AB işine gelince sağır sultandan kötü
HASAN ÜNAL 06 Mayıs 2008
SON haftalarda meydana gelen bazı hadiseler AB’nin Türkiye’ye karşı nasıl bir yaklaşım içerisinde olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu hadiseler doğrudan doğruya AKP’nin temelli kapatılması istemiyle açılan davayla alakalı da değil.
Ama her hadisede AB tarafı sağır sultanı oynuyor. Çünkü bu hadiselerin her birisinde ya AB konusuna biraz ihtiyatlı yaklaşanlar mağdur ediliyorlar ya da AKP hükümeti yoluyla ciddi hukuksuzluklar veya belki de yolsuzluklar yapılıyor. Bunların bir kısmında ise AB’yi ilkesel açıdan doğrudan ilgilendiren unsurlar yer alıyor. Ama nedense AB’den hiçbir eleştiri gelmiyor.
Kamer Genç olayı...
HADİSELERİ alt alta getirip düşünelim: Meclis’te bir bağımsız milletvekili linç edilme amacıyla AKP’liler tarafından kıyasıya dövülüyor veya dövülmek isteniyor. Tunceli bağımsız milletvekili Kamer Genç’in başına gelenleri herkes hatırlıyor. AKP’lilerin linç amacıyla dövmeye çalıştıkları sırada Genç’i koruyan hem CHP hem de MHP milletvekillerinin kanaati ortak: Eğer biz korumasaydık Kamer Genç o gün Meclis’ten sağ çıkamayabilirdi.
Bu ifadeler basına ayrıntılı bir şekilde yansıdı. Ama milli iradenin temsilcisi bir milletvekiline karşı reva görülen bu saldırı karşısında AB yetkililerinden hiçbir açıklama gelmedi. Acaba Kamer Genç’i milli iradenin temsilcisi olarak görmüyorlar mı? Eğer öyleyse kendilerine ram olmayan hiç kimseyi demokrasinin temel ilkeleri içerisinde değerlendirmek niyetinde değiller demektir ve eğer öyleyse milli irade AB iradesi demektir. Başka nasıl izah edilebilir? Fena halde AB yanlısı bir milletvekili AB karşıtı bir hükümetin ezici bir çoğunlukla Meclis’te temsil edildiği bir zaman aynı muameleye maruz bırakılsaydı, acaba AB yine sessiz ve hareketsiz kalır mıydı?
İşçiler sopalanırken...
1 MAYIS günü yaşananları düşünelim. Sendikacıları sevelim veya sevmeyelim. Bazılarını eleştirelim veya bazılarına güvenmeyelim. Bunların hiç birisi 1 Mayıs günü İstanbul sokaklarında yaşananları haklı çıkartmak amacıyla kullanılamaz. Devlet ve hükümet vatandaşlarını ve ülkesinde faaliyet gösteren meslek kuruluşlarını seviyorum veya sevmiyorum diye ayrıma tabi tutamaz. Hepsine hukuki ve ahlaki normlara uygun davranmak mecburiyetindedir.
Diyelim ki, sendikacılar 1 Mayıs’ı kutlamak için Taksim konusunda ısrarcı davranmamalıydılar. Peki, ama hükümet neden karşı ısrarında o denli diretti. Ayrıca sendikaların iki talebi vardı. 1 Mayıs’ın resmi tatil ilan edilmesi ve kutlamaların Taksim’de yapılması.
Hükümet resmi tatili kabul ederek, sendikacılardan Taksim ısrarlarını geri almalarını isteseydi veya en azından bu yıl ısrarcı olmamalarını istese ve tekliflerinin önümüzdeki yıla kadar daha dikkatle ve güvenliğin nasıl sağlanacağına dair seçeneklerin inceleneceği bir çerçevede değerlendirileceğini söyleseydi belki de bu olayların hiç birisi yaşanmazdı. Yani hükümetin hiç suçu yok mu? Dahası ayaklar ve başlar meselesi... O tartışmanın savunulacak bir tarafı var mıdır Allah aşkına? Bugün ayaklar olarak gördüğü o insanlar tarafından iktidara taşınan bir başbakan o lafları nasıl söyler ve sonra da özür dilemez?
Bütün bunlar tartışmanın bir yanı... Öteki yanında ise AB var kuşkusuz. Daha doğrusu olması gerekir. Zira İstanbul sokaklarında yaşanan bir rezalet ve güç gösterisi var. Emniyet kuvvetlerinin işçilerin üzerine salınması... Ekranlara yansıyan o görüntüleri hiç kimsenin savunabilmesi mümkün değildir. Ayrıca konu gösteri yapma özgürlüğü ve pek çok başka temel hürriyet itibariyle de AB’nin radarında olması gereken bir mesele...
Ama gelin görün ki, o konuda da AB’den gelen bir açıklama yok. İşçiler Taksim’de toplanarak tümden yanlış yapmış olsalar bile hükümetin kendilerine karşı bu denli şiddete başvurması hangi Avrupa ülkesinde normal karşılanabilir? Peki, AB neden ses çıkarmaz? Acaba o işçileri zaten yok edilmesi gereken anti-emperyalist güçlerin bir parçası olarak mı görüyor? O zaman AB açıkça ön yargılı olmuyor mu?
Sabah-Atv meselesi...
GELELİM Sabah ve Atv grubunun yandaş bir holdinge satılmasına... Bu satışta yaşananların iler tutar bir tarafı olmadığı ortada... Devletin bir malı başbakanın damadının genel müdür olduğu ve hükümete çok yakın durduğu her vesileyle görülebilen bir holdinge satılıyor. Alıcı holding tek katılımlı bir ihaleyle malı alıyor, sonra parası olmadığını; devletin kendisine borç vermesi karşılığında malı alabileceğini söylüyor. Devlet de ‘tabii efendim’ diyerek iki devlet bankasını devreye sokuyor.
Bunun neresi doğru? Üstelik mesele medyanın tek sesli hale getirilmesinin bir parçası olmasından ötürü doğrudan AB’nin ilgi alanında olmalı. AB’nin Türkiye’de neden çok kanallı tek seslilik yaşandığını; neden yaygın medya unsurlarında AKP ve AB eleştirisi yapılamadığını sorması lâzım değil mi? Ama nerde??? Böyle bir AB nasıl bir medeniyeti yansıtıyor?