Dündar-Gül davasına ya bu kez büyükelçiler gelirse?
YAVUZ BAYDAR 01 Ocak 1970
Yabancı diplomatlara 'siz kimsiniz ya!' çıkışının arkasından 'hadi gidin işinize! Dönün ülkenize, yallah!' safhasına geçilecek mi acaba?
İşte size günün sorusu.
Acaba, Dündar-Gül duruşmasında selfie ile boy gösteren konsoloslar 'persona non grata' (istenmeyen kişi) ilan edilip ülkelerine geri gönderilir mi?
Dışardan bakınca işin şakası yok gibi görünüyor.
Yabancı muhabirlerde bu icraat başlayalı epey oldu. Azerbaycanlı iki ve Hollandalı bir muhabir dışarı postalandı; en son olarak da Soma'da halka mikrofon uzatıp onların Erdoğan'la ilgili sert tepkilerini haberine koyma 'cüretini' gösteren Alman Der Spiegel dergisi muhabiri Hasnain Kazım da izni iptal edilince ülkeyi terk etti, bunu da acı ve üzüntü dolu bir dille yazısında anlattı.
Şimdi sırada çoğu Türkiye'nin müttefiki olan ülkelerin temsilcileri var.
Dündar-Gül duruşmasına İsviçre, Hollanda, Belçika, Britanya, Kanada, Avusturya, Finlandiya, Fransa, İtalya ve ABD'nin konsolosları ve diğer temsilcileri katılmıştı.
Türkiye ile mülteci pazarlığının başmüzakerecisi Almanya bununla da yetinmemiş, büyükelçisi Martin Erdmann'ı göndermişti.
Cumhurbaşkanı'nın 'sizin işiniz ne orada, siz kimsiniz ya!' çıkışı ardından, bu ülkeler şimdi nezaketle uluslararası teamülleri ve yargı süreçlerinde duruşmaların halka açıklığını izah eden cevaplar veriyorlar.
İtalya'dan gelen açıklamada, bir yandan Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecinde müzakereci ortak niteliği nedeniyle bu ilginin doğal olduğu vurgulanıyor; diğer yandan da diplomatik davranışların haritasını çizen ünlü Viyana Sözleşmesi hatırlatılıyor.
Murat Belge'nin son yazısında tane tane anlattığı gibi:
''Dünya diplomasi tarihi diye bir şey var, Viyana filan. Bir hukuku oluşmuş. Öyle iki günde oluşacak bir şey değil. Bayağı yüzyıllar içinde oluşmuş. Ama sonunda oluşmuş. Bu “hukuk”un içinde, elçiler, konsoloslar mahkemelerde duruşma izleyemez, diye bir kural yok. “Ne işiniz var orada?” diye bağırmak da anlamlı değil, çünkü elçiler, konsoloslar, yani diplomatlar, görev yaptıkları ülkede önemli işleri izler, bunun için birçok yere gider, birçok insanla görüşürler. Sonra da yorum ve değerlendirmelerini ülkelerine, örgütlerine sunarlar... Ve tabii böyle işler kendi ülkelerinde sorumlu oldukları makamın onayı olmadan yapılmaz. Öylesi pek âdetten değildir.''
Bu, iki kere iki dört misali, böyle.
Morsi'nin İhvan yönetimini darbeyle deviren Sisi rejimi, Al Jazeera TV'den üç gazeteciyi, İhvan'la görüşmeler mülakatlar yaptılar diye 'casusluk'la suçladığında, duruşmaları Kahire'de ABD; Kanada, Avustralya, İngiltere, Almanya, Hollanda, Fransa ve Danimarka diplomatları sonuna kadar izlemişlerdi.
Tıpkı, Mölln ve Solingen gibi Alman kentlerinde Türk ev ve işyerlerini kundaklamalar ve ırkçı saldırılarla ilgili açılan davaları TC diplomatlarının boydan boya izlediği gibi.
Belge diyor ki:
''Tayyip Erdoğan, anlaşılan, bunun böyle olduğunu bilmiyor -daha bir yığın şeyi bilmediği gibi. Ama zaten, biliyor olsa ne yapacaktı? Söz konusu diplomatların yaptığı işi beğenmemişti. Onlar da zaten o beğenmesin diye yapmışlardı bu işi. Bu da diplomasi mesleğinde olan bir şeydir ama sık olan bir şey değildir. Bir ülkede olmaması gereken işler oluyorsa diplomatlar böyle bir jest yaparak olan o işe 'taaccüb' ettiklerini gösterirler.''
Ben 'bilmiyor' konusundan emin değilim.
Daha doğrusu, hiç sanmıyorum.
Hepsini bile bile yapıyor Erdoğan. Aynen Putin gibi, 'yedi düvel'e, özellikle de Batı'ya gür sesle meydan okudukça, 'büyük lider, işte aradığımız önder' imajının yüzde 49'luk kalabalık üzerinde tazelendiğini, güncellendiğini bilerek yapıyor bunu.
Çizgisi belli, şüpheye yer bırakmıyor.
Karşısına dikilen her kim olursa olsun, ne kadar meşruiyete dayalı tavır gösterirse göstersin, bunun üzerinden kriz yaratmak, krizden kahramanlık, gerekirse de mağduriyet üretmek.
***
Şimdi ortaya çıkan ve büyüyen diplomatik kriz, diğer yandan, Dündar-Gül davasının 1 Nisan'daki celsesini daha da kritik hale getiriyor.
Çoğu Türkiye'nin müttefiki ve AB çerçevesinde muhatabı olan bu ülkelerden gelen tepkiler, işin ucunu bırakmayacaklarını, izlemeye devam edeceklerini gösteriyor.
Şimdi sorabiliriz:
Bu ülkeler 'rest'i görerek, çıtayı yükseltip, 1 Nisan duruşmasına Ankara'dan büyükelçiler düzeyinde gelirlerse ne olacak?
Ve son bir soru:
Acaba anamuhalefet partisinin pek çok konuda mütereddit lideri Kılıçdaroğlu, davanın geldiği en kritik aşamayı farkedip, peşine tüm CHP milletvekillerini takarak, kalabalık bir partili kitleyle Çağlayan'a intikal eder mi?
Hep birlikte göreceğiz.