Altın beyinli adam
İsmail ŞAHİN 06 Mayıs 2008
Milliyetçiliğin "anlaşılır" bir şey olması yakın zamanlarda gerçeğe dönüşmüş bir "hâyal"dir. Tabii ki Türk Milliyetçiliği "cereyanı" Genç Osmanlılardan bu yana toplumsal gündemimizde yer işgal etmektedir.
Ve bittabi İttihat Terakki'den Yusuf Akçura'ya, Hamdullah Suphi'den Ziya Gökalp'e, Gaspıralı'dan Zeki Velidi'ye kadar pek çok ilim ve fikir adamı bu düşünceye katkıda bulunmuştur.
Bir fikrin "anlaşılır" bir hâl alması farklı bir meseledir. Teori bir fikri oluşturur ve fikre ait her meselenin "pratiği"ni görmeniz mümkün değildir. Milliyetçilik gibi (kimilerimiz tarafından inkar edilse bile) "karmaşık" ve manipüle edilmeye müsait fikri akımların toplumsal vasat tarafından anlaşılır olması, meselenin problemle ilişkisinin doğru kurulmasıyla mümkündür.
Ve takdir edersiniz ki bu, öncelikle söz konusu ideoloji ile toplumsal değerler arasındaki ilişkinin sağlıklı bir şekilde "izahı" ile mümkündür.
Çoğumuz kabul etmez fakat şu bir vakıa ki, bundan kırk yıl önce Milliyetçilik denildiği zaman akla sıkıcı "dipnotlar", kafa karıştıran "medeniyet / kültür" tartışmaları, imanı "şüpheye düşüren" İslam / Milliyetçilik karmaşaları gelirdi.
Bunun en önemli sebebi olarak Türk Milliyetçiliği fikrinin henüz "kemal" noktasına gelmemiş olması gösterilebilir. 1960'lara kadar bir "salon ideolojisi" olan Milliyetçiliğin bizzat Milliyetçi "öncü" kadrolar tarafından "saflığı bozulur" gerekçesiyle "yaygınlaştırılmaktan kaçınıldığı" tespiti bunun bir sebebi olarak gösterilebilir. Milliyetçiliğin "yaygınlaştırılması" problemi bundan 40 yıl önce de bazı kafaları meşgul eden bir mesele idi. Ve kimi aydınlar ve siyasetçiler Milliyetçiliğin artık cemiyet salonlarından dışarıya çıkartılması ve milliyetini savunduğu milletle kucaklaşması gerektiğine inanıyordu.
Bu "kucaklaşma" projesinin siyasi muhatabı Alparslan Türkeş ise fikri muhataplarından en önemlilerinden birisi de Erol Güngör'dü. Güngör, Milliyetçiliğin yaygınlaşamamasının temelinde yattığını söylediği bir takım haklı sebeplere de dayanan "saflığı bozulur" endişelerinin "Türk milletinin bütününün meseleleriyle uğraşacak ve onun bütüne hitap edecek bir hareketin hem yayılması, hem de kendini yenilemesi ve muhteva itibariyle zenginleşmesini" engellendiğini söylemektedir. Bu tespit, Erol Güngör'ün 45 yıllık kısa ömründe kendisine çizdiği "yolu" tarif eden en önemli ipucudur : Milliyetçiliğin muhtevasını zenginleştirmek, yenilemek ve yaymak...
Erol Güngör merhum yaptıkları ve yazdıklarıyla Milliyetçiliğin halk tarafından anlaşılır bir dile dönüşmesini hedefleyerek Milliyetçiliğin aslında yaşadıkları hayatın içinde olduğunu anlatmak istedi. Bu amaçla, Milliyetçiliğin "halka indirilmesi" hareketinin bir neferi gibi çalıştı. 1960'larda merhum Alparslan Türkeş ve Dündar Taşer'in siyasi planda Milliyetçiliği "yaygınlaştırma" çalışmalarına tabir yerindeyse "ar-ge" desteği verdi. Kendisinden önceki Milliyetçi aydın ve ilim adamlarının girmekten "sakındığı" meselelere cesurca yaklaştı.
Erol Güngör'ün cesareti, ilmi maharetinin yanı sıra halkla iç içe bir yaşam tarzına sahip olmasından ileri gelmekteydi. Ahi geleneğinin temsilcisi bir aileden gelmesi nedeni ile Osmanlı, Cumhuriyet üniversitelerinde önemli bir bilim adamı olması nedeniyle Cumhuriyet kültürüne vakıf entelektüel birikimi, Cumhuriyet döneminde doğmasına rağmen Osmanlıca'ya vukufiyeti ve bildiği birkaç yabancı dil, onun hem Türk kültürünün, hem de bizi çepeçevre kuşatan Batı kültürünün kaynaklarına bu denli "kuşatıcı" bir tarzda nüfuz etmesinin önemli sebeplerindendir.
Erol Güngör iyi bir "Marmaratör"dü. Meşhur Marmara Kıraathanesi'nde Ziya Nur, Dündar Taşer, Fethi Gemuhluoğlu, Nurettin Topçu, Ali İhsan Yurt ve Mahir İz gibi Türk fikir hayatının yıldızlarıyla arkadaşlık etmiş, memleket meselelerini farklı bakış açılarından da okumaya çalışmıştır. Erol Güngör'ün en karmaşık meseleleri bile sıkıcı bir akademik dilden ziyade anlaşılır, dipnotlarla ana meseleyi boğmayan bir üslupla; saf bir Türkçe ile ve halkın anlayabileceği bir tarzda açıklayabilmesinde Marmara Kıraathanesi'ndeki bu uzun sohbetlerin etkisi büyüktür.
Bu "ulvi" mekan, Erol Güngör ve onun gibi akademik camia içindeki aydınların gerçek hayatla en önemli bağlantısıydı desek abartmış olmayız. Bu bağlantının Erol Güngör'ün Milliyetçilik anlayışının halka yakın durmasında önemli katkıları olduğu kanaatindeyim. Bu "yakın" duruş, Milliyetçiliğin yaygınlaştırılması probleminin önündeki en büyük engelin aşılmasına yardımcı olmuştur.
Erol Güngör ait olduğu Ziya Gökalp, Mümtaz Turhan ekolünü yeri geldiğinde eleştirerek Milliyetçiliğin yenilenmesine büyük katkıda bulundu. Milli kültür, medeniyet, Milliyetçilik ve demokrasi gibi meselelerde önemli çalışmalar yaptı. Bu meselelere getirdiği çözümleri anlaşılır, sade ve temiz bir dille kaleme alarak "Sosyoloji"nin anlaşılabilir bir ilim dalı ve Milliyetçiliğin de aslında "içimizde saklı" bir tavır olduğunu gösterdi. Onun bu üslubu Erol Güngör kitaplarının "başucu" kitabı olmasının en önemli sebeplerindendir.
Erol Güngör, Amerika'nın 20.y y'da yetiştirdiği en önemli bilim adamlarından Kenneth Boulding'in söylediği gibi "altın beyinli" bir adamdı. 45 yıllık kısa ömrüne çok şey sığdırdı. Çoğu telif olmak üzere onlarca kitap, yüzlerce yazı ve en önemlisi bir Üniversite. Kısacık ömrü bu kadar verimli kullanan bir "kafa"yı ifade edecek daha güzel bir kelime yok gibidir.
80'li yıllar Milli düşünce için kahır yıllarıdır desek abartmış olmayız. 80'li yıllar Milliyetçi düşünceye yön vermiş münevverlerin ardı ardına bu dünyadan çekildiği yıllardır. Bugün Milliyetçiliğin, 21. yy'ın meselelerine çözüm üretmede 20. yy'daki kadar başarılı olmayışının en önemli sebebi bu neslin 5-6 yıl içerisinde teker teker dünya değiştirmesidir.
Erol Güngör'de bu kafilenin arasında daha söyleyeceklerini bitirmemişken bir yıldız gibi aramızdan ayrıldı.
Türk Milliyetçiliği Taşer'in ardından Erol Güngör'ü kaybetmekle ciddi bir "fikri sarsıntı" geçirmiştir. O'nun vefatıyla sadece "altın beyinli adam"ını kaybetmedi, hala çözülmesi gereken pek çok "fikri" problemi 21. yy'a taşıdı. Bence Erol Güngör'ün kaybının en önemli faturası bu olmuştur.