Obama'nın Uyarıları ve Erdoğan'ın Seçimi
Sedat Laçiner 01 Ocak 1970
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’ye Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne katılmak için gitti. Yani ziyareti ikili ilişkiler çerçevesinde bir ziyaret değildi. Dolayısıyla Başkan Obamaile Beyaz Saray’da başbaşa bir toplantı yapmaları da beklenmiyordu. Zirveye 50 devletten başbakan veya cumhurbaşkanının katıldığı düşünülecek olur ise Erdoğan’ın Obama ile uzun bir görüşme yapmaması bir eksiklik sayılmazdı.
Ancak Zirve öncesinde Reza Zarrab’ın ABD’de tutuklanmış olması herşeyi değiştirdi. Zarrab’ın konuşması halinde işin ucunun Erdoğan’a ve yakın çalışma arkadaşlarına, hatta ailesine ulaşabileceği söylentileri ayyuka çıktı. Zarrab gibi kilit bir ismi elinde tutan ABD’nin bu durumu Türkiye’de siyasete dizayn vermek için kullanabileceği korkusu en çok Cumhurbaşkanını rahatsız etti.
Zarrab yakalandıktan (veya teslim olduktan) sonra Hükümete ve Erdoğan’a yakın basın önce olayı görmezden geldi. Sanki Zarrab diye biri yokmuş gibi davrandılar. Parti Sözcüsü Ömer Çelik ise Zarrab ile kendilerinin isimlerinin yanyana dahi anılamayacağını söyledi. AK Parti Milletvekili Şamil Tayyar ise bu konuda sorulan bir soruya karşılık “Zarrab'dan bana ne ya? Partimin mensubu mu? Uykusu kaçacaksa karısının kaçsın. Suçu varsa Allah belasını versin” deme ihtiyacını duydu.
O günlerde hiçbir yetkili Zarrab konusunda yorum yapmak istemedi. Cumhurbaşkanlığı yetkilileri gazetecileri Zarrab hakkında soru sormamaları için uyardı. Hatta Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un basın danışmanı Zarrab sorusunu soran Fox TV muhabirini iterek susturdu. Kısacası Zarrab’ın ağızlara alınması dahi yasaktı.
Saray ve Parti çevreleri Zarrab’ı tanımıyormuş gibi yapsalar da Erdoğan’a yakın basın üçüncü günde yaylım ateşine başladılar ve Zarrab’ı açıkça savundular. Bazı köşe yazarları Zarrab’ın suçlu olmadığını, tek suçunun Türkiye ve İran’a para kazandırmak olduğunu söylediler. Onlara göre Zarrab Amerikan emperyalizminin sözünü dinlemediği için Amerika’da yargılanıyordu. Hiç şüphesiz bu iddia çok zayıf ve etik sorunlar içeren bir savdır. Zarrab sadece ABD’de suçlanmıyor, İran da Zarrab’ı istiyor. İran’a göre Zarrab, tıpkı Zencani gibi İran’ı dolandırmış, sahtekârlık yapmış birisi. Kaldı ki 17 Aralık’ta Türk savcıları da Zarrab’ı sahtekârlık, dolandırıcılık, rüşvet, yolsuzluk ve kara para aklamadan suçlamıştı.
Bu haber ve yorumlarda dikkat çeken bir diğer husus ise Erdoğan yanlısı, hatta fanatiği isimlerin bile Obama’yı ve ABD’yi yerden yere vurmasıydı. Örneğin Star Gazetesi ABD’yi “stratejik düşman” ilan edecek kadar ileri gitti. Erdoğan’ın gezisinden birkaç gün önce Obama ve ABD en ağır sözlerle itham edildi. Doğrusunu isterseniz bir ülkenin cumhurbaşkanı bir ülkeyi ziyarete giderken gidilecek ülkeye bu kadar ağır sözlerin kullanılması diplomasi tarihinde çok nadir görülebilecek bir hadiseydi. Bu hamlenin arkasında Saray varsa bundan muradın ne olduğunu hala anlayabilmiş değilim.
Zarrab konusunu başka bir yazıya bırakacak olursak ABD gezisi öncesinde Ankara’da sinirler gerilmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan Amerika’ya gitmeden hemen önce Zarrab hakkındaki bir soruyu geçiştirdi ve şöyle dedi:
“Rıza Sarraf'la ilgili varsa bir şey, onu zaten orada Rıza Bey'in avukatları da gerekli cevabı, gerekli şekilde onlara herhalde vereceklerdir ve kendisini de savunacaklardır. Bu zaten ülkemizle alakalı bir konu da değildir. Bunu çok açık net söylemiş olayım.”
Türkiye’dek,i muhalif çevreler ise Erdoğan’ın ABD’de tutuklanma ihtimalinden bile bahsettiler. Bu yorumlara göre Zarrab’ı yakalatan savcılık Erdoğan’ı da bu çerçevede tutuklatabilirdi. Doğrusunu isterseniz bu yorumlar mantığı zorlayıcı yorumlardı. Ne yazık ki ülkemizde Erdoğan’ı seven çevre sevgisinden, ondan nefret edenler ise nefretlerinden çoğu zaman gerçeği görmekte zorlanıyorlar ve yaşananları abartılı bir şekilde (hüsnü kuruntularıyla) yorumluyorlar.
Muhalefet abartsa da ABD-Türkiye ilişkilerinin çok zor günlerden geçtiği konuyu takip eden herkesin malumuydu. Beyaz Saray, Amerikan Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon Türkiye’ye dönük eleştirilerini basına yansıtmaktan çekinmiyordu.
Doğrusunu isterseniz son 1-2 yıldır Amerikan basınında Türkiye ve Erdoğan lehine çıkmış herhangi bir haber hatırlamıyorum. Hatta New York Times ve Washington Post gibi gazeteler bazı yazılarında Türkiye’nin NATO üyeliğini bile tartışmaya açtılar. Hatta Chicago Tribune gazetesi birkaç hafta önceki başyazısında Erdoğan için ‘tiran’ sıfatını kullandı. The Atlantic dergisi ise Obama’ya dayandırdığı yorumunda Erdoğan için ‘hayal kırıklığı’ ve ‘otoriteryan’ ifadelerini kullandı. Ankara, Beyaz Saray’dan The Atlantic dergisini yalanmasını istedi, ancak Obama bir adım bile geri atmadı ve sözlerinin arkasında durdu.
Erdoğan yola çıkmadan önce Amerika’nın bir diğer etkili gazetesi Wall Street Journal (WSJ) Erdoğan’ın Beyaz Saray’dan özel görüşme talebinde bulunduğunu, ancak bu isteğin reddedildiğini yazdı. WSJ gazetesine göre Erdoğan’ı Washington’da soğuk bir duş bekliyordu.
Gerek Erdoğan’ın resmi sözcüsünün açıklamalarından gerekse Dışişleri Bakanlığı kaynaklarından anlıyoruz ki Erdoğan, Obama ile özel olarak görüşmeyi kafasına koymuştu. Muhalefet ise Erdoğan’ın Obama ile görüşemeyeceğini özellikle sosyal medyada yaydı.
Böylece Obama-Erdoğan görüşmesi Erdoğan için hayati bir öneme çıktı. Erdoğan adamlarına özel talimat verdi ve dedi ki “ne yaparsanız yapın, bu görüşmeyi ayarlayın.”
Hem Saray yetkilileri hem de Dışişleri Bakanlığı diplomatları her imkânı değerlendirdiler ve Beyaz Saray’a ağır baskı yapmaya başladılar. Bu nedenle beyaz Saray’ı Erdoğan ile bir görüşmenin kısa da olsa (ayak üstü / pull-aside) olabileceğini söylediler. Fakat Türkiye Beyaz Saray’da, ikili bir toplantıda ısrar etti.
Bu görüşmeye geçmeden öncelikle şunu söylemek isterim; bu tür bir ısrar olağandışı olduğu kadar Türkiye’nin devlet onuru açısından da uygun bir durum değildir. Bir devlet bir diğeri ile görüşme talep eder, eğer kabul edilirse görüşülür, etmezse ısrara gerek yoktur. Hele hele ortada kaydadeğer bir milli çıkar söz konusu değilse gündem, sırf iç siyaset tüketimi için Türkiye devletinin ısrarcı görüntü vermesi hoş olmamıştır.
SIRADIŞI BİR GÖRÜŞME
Türkiye’nin ısrarları sonucunda Beyaz Saray’da 40-50 dakikalık bir görüşme gerçekleşti. Görüşmenin fotoğraflarına baktığımda özellikle Obama’nın gergin yüz ifadeleri kolaylıkla anlaşılabiliyordu. Başkan Obama’nın Türk tarafına istenmeyen sözler söylediğini tahmin etmek zor değildi. Aynı şekilde görüşmeden sonra yayınlanan fotoğraflarda Erdoğan da çok neşeli görünmüyordu.
Buna rağmen Erdoğan’a ve Hükümet’e yakın medya görüşmeyi ‘büyük bir zafer’edasıyla duyurdu. Muhalefete nispet yaparcasına “hani görüşemezlerdi. Görüştüler işte. Yalancı çıktınız” dendi.
Bu tepkilere bakıldığında Obama ile görüşmenin Türkiye’nin milli çıkarlarından ziyade Erdoğan’ın meşruiyetini güçlendirmek için istendiğini kolayca anlayabiliyoruz. İşin kötü tarafı ABD de bu durumun farkında. Amerikalılar, Erdoğan’ın ve Hükümet’in kendileriyle yanyana görüntü vermeye bile ihtiyaçları olduğunu düşünüyorlar ve bunu da kendi lehlerine kullanmaktan çekinmeyeceklerine eminim. Yani ABD, bundan sonra hem Türkiye’yi azarlayacak hem de istediklerini masrafsız almayı başaracaktır.
OBAMA’DAN ÇOK SERT ELEŞTİRİLER
Obama-Erdoğan görüşmesinin içeriğini Türk basınından okuma şansımız olmadı. Ancak görüşmenin üzerindne 24 saat bile geçmeden Başkan Obama, Nükleer Güvenlik Zirvesi’nin kapanışında Erdoğan için çok ağır sözler kullandı, “Türkiye’de demokrasi ve basın özgürlüğü sorunlarından rahatsızım” dedi.
Obama, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı Nükleer Güvenlik Zirvesi’nin kapanışında yaptığı konuşmada, Türkiye’de basına yönelik yaklaşımın ülkeyi “sıkıntı verici bir yola sokacağı” uyarısında bulundu, “Türkiye’deki bazı eğilimlerden rahatsızım" dedi.
Bir gazeteci Obama’ya, “Dün Brookings Enstitüsü’ndeki çirkin olaylardan birkaç saat sonra Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı otoriter biri olarak görüyor musunuz?” diye sordu. Obama’ysa şunları söyledi:
“Gerçek olan bir şey var ve bunu doğrudan da söyledim: Türkiye’deki bazı eğilimlerden rahatsız olduğum bir sır değil. Ben basın özgürlüğüne, din özgürlüğüne, hukuk ve demokrasiye güçlü bir şekilde inanıyorum… Basına yönelik sergilemekte oldukları yaklaşımın Türkiye'yi çok rahatsız edici bir yola sokabileceğini düşünüyorum ve biz onlara önerilerde bulunmayı sürdüreceğiz.”
Obama, Erdoğan’ın demokratik süreçlerle işbaşına geldiğini söyleyerek, “… Erdoğan böyle bir mirasın takipçisi olmalı, bilgiyi baskı altına alan ve demokratik tartışmaya son veren bir stratejinin değil… Cumhurbaşkanı Erdoğan'a, bulunduğu makama demokrasi vaadiyle geldiğini hatırlattım” dedi.
Doğrusunu isterseniz diplomatik nezaket içinde ABD, Erdoğan’a bundan çok daha sert ifadeler kullanamazdı. Türk-Amerikan ilişkileri tarihine baktığımızda, bu kadar sert ifadeleri darbe dönemlerinde bile göremiyoruz.
Başka bir tabirle, Obama kendi halince “eyy Erdoğan! Çok yanlış yoldasın” demiş oldu...
Ayrıca Obama’nın bu sözlerinin sadece kendisini bağlamadığını, Washington’daki Amerikan devletinin (establishment) görüşü olduğunu düşünüyorum.
ERDOĞAN’IN YOLU
Bundan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önünde iki yol var:
1) Ya kendisine yapılan uyarıları dikkate alacak ve politikalarını yumuşatacak,
2) Batı ile ilişkilerin koptuğu tespitini yaparak içeride daha da sertleşecek, Batı’dan gelebilecek olası hamlelere karşı daha fazla teyakkuzda olacak.
Erdoğan’ın şu ana kadarki karnesini incelediğimizde ilk yolu seçeceğini hiç sanmıyorum. Bu da demek oluyor ki içeride büyük çarpışmalara çok daha yakınız.