Din üzerinden açılan tuzağa düşmeyin
Orhan Kemal Cengiz 01 Ocak 1970
Gezi protestolarının bastırılma biçimiyle, bugün Anayasa'dan laikliği çıkarma tartışması arasında bir bağlantı var mı?
Bence var, hatta ikisi birbirlerinin ayrılmaz parçaları.
Ben AKP'nin siyasal İslamcı projelerinden ilk defa 'Gezi'den sonra ürktüm.
Geziden önce, onların İslamcılığını ve yeni bir “toplum yaratma” arzularını, romantik bir haleye sarılmış, geçmişin ezikliklerinden de beslenen, retorik yanı ağır basan bir “ütopya” olarak görüyordum.
Taç giyen baş akıllanırdı. Evet bu insanlar İslamcıydı ama Türkiye'nin öyle yukarıdan üzerine bir deli gömleği giydirilerek yönetilemeyeceğini anlamış olmalılardı. Zaten onlar bir başka deli gömleğini yırtmak için iktidar olmamışlar mıydı?
Gezi protestolarının bastırılma biçimine bakınca, bu düşüncelerimin yanlış olduğunu fark ettim.
Tayyip Erdoğan, ağzından çıkan iki kelimeyle bitiverecek olan protestoları, ateşin üzerine hava üfleyen bir insan gibi, kendi öfkesiyle büyütüp çoğaltıyordu.
Olayların ne boyutlara vardığını hatırlarsanız eğer, iş, kendi seçmenine “Dik durdu” dedirtme noktasını falan çoktan geçmişti.
İki kelime bitirirdi o protestoları. Sonradan öğrendik ki, bir mahkeme kararı da varmış, istenildiğinde arkasına sığınıp, Topçu kışlasını yapmaktan vazgeçmek için harika bir fırsat olarak kullanılacak…
Ama öyle olmadı, Sayın Erdoğan devletin sopasını en ağır bir şekilde kullandı; çünkü o, gösterilerin sona ermesini değil, göstericilerin yenilmesini istiyordu; onları ezmek istiyordu.
Bugünden düne bakınca daha da net bir şekilde görülüyor ki, Gezi protestocuları, parkın ortasına dikilecek bir kışlaya değil, işte bugün konuştuğumuz laikliği Anayasa'dan çıkarmaya, “dindar toplum yaratma” projesine bir tehdittiler.
Gezicilerin, iktidarın parkın ortasına bir bina dikme dayatması karşısında gösterdikleri muazzam direniş, onların yarın yürürlüğe konulacak büyük toplum mühendisliği projeleri karşısında en büyük tehdit olduklarını gösteriyordu.
Dünkü yazımda Meclis Başkanı'nın “laikliği Anayasa'dan çıkarma” teklifi karşısında Sayın Cumhurbaşkanı'nın teskin edici beyanlarını, karakollardaki “kötü polis”, “iyi polis” oyununa benzettim.
O Meclis Başkanı'nı bizzat Sayın Cumhurbaşkanı kendisi seçti; çünkü bundan sonra atacağı adımlar için onun en uygun kişi olduğunu düşünüyordu.
Her ne kadar tevil edilirse edilsin, Sayın Meclis Başkanı'nın “laiklikle” ilgili çıkışı, düşünülmeden, tesadüfen ağızdan çıkmış bir laf değildir.
Önümüze, ilk önce bağırıp çağıracağımızı, ama sonra kavga ede ede alışacağımızı düşündükleri bir fikir atıyorlar.
Levent Gültekin, Diken'de, “Laiklik tartışması başlatmakla neyi amaçlıyorlar” başlıklı enfes bir yazı yazdı.
Gültekin'in bu yazıda da belirttiği gibi, Türkiye'yi, yeni kutuplaşma tuzakları bekliyor. AKP yarattığı “laiklik” krizini, toplumu “dindarlar” ve “dine karşı çıkanlar” biçiminde saflaştırıp, başkanlık referandumu için bir fırsata çevirebilir. Üstelik böyle yaparak, kendi toplum mühendisliği projelerini de onaylatmış gibi gösterebilir.
Bu yazıda Gültekin çok önemsediğim bir şey daha söylüyor; “Hepimizin inanç özgürlüğü büyük tehdit altında” diyor. Yani, bu tartışmayı, AKP'nin tuzağına düşmeden yürütebilmek için çok önemli bir paradigma ortaya koyuyor.
AKP'nin bir dinin, bir mezhebinin, belli bir anlayışını “Özgürlükçü olmayan laikliği kaldırıyorum” söyleminin arkasına saklayarak dayatmasına karşı, “herkesin inanç özgürlüğünü” savunan bir anlayışla karşı durmak lazım.
AKP'nin içine çağırdığı tuzağa düşmeden, siyasal İslamcı bir baskı rejiminin bu ülkede asla kurulamayacağını göstermek lazım.