« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

12 Nis

2016

Naftalinli radikal laisizme dönüş

Kenan Çamurcu 01 Ocak 1970

Suudi rejiminin sponsorluk sağladığı Selefiliğin Emevi cahiliye kültürünü ihya manasındaki ideolojisiyle bölgemizi soktuğu evre, bilimkurgularda aniden bastıran buzul çağı gibi bir şey. IŞİD, Nusra ve benzeri vahşet tezahürleri bu atmosferde varlık bulan ucube yaratıklar. İnsanlığa ve her türlü yaşam belirtisine düşmanlar. Toksik toprağın ölümcül bitkileri. Etçil olanından. Taarruz ettikleri yerde ne bulurlarsa yok ediyorlar. Tarihsel mirası imha ederkenki refleksleri de aynı. Diri hafızaya tahammül edemiyorlar. Belleksiz, tarihsiz, dünsüz, yurtsuz vahhabiliğin genetik kodunu taşıyorlar. Bu yıkıcı hasletler, ataları İbn Teymiye'den ırsi.

Bizim laikler ve solcular bu duruma “gericilik” diyor. Hayır. Bilakis, modernler. Hatta postmodern. Modernliğin menbaı Avrupa içlerinden sökün etmiş tekfirci vahşet, ileriyi ve yok olmuş geleceği temsil ediyor. O yüzden bu hale laiklerin tepkisi tam anlamıyla naftalinli. 80 ve 90'lardaki en eski, köhne, tüketilmiş klişelerle bir mücadele tasavvuru kurma çabası saçma. Beyhude ve biçare bir uğraş. En az karşıtı kadar sürreal. Hal böyle olunca tekfirci vahşet ile radikal laisizmin mücadelesini en iyi Mad Max furyası açıklayabilir.

Laik tahayyülün, dinî terminolojiye alerjisi nedeniyle “tekfirci terör” demekten kaçınıp “radikal İslam” diye kodladığı şey, Kur'an'da takdim edilen, doğuların ve batıların İslam'ı değil. Aydınlanma fermantasyonundan geçmiş; felsefe, irfan, sanat, edebiyat ve maneviyatla bağı kesik ve kopuk modern bir türedi. Zâhiren İslam. Ama bâtınında ve hakikatinde bambaşka bir şey.

Bu bilimkurgu ortamında tekfirci vahşetin İslam düşmanlığının eline fırsat tutuşturması kaçınılmazdı. Her iki taraf için de bulunmaz şans. Kaçırılmaması gereken moment. Dünyamız artık oportünistlerin cenneti.

Papa Francis ve Hasan Ruhani, bir süre önce Avrupa aydınlanmasının ocağında birlikte fotoğraf verdi. Papa, Kenan diyarından çıkan Hıristiyanlığın uygarlık kurduğu havzanın temsilcisi. Ruhani de, Hicaz'dan çıkan İslam'ın medeniyet kurduğu havzanın. İkilinin verdiği fotoğraf, faşizm çıtasını yükseltip IŞİD'i bile üretebilmiş modern çılgınlığın miadını doldurduğuna kayıt düştü tabii ki. Ama bu fotoğrafın, içinden geçtiğimiz karanlık çağı beklendiği ölçüde aydınlatabileceği henüz kesinleşmedi.

Zaten tanrısal insanı bir de tutup tanrılaştıran hümanist havsalanın bizdeki müritleri, Avrupa aydınlanmasının çıkışında yaşanan dinî reform hareketini atlayıp son evredeki dinsizliğe sıçramak istiyor. Aceleleri var. Yahut süreci yaşamaya gerek kalmaksızın bu son kertenin başarılı olacağını düşünüyorlar. Ya da amaç, bir başarı öyküsü yazabilmek değil de, var kalabilme mücadelesi. Hangisiyse artık. Ama bazı karineler ikincisi olduğuna işaret ediyor. Naftalinli radikal laisizme dönenlerin Öcalan'a laiklik nasihati bu karinelerin en güçlüsü olabilir.

Kimi solcular AK Parti iktidarının PKK ile mücadelesine “hükümet terör örgütüyle değil, laiklikle savaşıyor” diyor mesela. Bu solculardan biri şöyle yazdı: “Mevcut Türkiye yönetiminin Kürt siyasetiyle mücadelesi, ayrılıkçı olmasından ziyade laik olmasına dayanıyor. (...) Abdullah Öcalan’ın himayesinde Demokratik İslam Kongreleri düzenlenmesi, Harran İslam Üniversitesi projesi gibi dini göndermelerin politik İslamcılar arasında alıcısı olmaz. Buna karşın laiklerden alacağı desteği sekteye uğratır. Laik Kürt siyasetinin dikkat etmesi gereken şey, desteğine ihtiyaç duyduğu kesimlerin savunamayacağı eylem ve söylemlerden uzak durmaktır. Türkiyeli laikler ise Ortadoğu’da seküler Kürt siyasi hareketlerinden başka müttefikleri olmadığını bilmeli (...) partnerinden -en azından- psikolojik desteğini esirgememelidir.” (Hükümet ‘terör örgütü’yle değil, laiklikle savaşıyor, Ünal Özmen, Birgün, 25 Aralık 2015)

Bu sözler, son dönemdeki bütün analizlerini aydınlanma eleştirisi üzerine kurup “kapitalist modernite” diyen Öcalan'a hitaben söyleniyor. Ama bu nasihatin Öcalan'ın taraftarları arasında da muhatabı var. Mesela aydınlanmacı solculukta çakılıp kalmış Özgür Gündem, “Prometheus ateşi çalmıştı” kıssasında hâlâ. Bu kültürel mensubiyetle de Ortadoğu'daki etnisitelerin kardeşliğini tarif etmeye uğraşıyor. Oysa doğuların aydınlanma ateşini Yunan diyarına taşıyan Ekrâd ile onun ahbabı Etrâk (ve diğerleri), bu kültür platosuyla bağı ölçüsünce kardeş.

Erdoğan'ın tartışmasız iktidarı “muhalif” kimyasına damlayınca sol da “gericilik” klişesine rücu etti. İslam'ı gericilik olarak görenin yeri kaçınılmaz olarak aydınlanmacı faşizm. “Gericiliğe karşı aydınlanma hareketi” denen şey de solcuların antiemperyalizmden nasuh tevbesi. Batı değerlerine sadakat ve ajanlık (acentalık) yemini/biatı. Amerika'nın Erdoğan'a karşı hamlelerini ve onu alaşağı etme umudunu anlık takiple sol yayınlarda izliyoruz epeydir.

Suriye krizi vesilesiyle solun Ortadoğu arşivindeki kıpırdanmanın hayli kısa bir parantez olduğu ortaya çıktı. Esad'ın “Batılılar, İslam ülkelerinde İslami kimliği yoketmeye çalışıyor” açıklaması solcular için büyük hayal kırıklığı oldu. Mevzunun batı karşıtı antiemperyalizm değil, batı destekli laiklik mücadelesi olması gerektiği ilkesine dönüverdiler. Çünkü anlaşıldı ki, Suriye krizi, aydınlanma/sömürgecilik ile doğu bilgeliğinin sonu gelmez karşılaşmalarından biri. Suriye'de vatan müdafaası batıcılık kazansın diye yapılmıyor. ABD ve müttefikleri Suriye'yi batılılaşma ve modernleşme mecrasına katmak için saldırdı zaten. Suriye'nin hakkını hukukunu savunduğu iddiasındaki bizim laik aydınlanmacılarımız bundan farklı ne istiyor? Aydınlanma dünyası ile doktriner ilişkisini koparmamış ideoloji, küresel saldırganlığa karşı durabilir mi?

Batılılaşmazsak (kendi kültürümüzü bırakıp aydınlanma kültürüne intisap etmezsek) adam olamayacağımızı düşünen kafa için emperyalizm teorisine ne gerek var ki? Galiba bizim solcunun Amerika karşıtlığının temelinde de Avrupa'da laik baskıdan kaçmış dinin Amerika'da yeniden dirilmesine tepki var. Değilse, emperyalizmde Amerika'dan aşağı kalmayan Fransa'ya da sol cenahta tepki görmemiz lazımdı. Bunun örneği yok. Dini ezmeyi resmi ideoloji yapmış Fransa'ya kıyılamadığından belki de.

Solun bu diyardaki başarısızlığı bundan olsa gerek. Avrupacı ve laik resmi ideolojinin güç kaybedip himayesi kalktığından beri de nasıl darmadağın olduğunu gördük.

Erdoğan'ın, batılılar neden Suriye'ye saldırmıyor diye dertlenirken söylediği “hani aydınlanma vardı”, “NATO Suriye'de neden yok” çırpınışları hepten facia. Yıllarca Fransız devrimi ve aydınlanma üzerine radikal eleştiriler yapmış Davutoğlu da bir ara Fransa'yı dogma dönemine dönmekle suçluyordu. Skandal ötesi. Aydınlanma denilen tarihsel kategori dinsiz/tanrısız dünya tasavvuruydu. Fransa'yı bu ideale ihanetle suçlayansa bizim muhafazakar iktidar ve “dindar” bileşenleri.

Böyle acaip örneklerle dolu bir dönemi tarif ederken eskilerin bulduğu kelime “fetret”ti. Yani çözülme, boşluk, kısacası hiçlik. Aydınlanma pozitivizmine ve tanrılaşmış “birey”e itikadı güçlü isimlerin muhafazakarlar arasında gördüğü rağbeti izah etmeye çalışmak yanlış. Fetret ahvali çünkü.

Eski Türkiye dediğimiz, milli iradenin, devlet aygıtını yönetirken Avrupa'nın aydınlanma geleneği içinde pozitivist icaba göre inşa edilmiş resmi dünyagörüşüne dokunamaması demekti. Entegrasyon hevesine konu olan Avrupa tarihsel tecrübesinin tüm tezahürleri, dini metafizik alana öteleyen yönteme dayanıyor. Buna “laiklik” dendi.

Bizdeki laik idrakin, din karşıtı aydınlanma faşizminden kurtulup inanç ve yaşam tarzı özgürlüğü tasavvuruna evrilmedikçe iflah olmayacağı tecrübe edildi. Bu laiklik, din karşıtlığıyken ve dini hayattan söküp atmak için savaşıyorken onu yerinde tutmak akıl dışı ve toplum zararına. “Laik bilimsel eğitim” dedikleri de, aydınlanma amentüsüne fanatik bağlılık. Pozitivist dogmalarla donanmış beyin yıkama mühendisliği. Eksik kalsa hiç dert değil.

Her yıl filan vadide bulutların Atatürk silueti çizdiğine inanarak o metafizik mucizeyi izlemeye koşan hurafecilerin laik havsalası mı egemen olsun ülkede? Bu zihin dünyasından özgürlük çıkar mı?

Modernizasyon, yahut Türkçesiyle asrileştirme, aydınlanma misyonerliğidir. Her kültürden halka Avrupa tecrübesini aynen yaşatma taassubu. Mesela kendi ülkesine Fransız solcuya göre Peygamber'e (s) söven çizgileri yayınlamak özgürlük ama o yayını protesto etmek gericilik. Aydınlanma denen şey, inançları tahkir, tezyif, alay, karikatürize etme kültürüdür. Doğunun dinsizi bu nedenle batılılaşmadan asla böyle işler yapamaz.

Avrupa'daki aydınlanma ihtilalinden ithal inançsızlık gübresi her alanda toprağı fena zehirledi. Toprağın aslına dönmesi zaman alıyor. Mesele daha ziyade inançla inançsızlığın politik rekabetidir. Bizdeki inançsızlık, Avrupa'da aydınlanma ihtilaliyle elde edileni benzer yolla deniyor.

Kuşkusuz yerli örf ve tefekkürün de esaslı bir tenkide ihtiyacı var. Ama laiklerimizin kastettiği manada değil. Çünkü geleneksel itikatta din metafizik olgudan öteye geçemiyor ve hayatı doğruluk esasına göre tanzim edemiyor. Tam da Kantçı laisizmin arzu ettiği gibi hayata dokunamayan bir inanç hali yani. Ali Şeriati güzel tespit etmişti: “Aydınlanma düşüncesi ile bizim geleneksel dinî düşüncemizin ortak yanı, dinin metafizik bir olgu görülmesi.” Bu sebeple Müslümanlığın tecrübesine eleştirel bakış için aydınlanma rahminde zuhur etmiş fikir ithalatına hem gerek yok, hem de bu yanlış. Aydınlanmanın en ehven isimlerini de seçsen iş döner gelir Kantçı fizik-metafizike dayanır. Yani dini fizik alandan çıkartma mecburiyeti. Avrupa tarihsel tecrübesinde ister dini reddeden, ister kabul eden muhit olsun ortak noktası, dini metafizik sayıp sürgüne göndermesidir. Düşünün, dinî hayat ve tezahürlere nefret dolu radikal laisistlerimiz, dinin metafizik mekanda soyutlanmış varlığına bile tahammülsüz. Nerede kaldı fizik dünyada ahlakî norm sayılsın.

Avrupa tarihsel tecrübesinde aydınlanmanın dindar üstatları da ötekiler gibi “birey”den başladılar ama dini metafiziğe atarak. İslam'ın “insan”ı, aydınlanmanın “birey”i değildir. İslam, toplumu “birey”e parçalamaz. İnsan tekinin ahiret sorumluluğu, aydınlanmanın “birey”ine imkan açmaz. Laiklerimizin “birey de birey” diye tutturması tosladıkları duvarın çetinliğiyle orantılı feryat.

Kuşkusuz aydınlanma Avrupa tarihinin insanlığa sunduğu tecrübe. Bizim kültür havzamızla da geçişleri ve kesişmeleri olduğu muhakkak. Fakat 10. yüzyıl Arap ve İranlı filozoflar, ilahiyatçılar, bilim insanları ve edebiyatçıların yüksek birikiminin Avrupa'ya transferiyle başlamakla birlikte bambaşka sonuçlara varmış bir tecrübe. İçinde bulunduğumuz kültür platosu da bizim kendi gerçekliğimiz. İnşaatı kendi gerçekliğimize uygun yapmalıyız.

Doğuda Çin, Hint, İran (İslam) ve Rusya (doğu Hıristiyanlığı) uygarlıkları var. Bu derinlik ve zenginlik karşısında Avrupacı aydınlanma çok şey değildir. Ayrıca aydınlanmacıların geçmişi karalayıp kendini varetme çabasının ürünü olan Ortaçağ edebiyatında zikredilmiş olumsuz vakaların sayısı, aydınlanma döneminde icra edilmiş acımasızlığın yanına yaklaşamaz.

Hulasa, anavatanı Fransa'da olduğu gibi Türkiye'de de, ne aydınlanma ve modernleşmenin din karşıtı tavrı geri adım atıyor, ne de inançlar aydınlanma karşısında geriliyor. İktidarı ele geçirenin diğerini baskı altına alması da çatışmanın doğasından kaynaklanıyor. Bu gerilim ve mücadele bitecek gibi değildir. Uzlaşma ve mutabakat zemini bulamadıkça da böyle sürecek. Evet, biraz umutsuz bir vaka.

Ziyaret -> Toplam : 125,43 M - Bugn : 9721

ulkucudunya@ulkucudunya.com