Siyasi suç
Ali Bulaç 01 Ocak 1970
Modern devlet tarih sahnesine çıkarken, hukuka yeni bir suç kattı: “Devlete karşı suç.” Modern ulus devlet, kendini geleneksel devletlerden daha çok hukuka riayetkar gösterir, ama geçmişte krallara veya sultanlara karşı suç işleyenlere cezalar tayin edilmişken, şimdi daha soyut siyasi bir suç kavramıyla karşı karşıya gelmiş olduk.
Genel olarak “devlete karşı suç” kavramının anayasa ve ceza hukukuna yakın tarihte girdiği pek bilinmez. Geleneksel İslam fıkhında yönetenler ile yönetilenler arasındaki ilişki düzenlenirken, silahlı ayaklanmanın gayr-ı şahsi bir aygıt olan devlete karşı değil de, doğrudan gerçek şahıslar olan yöneticilere karşı olabileceği düşünülmüştür. Meşru yöneticilere, dolayısıyla yönetime karşı çıkanlara “baği” denilmiş ve bağilerle ilgili birtakım hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Kanaatimce fıkıhta uzun uzadıya anlatılan bağilerle ilgili düzenlemelerin dışında bu konuya ışık tutucu mahiyette iki ayet vardır:
“Allah’a ve Resulüne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi veya (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, dünyada aşağılanmalarıdır, ahirette onlar için büyük bir azab vardır. Ancak, sizin onlara güç yetirmenizden önce tevbe edenler başka. Bilin ki Allah, şüphesiz bağışlayandır, esirgeyendir.” (5/Maide, 33-34.)
Geleneksel müfessirlerimiz ve fakihlerimiz tam olarak bu ayetin hangi suçları düzenleyen bir ceza olduğu konusunda açık bir fikre sahip olamamışlardır. Kimine göre bu ayet, failleri Müslüman olsun olmasın, siyasi suçları; kimilerine göre yol kesme, gasp, hırsızlık veya sıradan öldürme suçlarını düzenlemektedir. Bana öyle görünüyor ki, “Ayetler siyasi amaçlı eylemli kalkışma suçlarını düzenlemektedir”, diyenlerin görüşü doğrudur.
Ayetlerde savaş (muharebe) fiilinin kullanılmış olması önemlidir. Hiç kimse Allah’la muharebe edemiyeceğine ve Peygamber (s.a.) de 632’de bu dünyadan irtihal ettiğinden aramızda olamıyacağına göre, burada söz konusu olan, “meşru yöneticiler”dir. Ayrıca belli ki belirli hukuki teamüller ve kurallar dahilinde yönetime sözlü veya örgütlü muhalefet etme durumunda olanlar da kastedilmemektedir. O halde “Allah ve Resulüne karşı savaş açanlar” ifadesi, meşru yollarla iş başına gelmiş yöneticileri silahlı ayaklanma ile devirmek veya kamu güvenliğini ihlal etmek isteyenlere işaret eder. Buradaki meşruiyetin halkın özgür iradesine ve rızasına rağmen kurulan dikta rejimleri, adaletsiz ve zorba yönetimlerin olmadığı açıktır. Meşru yöneticilere karşı fiilen ayaklananlar cezalandırılır; ama ayaklanmaya aktif olarak katılmayan sivillere, din adamlarına, kadınlara, yaşlılara ve çocuklara dokunulamaz. Siyasi suçluların fiillerinin mahiyeti ve sonuçları ne olursa olsun, onlara verilecek ceza tasfiyeci, intikamcı ve kolektif olamaz.
“Öldürme veya asma” sonuçta bir “ölüm veya idam cezası”dır. Yoruma açık olsa da “El ve ayakların çapraz kesilmesi”ni “tarihi bir ceza şekli” olarak kabul etmek mümkün. “Nefy” ile ifade edilen ceza ise duruma göre belli süreli hapis veya sürgün cezası olarak takdir edilebilir. “Ancak sizin onlara güç yetirmenizden önce tevbe edenler başka” ifadesi, ayaklanma ne kadar sürmüş olursa olsun, -gücün tükenmesi veya pişmanlık sonucu- vazgeçildiği takdirde isyancılara hiçbir cezanın uygulanmayacağını ifade eder. Kurtubi, “Tevbe eden muharibin aleyhine imamın/devletin yolu yoktur” der. Bazı hukukçular, “Kur’an’da hangi suçtan sonra yer almış olursa olsun, ‘tevbe edenler’ kaydı cezayı mutlak anlamda düşürür” kanaatindedirler. İmam Şafii, tevbe ile her türlü had cezasının düştüğünü söyler. Bu durumda eğer ayaklanma esnasında cana kıyılmış veya mala zarar verilmişse, sadece canın ve malın hesabı sorulur; yoksa sözlü, yazılı veya fiili muhalefet dolayısıyla hiçbir muhalif gruba ceza verilemez, çünkü İslam hukukunda “devlete karşı suç” yoktur. Suç gerçek şahıslara karşı işlenir. “Devlete karşı suç ve ceza” modern zamanların ve rejimi ne olursa olsun, modern devletin kendini halka karşı koruma dürtüsünün ürünüdür.