısaca anlatmaya çalıştım. Aslında yeni bir şey yazmadım zira sizler de her şeyi biliyor ve görüyorsunuz.
Acaba biz bunlara mı layıktık?
Yoksa başımıza gelecekleri
seçim sandıklarında kendi ellerimizle, kendi oylarımızla mı hazırladık?