Hayır! Kader değil, kötü yönetim
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Türkiye'de büyük bir terör olayı gerçekleşiyor… Arkasından atılacak adımlar şimdiden belli. Bir yığın hamaset: “Terörle mücadelede kararlıyız… Terör örgütleri ve onları maşa olarak kullananlar, masum vatandaşlarımızı hedef almaktadır. Ülkemizin bütünlüğüne, halkımızın birlik ve beraberliğine kastedilen bu saldırılar, mücadele azmimi asla azaltmamakta, kararlılığımızı daha da arttırmaktadır vs…”
Sonra, peş peşe operasyonlar yapılıyor. Tabii kimse, yakalananların gerçek suçlu olup olmadığını da bilemiyor. Zira hemen ilk adımda yayın yasağı geliyor. Ardından sosyal medya için mahkemeden, acilen, engelleme kararı çıkarılıyor. Ve Troller, “Sorumlular istifa etsin” diyenlere karşı büyük bir kampanya başlatıyor. En ağır küfürler, birbirini takip ediyor. “Reisi size yedirmeyiz FETÖcüler” suçlamalarına muhatap oluyorsunuz.
İsteniyor ki, sadece terörü lanetleyelim ve siyasi iktidarın sorumluluğundan söz etmeyelim. Neredeyse, bu patlamalar için, “işin fıtratı” diyeceğiz. “O saatte sokağa çıkıp, otobüse binmeseydiniz” diye vatandaşı suçlayacağız. Sadece, bu facianın tertipçisi olan terör örgütünü ve onu yönlendirmesi muhtemel devletleri sorumlu tutacağız.
Ve nihayet lâf kalabalığıyla, yeni bir şiddet eylemine kadar vaziyeti idare edip, hiçbir şey olmamış gibi normale döneceğiz.
KADER, KAZA
Ahmet Kurucan, bu çabalara temas ederek, Twitter üzerinden şunları yazmış: “Dünden beri ‘kadere iman' söylemleri dolaşıma sokuldu. İmanı olan insanlar için bu söylem teskin edicidir; sabra destek verebilir. Ama bunu kimin söylediği önemli. Siyasetçiler, sorumluluklarını örtmek için kadere imanı suiistimal etmemelidir. Meselenin, kader, kaza ve ilm-i ilahiye bakan kısmını kelâmcılar açıklasın. Siz, terörü önleme adına almadığınız tedbirlerin hesabını verin. Görevlerini yapmayan, mesleğinin ve konumunun hakkını vermeyenler, ‘kadere iman' söylemiyle insanları dinden uzaklaştırıyor. İnanmıyorsanız, katliamda hayatını kaybeden birinin yakınının ‘İktidarınız da Başkanlığınız da… yerin dibine batsın' sözlerini bir daha dinleyin. O kişi, iktidarın kutsadığı birçok şeyi saydıktan sonra, ‘Hiçbiri genç bir kızın hayatı etmez' diyordu ki, A'dan Z'ye haklı. Yalnız, çaresizlik ve öfke içinde söylenen bu cümlede, ‘din' kısmına itirazım var. Dinden kastedilen İslâm ise, yanlış. Kur'an diyor ki: Bir insanı öldürmek, bütün insanlığı öldürmek gibidir; bir insanın hayatını kurtarmak da, bütün insanlığın hayatını kurtarmak gibidir.”
Aynen katıldığım için Ahmet Kurucan'ın bu cümlelerini sütunuma aldım. Elbette herkes, başına bir felâket geldiğinde, “kader” diyebilir. Bunu söylememesi gereken kişiler ise, siyasi iktidarı ellerinde tutanlardır. Oysa, maden kazaları da dâhil olmak üzere, hiçbir konuda AK Partililerin mesuliyet yüklendiğini görmedik. Tek bir kişi istifa etmiyor. “Hata yaptık; gerekli tedbirleri almadık… İstihbarat zaafımız var” demiyor.
Her gün, 5-10 kişinin terörde hayatını kaybetmesi, zaman zaman da bombalı araçlarla sivil vatandaşlarımızın ölmesi bir kaderse, neden başımızda hükümet var? AK Parti iktidarının yürüttüğü dış politika, sürekli düşman üretti. Rusya, İran, Suriye… Her biri, taşeron örgütler vasıtasıyla, Türkiye'ye darbe vurmak isteyebilir. Öte yandan, Başkanlık uğruna ve HDP'nin oyları düşsün diye barış masasının devrilmesi de, bu şiddet tablosunun oluşmasına zemin hazırladı.
TERÖR VE PROPAGANDA
7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında, AK Parti çoğunluğu kaybetti. Terör eylemlerinden oy devşirme fikri, sanıyorum o günlerde bir politika olarak benimsendi. Başarılı da oldular. “Ya istikrar, ya kaos” söylemi, vatandaşı AK Parti'ye oy vermeye yöneltti. Oysa,adaletsizlik, hukuksuzluk ve zulüm üzerine istikrar inşa edilemez. Ülkede birlik ve bütünlük de sağlanamaz. Böyle muazzam bir facia karşısında, neden millet kenetlenemiyor? Bunun sorumlusu, özellikle AKSaray'dan pompalanan nefret söylemi. Duygudaşlık ve dayanışma hisleri yok oldu.
Bakın göreceksiniz, bu büyük facia da, gene Başkanlık talepleri için yandaşlar tarafından istismar edilecek. Nasıl olsa, her söylenileni kolayca, sorgulamadan satın almaya hazır bir güruh var.
Önümüzdeki günlerde yandaş medyanın manşetlerine dikkat edin!
İşte bir Havuz medyası örneği… Ankara'daki patlamayı sağ üst köşede küçülterek verirken, Erdoğan'ın Başkanlığı manşette.
NEREDEYSE KANIKSAYACAĞIZ
Ankara, geniş çapta 3'üncü şiddet olayını yaşıyor. 10 Ekim 2015'te, DİSK, KESK, TTB, TMMOB, HDP ve birçok sivil toplum kuruluşunun düzenlediği Barış Mitingi için Gar'ın önünde toplanan kalabalıkta, 2 canlı bomba patlamış ve 109 kişiyi kaybetmiştik. (Davutoğlu, bu olaydan sonra, “Oylarımız arttı” açıklamasını yapmıştı.)
17 Şubat 2016'da, Çankaya'da askeri personeli taşıyan servislerin yanında bombalı araç patlamış ve 29 kişi ölmüştü. Bu defa da (13 Mart), Kızılay'da gene bombalı araç patladı. Bilanço çok ağır: 37 vatandaşımız vefat etti; 19'u ağır olmak üzere 125 kişi yaralandı. 3 saldırıda, toplam ölü sayısı, 175'i buldu. Tıpkı Güneydoğu'daki terörde yitirdiğimiz asker, polis ve sivil vatandaş gibi, neredeyse bunu da kanıksamaya başlayacağız. Zaten şimdiden “iktidar tellâlları” ortaya döküldü. Abdülkadir Selvi, NTV'de çıktığı canlı yayında, işareti verdi: “Evet canımız acıyor ama, bir süre terörle yaşamaya alışmamız gerekiyor” dedi.
Selvi, 7 Haziran'dan önce, ülkede sükûnet varken, neden birden bire peş peşe benzer olayların geldiğini de artık sorgulamaya başlamalı. Belki o da, bazı arkadaşları gibi, yandaşlıktan istifa edip, aklıselim yoluna girer.