Din Üzerinden Siyaset Yapmak
Hüseyin Çelik 01 Ocak 1970
Din üzerinden siyaset yapılması veya dinin siyasete alet edilmesi de en az ırkçısiyaset kadar tehlikelidir. Dine dayalı siyaset yapmak, her şeyden önce en büyük zararı bizzat dinin kendisine verir. Kutsal dini değerlerin günlük siyasetin malzemesi haline getirilmesi din kurumuna karşı ciddi bir hürmetsizliktir. Çünkü dinle özdeşleşen veya böyle bir algıya sahip olan partilerin yapacakları hatalar da dine ve dindarlığa mal edilecektir.
Nitekim tek partili dönemde, dinin sadece şeklî ritüellerdeki kısmına tahammül eden ve dini vicdanlara hapsetmeye çalışan zihniyete karşı bir sivil itiatsızlık hareketi başlatan ve dinde taklidî imandan tahkikî imana (geleneksel, atadan babadan kalma bir din anlayışından,araştırmaya ve bilgiye dayalı bir din anlayışına) geçilmesi için Risale-i Nur Külliyatı‘nı yazan Bediüzzaman Said Nursî, çok partili siyasi hayatın başlamasından sonra dine dayalı bir siyasi partinin ortaya çıkmasından ve dine vereceği zarardan dolayı endişelerini dile getirmiş ve talebelerini böyle bir ihtimale karşı çok ciddi bir şekilde uyarmıştır. (Emirdağ Lahikası,ll.Cilt, s. 386)
Esasen Bediüzzaman, dini siyasete alet etmenin ne tür sıkıntılara yol açtığını II.Meşrutiyet döneminde bizzat gözlemlemiş ve yaşamıştır. 31 Mart Vak’ası’ndan sonra kaleme aldığı Divan-ı Harbi-i Örfî isimli eserinde, bu konuda çok net bir duruş sergilemiştir. “İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tabi olamaz. Ve âlet yapmak İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir,(düşürmektir) büyük bir cinayettir.” ( Divan-ı Harbi-i Örfî, s. 65)
Bundan dolayıdır ki, referansı Risale-i Nur Külliyatı olan Nur Talebeleri, oldum olası, din üzerinden siyaset yapan partilere değil, din ve vicdan özgürlüğüne önem veren, dine hürmetkar ancak dinî retoriği propoganda amaçlı kullanmayan partilere oy vermektedirler.
AK Parti’nin Konumu Nedir?
AK Parti‘nin kuruluş çalışmalarının başladığı 2001 yılının ilkbaharında Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan‘la birkaç kişinin bulunduğu bir kahvaltı sofrasında bir araya geldik. Ben o zaman DYP‘de milletvekili idim. Kendisi bana, bir parti kurmak için yola çıktıklarını, partiyi kendileriyle kan uyuşmazlığı olmayacak, Milli Görüş Hareketinin dışındaki siyasi şahsiyetlerin de katılımı ile kurmak istediklerini söyledi. Bu yolculukta kendileriyle beraber olup olmayacağımı sordu.
Ben, kurulacak partinin Milli Nizam, Milli Selamet, Refah ve Fazilet Partilerinin devamı veya başka bir versiyonu olması halinde böyle bir partinin içinde yer almayacağımı ancak, merkezde, ayakları geniş basan, dinî değerler üzerinden değil, demokratik değerler platformunda siyaset yapan bir partinin kurulması halinde severek böyle bir oluşumun içersinde yer alacağımı söyledim. Konuşmamın devamında kurulması gereken partinin olması gereken ve olmaması gereken özellikleri ile ilgili bazı detaylar da dile getirdim.
Sayın Erdoğan, bana ” tıpa tıp aynı cümle ve kelimelerle ifade etmesek de kurmak istediğimiz parti, tam da sizin bu çerçevesini çizdiğiniz partidir.” dedi.
Gerçekten de Yenilikçi Hareket içinde yer alan arkadaşlar, geçmişin tecrübelerinden çok iyi dersler çıkararak yola çıkmışlardı. Milli Görüş gömleğini çıkarmak, tam da bu anlama geliyordu. Dinî retoriğe dayalı bir siyaset anlayışının derde deva olmadığı görülmüştü. Onun için AK Parti kurulurken merkez sağ partilerden, demokratik sol siyasetin kutsallarla kavgası olmayan mensuplarından, ırkçı olmayan milliyetçilerden, liberallerden, her etnik gruptan velhasıl toplumun çok geniş bir kesiminden ciddi ilgi ve sempati gördü.
Çünkü AK Parti, dinci bir parti olmadığını, dine dayalı bir söylem ve programının bulunmadığını, içte ve dışta herkese anlatmaya çalıştı. Gerçekten AK Partinin hem söylemi hem de eylemleri bu iddiasını doğruluyordu. Evet AK Parti muhafazakar bir parti olduğunu haykırıyordu, din ve vicdan özgürlüğünü olmazsa olmaz kabul ediyordu ama klasik bir Milli Görüş Partisi olmayı kesinlikle red ediyordu.
İdeolojik Partiler olan Milli görüş partilerinin aksine AK Parti, bir kitle partisidir. Böyle de kalmalıdır. Milli Görüş partilerinden en yüksek oy alan Refah Partisi’nin oy rekoru, 1995 seçimlerinde aldığı % 21’dir. Halbuki AK Parti kucağını geniş açınca % 50 gibi bir oran yakaladı. Bu, çok partili siyasi tarihimizde bir partinin alabildiği en yüksek oy oranlarından biridir.
Daha yola çıkarken etnik milliyetçiliğe, dinî milliyetçiliğe ve bölgesel milliyetçiliğe kapalı olduğunu ve bunların kırmızı çizgileri olduğunu her vesileyle haykırmış AK Parti‘nin, uç ideolojik platformlarda değil, demokratik değer ve prensipler platformunda siyaset yapmaya devam etmesi, her yönüyle milletin ve memleketin hayrına olacaktır.
Aksi bir tutum ve yönelim, kuruluş felsefesinden sapmayı ifade eder. Çünkü Merkez partiler, ideolojik saplantıların değil, ancak ortak paydaların merkezi oldukları sürece bu vasıflarını korurlar.a
Muhafazakar bir parti olarak AK Parti, ötekileştirilen ve yıllarca itilip kakılan mütedeyyin insanların gaspedilmiş birçok hakkını iktidarı döneminde onlara iade etti. Mütedeyyin insanlar, kendileri öteki olmaktan çıkarken başkalarını ötekileştirmemeye azami dikkati göstermelidirler.
Dindar insanların, dindarlığını gizleme ihtiyacı hissetmediği ama bunu insanların gözüne sokarcasına bir tutum içersinde de olmadıkları bir Türkiye, ancak sağlıklı bir Türkiye‘dir.
Dindar, dinini istediği gibi yaşasın ama birisi dinsizse veya başka bir dinin mensubu ise bunu da gizleme ihtiyacı hissetmesin. Devlet, her türlü dini hayatın kolaylaştırıcısı, hamisi olsun ama bu işlerin tarafı olmasın. Laiklik dediğimiz şey zaten bu değil mi?
Etnik ve Dinî Siyaset Ayrıştırıcıdır
Gayrimemnun insanlar, tarih boyunca memnuniyetsizliklerini çoğunlukla ya etnisiteyi veya dini referans alarak ortaya koymuşlardır. Hem dinî hem de etniksiyasetin finali, çoğu zaman ya kaoslu veya kanlı olmuştur. Dünyada seçimlerin etnik, dini veya mezhebî nüfus sayımlarına dönüştüğü örnekler vardır. Ancak oralarda iç çatışmaların, kan ve gözyaşının hiç eksik olmadığı da bir gerçektir. Etnik siyaset ve din üzerinden yapılan siyaset, ayrışmanın, kamplaşmanın ve nihayetinde çözülmenin tahrik edici unsurlarıdır. Kesrette vahdeti, yani çokluk içinde birliği istiyorsak sahip olduğumuz bütün renkleri muhafaza ederek hepimiz gökkuşağındaki saygın yerimizi almak zorundayız.