Merzifonlu'nun Sadakati
Mustafa ORAKÇI 01 Ocak 1970
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, konağın üst katından Belgrat'ı seyrediyordu. Yağmurlu Belgrat'ı... Yağmur rahmet demekti. Yağmurun yağmasıyla arınan bir şehir. Yağmurun getirdiği sis,şehrin görünmesine engel oluyordu. Hafif bir sis tabakası Belgrat?ı kuşatmıştı. Mustafa Paşa göz ucuyla iç avluyu süzdü. Gelen giden yoktu. Yerdeki taşlar ıslak olduğu için parlıyordu . Ani bir hareketle pencereden ayrıldı. Kapıya doğru baktı. Yorgundu. Şimdi Allah'la olmak zamanıdır diye düşündü. Sonra bir tebessüm etti. Şimdiye kadar kiminleydin ki Mustafa'm... Kelimeler sessizce dudaklarından dökülüverdi.
- Mahmut Efendi.
- Buyurun Efendim?
- Vakit geldi sayılır Mahmut Efendi. Bir ezan oku da öğle namazını kılalım.
- Emredersiniz Paşam.
Mahmut Efendi , orta yaşlarda görünüşü yaşından epey fazla gösteren bir adamdı. Elini kulağına götürdü ve ezan okumaya başladı. Odaya giren İçoğlanı hemen Mustafa Paşa'nın seccadesini serdi. Sermesinin ardından odanın bir kenarında elleri bağlı beklemeye koyuldu.
Mahmut Efendi ezanı bitirmiş . sünneti kılmak için hazırlanıyordu. Mustafa Paşa seccadenin üzerinde tam namaza başlayacağı sırada avludan at kişnemeleri geliyordu. Yağmurun uğultusuna, at kişnemesi ve nal sesleri karışmıştı. Seslerden anlaşıldığı kadarıyla kalabalık değildi. Hemen pencereye yürüdü. İç avludaki üç atlıyı gördü. Birini kıyafetinden seçebiliyordu. Galiba yeniçeri ağasıydı. Atların burnundan çıkan dumandan uzaktan geldikleri ve hayli acelesi olduğu fark ediliyordu.
- Namazı kes İmam efendi. Bir şeyler oluyor. Ses gayet kesindi. Pencereden ayrılarak içoğlana baktı.
- Oğlum bak, bakalım. Kimmiş gelen?
- Baş üstüne paşam!?
Biraz sonra Kethüda Ali Ağa önde,arkasından Bekri Mustafa Paşa, Mehmet Paşa, Ahmet Ağa içeri girdiler. İçlerinden bazıları etek öptüler; bazıları sadece selam vermekle yetindi. Onlara doğru bir adım atan Mustafa Paşa:
- Ne var? diye sordu.
- Şevketlu padişahımız size emanet edilen mühr-ü hümayunu, sancak-ı şerifi ve Kabe'nin anahtarını istedi.?
- Ferman padişahımındır, dedi ama düşünceliydi. Gözlerini yerdeki halının motiflerinde gezdirdi. Başını motiflerden ayırmadan:
- Bana ölüm mü düşünüldü?
- Olmak gerek. Allah imandan ayırmasın sözlerin sahibi Kethüda'nın bir eli diğerinin üzerinde, gözleri yerdeydi. Derin bir nefes aldı Mustafa Paşa ve sözlerine devam etti:
- Allah'ın dediği olur? oda içindekiler hatta Belgrat kendi etrafında dönüyordu sanki. Kara Mustafa Paşa'nın aklından pek çok şey geçiyordu. Köprü, Kırım Hanı?nın ihaneti onu çekemeyen paşaların onun aleyhine çalışması, İstanbul'da arkasından çevrilen dolaplar... hepsi kafasına bir iğne gibi saplanıyordu. Ama olan oldu hepsi geride kaldı? diye düşündü. Şimdi ne yapmalı? Osmanlının her şeye rağmen en güçlü ve şu andaki tek ordusu ona emanetti. İstese İstanbul?a gider ve her şeyi düzeltirdi çünkü gücü vardı. İstese kendini affettirebilir, durumu anlatarak her şeyi yoluna sokardı. İsterse padişahı da yerinden edebilir. İstediğini yerine geçirebilir. Belki de burada kalıp isyan eder, bütün Rumeli onun olurdu.ona karşı gelecek her orduyu yenecek gücü vardı. Yok! Hayır olmaz ,olamaz diye geçirdi içinden, böyle düşündüğü için kendine bile kızdı. Bunca yıl niçin çalışmıştı? Dünyaya Allah adını, O'nun adaletini yaymak için değil mi? İsyan ederse şimdiye kadar savaştığı düşmandan ne farkı kalırdı. Baba bildiği devlet onu bu hale getirmişti. Devlet-i ebed müddet sürmeli , sürecek devlet ebediyen devam etmeli. Varsın bu devlete bir Merzifonlu feda olsun. Bu koca devlete son hizmetimiz de bu olsun. Bozgunculuk çıkarmamak...Dirlik bozulmasın,dirlikten birlikten ayrılan; imandan ayrılmaz mı? "Allah imandan ayırmasın" diye devam eden sesler birden kesildi. "Allah imandan ayırmasın..." Ne kadar zamanın geçtiğini anlayamadı. Artık zamanın ne önemi vardı ki?..
- Seccadeyi tekrar serin.
Hemen içeri giren içoğlanı seccadeyi tekrar serdi. Hiç üzüntü ve korku işaretleri göstermeden namazını bitirdi. Hafifçe yaslanarak arkasına döndü:
- Şimdi siz de dışarı çıkın. Dualarınızda beni hatırınızdan çıkarmayın? dedi. Ayağa kalktı. Kavuğu ile kürkünü çıkardı.
- Gelsinler. Sesi gayet sakindi.
- Bu halıyı buradan alın cesedim toza toprağa bulansın isterim, dedi. Aslımız toprak yine ona dönelim diye geçirdi içinden.
Kemende başını geçirdi ve sakalını düzeltti. Ve....
Bir devir sona erdi.